2 Kasım 2020 Pazartesi

19. FASIL: AMR İBN AS'IN MÜSLÜMAN OLMASI

 



- Amr İbn As şöyle anlatıyor: “Biz Ahzab gününde Hendek savaşından Mekke'ye döndüğümüzde Kureyş'ten benim gibi düşünen bazı kimseleri bir araya getirdim. Onlar beni dinlerlerdi. Onlara: 

‘Biliyorsunuz ki, Muhammed'in işi gittikçe kuvvetleniyor, hem de korkunç bir şekilde güçlenmektedir. Ben bu konuda birşey düşünüyorum. Acaba siz ne dersiniz?' diye sordum. Onlar da 

‘Görüşün nedir?' dediler. Ben de 

‘Beraberce gidelim Necaşi'ye sığınalım, onun yanında olalım. Eğer Muhammed bizim kavmimize galib gelirse biz Necaşi'nin yanında kalırız. Ve onun ellerinin altında olmamız Muhammed'in elinin altında olmamızdan daha sevimli gelir bize. Eğer kavmimiz galib gelirse zaten biz o kimseleriz ki kavmimiz bizi tanıyor. Onlardan bize ancak hayr gelebilir' dedim. Arkadaşlarım bunun tek görüş olduğunu söylediler. Bunun üzerine ben: 

‘O halde, Necaşi'ye vereceğimiz hediyeleri derleyiniz' dedim. Hicaz bölgesinden Necaşi'nin hoşuna gidecek hediyelerin başında tabaklanmış deri malzemeleri vardı. Biz ona birçok deri topladık. Sonra Mekke'den çıkarak Necaşi'ye vardık. And içerim, biz onun yanında iken Amr bin Ümeyye ed-Damri, Necaşi'ye geldi. Hz. Peygamber (s.a.v)  Amr'ı, Necaşi'ye Cafer ve arkadaşları için göndermişti. Amr Necaşi'nin yanına girdi, sonra da çıktı. Arkadaşlarıma dedim ki: 

‘Bu zat Amr bin Ümeyye'dir. Eğer Necaşi'nin yanına girip de onu bana teslim etmesini istesem, o da onu bana verse, onun boynunu vursam! Bunu yaptığım takdirde Kureyş kendilerine bir mükâfat verilmiş gibi kabul ederler. Çünkü ben Muhammed'in elçisini öldürmüş oluyorum.'

Böylece ben Necaşi'nin huzuruna girdim. Daha önce yaptığım gibi secde ettim. O da: 

‘Dostum Amr'a merhaba!' dedi, ‘Bana memleketinden bir hediye getirdin mi?' Ben de 

‘evet' dedim, ‘ey kral! Sana birçok deriler getirmişimdir'. Sonra o derileri Necaşi'ye takdim ettim, hoşuna gitti, bunlar onun arzu ettikleriydi. Sonra dedim ki: 

‘Ey kral! Ben yanından çıkan bir kişi gördüm. O, bize düşman bir kişinin elçisidir. Onu bana ver ki öldüreyim, çünkü o, bizim eşrafımızdan, ileri gelenlerimizden birçok genci öldürmüştür.'

Amr diyor ki: “Necaşi son derece öfkelendi. Sonra elini uzattı, eliyle burnuma vurdu. Zannettim ki burnumu kırdı. Eğer yer açılsaydı korkudan girerdim”. Sonra dedim ki: 

‘Ey kral! Eğer hoşuna gitmeyeceğini bilseydim bunu senden istemezdim.' Necaşi: 

‘Kendisine, Musa'ya gelen en büyük Namus (Cebrail)un geldiği bir kişinin elçisini sana vermemi nasıl isteyebilirsin?' Amr dedi ki: 

‘Ey kral! Gerçekten böyle midir?' Necaşi: 

‘Azab olasıca, ey Amr. Beni dinle de ona tabi ol. Çünkü o, Allah'a yemin ediyorum, hak üzerindedir ve kendisine mukavemet edenlere, tıpkı Hz. Musa'nın Firavun ordusuna galib geldiği gibi, galib gelecektir' dedi. Ben: 

‘O halde, onun namı hesabına İslâm üzerine benimle biat eder misin?' dedim. Necaşi evet dedi ve elini uzattı. İslâm üzerine Necaşi'ye biat ettim. Sonra arkadaşlarımın yanına çıktım. Fikrim daha öncekine göre değişmişti. Müslüman olduğumu arkadaşlarımdan gizledim. Sonra Hz. Peygamber'e doğru, müslüman olmak için, yola çıktım. Yolda Halid b. Velid'e rastladım. Bu hadise Mekke fethinin biraz öncesindeydi. O da Mekke'den geliyordu. Ona: 

‘Ey Eba Süleyman (Halid b. Velid'in künyesi), nereye gidiyorsun?' dedim. 

‘Andolsun, iş açığa çıkmış ve başarıya ulaşmıştır. Kesinlikle o kişi peygamberdir. Gideceğim ve müslüman olacağım. Sen daha ne zamana kadar inat edeceksin?' dedi. Ben de ona 

‘Andolsun, ben de ancak müslüman olmak için geldim' dedim. Halid'le beraber Medine'ye, Peygamber'e vardık. Halid benden önce müslüman oldu, biat etti. Sonra ben: 

‘Ey Allah'ın Rasûlü! Ben geçmiş günahlarımın affedilmesi üzerine -ki gelecekleri de bilmiyorum- seninle biat ediyorum' dedim. Hz. Peygamber (s.a.v)  

‘Ey Amr! Biat et ki, İslâm, İslâm'dan önceki bütün günahları silip süpürür. Hicretten önceki herşeyi hicretin sildiği gibi' dedi. Ve Rasûlullah'a biat ettikten sonra geri döndüm”[1]

- Yine Amr İbn As şöyle anlatıyor: Sonra yoluma devam ederek Mekke ile Taif arasında Hidde denilen yere vardım. Baktım ki benden önce iki kişi oraya gelmiş bir çadıra girmek üzereydiler. Birisi çadıra girmişti, diğeri de iki deveyi tutmaktaydı. Dikkat edince onun Halid b. Velid olduğunu anladım. Ona nereye gittiğini sordum. Dedi ki: 

‘Muhammed'e gidiyorum. Halk İslâm dinine girdi. İşe yarayanlardan müslüman olmayan hiç kimse kalmadı. Allah'a yemin ederim, eğer biraz daha durursak, kelerin deliğinden çıkarıldığı gibi bizi yerimizden çıkaracak'. Dedim ki: 

‘Ben de Muhammed'e müslüman olmaya gidiyorum'. Sonra Osman b. Talha dışarı çıktı. Bana merhaba dedi. Hepimiz aynı yerde konakladık. Sonra beraberce Medine'ye kadar gittik. Ebu Utbe kuyusunda karşılaştığım bir kişinin “ey Rebah, ey Rebah, ey Rebah” diye bağırmasını hiç unutmayacağım. Biz bunu hayra yorarak yürüdük. Sonra o bize baktı. Şöyle dediğini duydum: 

‘Mekke bu iki kişiden sonra dizginini attı!' Zannediyorum o zat Halid b. Velid'le beni kastediyordu. Süratle geriye dönerek mescide gitti. Zannettim ki bizim geldiğimizi Rasûlullah'a bildirerek müjde verecektir. Durum da zannettiğim gibi çıktı. Develerimizi el-Harre denilen yerde çöktürdük. Güzel elbiselerimizi giydik. Sonra ikindi ezanı okundu. Biz Rasûlullah'ın huzuruna girdik. Yüzü pırıl pırıl parlıyordu. Etrafındaki müslümanlar da bizim müslüman olmamıza sevindi. Halid b. Velid benden önce Rasûlullah'a vararak biat etti. Sonra Osman b. Talha biat etti. Sonra da ben vardım. Andolsun huzuruna oturduktan sonra hayadan dolayı gözlerimi açıp da yüzüne bakamadım. Ona geçmiş günahlarımın affedilmesi şartıyla biat ettim. Fakat gelecek günahlar hatırıma gelmedi. Hz. Peygamber (s.a.v)  de “İslâm daha öncekini silip süpürür. Hicret de daha öncekini siler” dedi. Andolsun, biz müslüman olduktan sonra Rasûlullah'ın mühim bir işi çıktığı zaman mutlaka benimle ve Halid'le istişare ederdi”[2]


[1] İbn İshak (Amr İbn As'dan); Bidaye, IV/142. (Bu hadisi İmam Ahmed ve Tabarani de Amr'dan benzer ibaretle nakletmiştir. Heysemi IX/351 (İki rivayetin ravileri de sikadır.)

[2] Bidaye, IV/237 (Beyhaki, Vaki'den)

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu's-Sahabe, sf : 1/142-144.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkürler