8 Aralık 2020 Salı

Hz. Peygamber'in Rum Kralı Kayser'e Mektup Göndermesi

 



- Dıhyetü'l-Kelbî şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v)  beni bir mektupla Kayser'e gönderdi. Kayser'in yanına vardım. Ona mektubu verdim. Yanında yüzü kırmızı, gözleri mavi, saçları kıvırcık bir de yeğeni vardı. Mektup, “Allah'ın Rasûlü (s.a.v)Muhammed'den Rumların sâhibi Herakliyüs'a” diye başlıyordu. Yeğeni bu sözler üzerine derin bir nefes aldı ve “Bu mektup bugün okunmamalıdır” dedi. Kayser bunun sebebini sordu. Yeğeni 

‘Bu mektubu yazan önce kendi ismini anıyor ve senin için de Rum'un sahibi diyor, kral tabirini kullanmıyor' dedi. Kayser 

‘Andolsun ki onu okuyacaksın' dedi. Mektup okunduğu zaman onlar Kayser'in yanından çıktılar. Huzura ben alındım. Kayser, onların dinî işlerini düzenleyen piskoposu çağırdı. Diğerleri onu mektuptan haberdar etmişlerdi. Bunu Kayser'in kendisi de söyledi ve mektubu ona okuttu. Piskopos ona şunları söyledi: 

‘İşte bu Muhammed'dir. O, beklediğimiz peygamberdir ki İsa onun geleceğini bizlere müjdelemişti'. Kayser, piskoposa 

‘Peki sen bana ne tavsiye edersin?' dedi. Piskopos 

‘Ben onu tasdik ediyor ve ona tâbi oluyorum' dedi. Kayser ona 

‘Şayet ben bunu yapacak olursam krallığımdan olurum' dedi.

Sonra biz Kayser'in yanından çıktık. Kayser, o sırada yanında misafir olan Ebu Süfyan'ı çağırttı ve ona 

‘Sizin memleketinizde ortaya çıkan bu kişi necidir?' diye sordu. Ebu Süfyan 

‘Bir gençtir' dedi. Kayser 

‘Onun soyu-sopu nasıldır'?' diye sordu. Ebu Süfyan 

‘Onun soyu hepimizinkinden üstündür' dedi. Kayser 

‘Bu, peygamberliğin alametlerindendir. Peki onun yaşantısı nasıldır?' diye sordu. Ebu Süfyan 

‘Yalan söylediği görülmemiştir' dedi. Kayser 

‘Bu da peygamberlik alametlerindendir' dedi. Kayser, Ebu Süfyan'a yine sordu: 

‘Acaba arkadaşlarından, onun dinini bırakıp da size dönen oldu mu?' Ebu Süfyan 

‘Hayır' dedi. Kayser 

‘Bu da bir peygamberlik mucizesidir' dedi ve yine 

‘Savaştığı zaman arkadaşlarıyla beraber mağlup olduğu oluyor mu?' diye sordu. Ebu Süfyan 

‘Bir kavim onunla savaştı, o onları mağlup etti. Daha sonra onlar da onu mağlup ettiler' dedi. Kayser 

‘Bu da peygamberlik alametidir' dedi.

Sonra Kayser beni huzuruna çağırdı ve şöyle dedi: 

‘Seni gönderen zâta de ki, ben onun Peygamber (s.a.v)  olduğunu biliyorum. Fakat krallığımı terkedemem'. Piskoposa gelince, hristiyanlar her pazar günü bir yerde toplanıyorlar, o da onlara vaaz ediyordu. Pazar günü olduğunda bu kez onlara vaaz etmedi. İkinci pazar da vaaz vermedi. Ben yanına gidiyor ve onunla konuşuyordum. O bana sorular sorardı. Üçüncü pazar gelince hristiyanlar, onun çıkıp vaaz vermesini beklediler. O yine çıkmadı; hasta olduğunu söyledi. Bunu birkaç defa tekrarladı. Sonunda şöyle haber gönderdiler: 

‘Ya bize çıkarsın veya odana girer seni öldürürüz. Biz, o Arap buraya geleliden beri senden şüpheleniyoruz'. Bunun üzerine piskopos bana bir mektup verip şunları söyledi: 

‘Şu mektubu al, Muhammed'e götür. Ona selamla birlikte benim Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun Rasûlü (s.a.v)olduğuna iman ve şahitlik edip kendisine inandığımı; onu tasdik edip yine kendisine uyduğumu söyle. Halk bu durumumu sezmektedir. Ona bu gördüklerini de söyle!'

Bunları dedikten sonra dışarıya çıktı. Onlar da onu öldürdüler.[1]

- Herakliyüs, Hz. Peygamber'in elçisi Dıhye'ye şunları söyledi: ‘Yemin ederim ki senin sahibin Allah'ın göndermiş olduğu bir peygamberdir. Biliyorum ki bizim beklemekte olduğumuz ve kitabımızda da gördüğümüz kişi odur. Fakat ben Rumlardan nefsim için korkuyorum. Eğer böyle olmasaydı ona tâbi olurdum. Piskopos'a git! Sahibinizin emrini ona söyle. O kavmim içinde benden daha fazla sayılır ve sözü de benimkinden daha geçerlidir' dedi. Böylece Dıhye, Piskopos'a gitti ve bunları ona da anlattı. Piskopos, Dıhye'ye 

‘Yemin ederim ki arkadaşının Allah'ın gönderdiği bir Peygamber (s.a.v)  olduğunu biliyoruz. Sıfatlarını ve isimlerini de biliyoruz' dedi. Sonra içeri girdi. Elbiselerini çıkarıp attı ve beyaz bir elbise giydi ve böylece halkın içine çıkarak şehâdet getirdi. Onlar da üzerine hücum ederek onu öldürdüler.[2]

- Said b. Ebu Râşid şöyle anlatıyor: Ben Herakliyüs tarafından Hz. Peygamber'e gönderilen Tenûhî'yi Hınıs'ta gördüm. Komşumdu ve yaşlı bir insandı. Son derece yaşlıydı ve ölüme yaklaşmıştı. Ona 

‘Hz. Peygamber (s.a.v)  ile Herakliyüs arasında teâtî edilen mektupları bana anlatır mısın?' dedim. 

‘Anlatayım' dedi ve şunları söyledi: 

‘Hz. Peygamber (s.a.v)  Tebük'e gelmiş ve Dıhyetü'l-Kelbî'yi elçi olarak Herakliyüs'e göndermişti. Hz. Peygamber'in mektubu geldiğinde Herakliyüs, Rumların keşiş ve kumandanlarını huzuruna çağırttı. Sonra da kapıların kapatılmasını emrederek şunları söyledi: ‘Şu kişi (Hz. Peygamber) sizin bildiğiniz noktaya yani Tebük'e gelmiştir. Şimdi bir elçi göndererek beni şu üç şeyden birisine davet etmektedir: Ya kendisine tâbi olmamızı veya ona arazilerimiz karşılığında mal vermemizi ya da kendileriyle harbetmemizi istemektedir. Andolsun siz okuduğunuz kitaplardan bilirsiniz ki o, şu anda ayaklarımın altındaki yeri de alacaktır. Geliniz, dini üzerinde ona tâbi olalım veya malımızı, arazimizi ona verelim' dedi. Herakliyüs'ün bu sözleri üzerine orada bulunanlar hep bir ağızdan bağrıştılar ve yerlerinden öyle bir fırladılar ki başlarından şapkaları düştü. Ve şöyle dediler: ‘Sen bizi hristiyanlığı terketmeye veya Hicaz'dan gelen bir göçebeye köle olmaya mı davet ediyorsun?' Bu şekilde dışarıya çıktıkları anda kendi hakimiyetini yıkmaya çalışacaklarından çekinen Herakliyüs onlara şöyle hitap etti: ‘Ben bu sözü dininiz üzerindeki bağlılığınızı denemek için söyledim'.

Sonra Tücîb Araplarından birisini huzuruna çağırttı. Bu kişi Arap hristiyanlarının başıydı. Herakliyüs ona 

‘Bana. Arapça bilen ve konuşmaları aklında tutabilen bir kişi bul da onu mektubunun cevabı olarak şu kişiye (Hz. Peygamber'e) göndereyim' dedi. O reis bana geldi ve beni alıp Herakliyüs'e götürdü. Herakliyüs elime göğüs kemiklerine yazılmış bir mektup verdi ve 

‘Bu mektubumu şu kişiye götür. Önce mektubumdaki şu üç şartı ezberle. Dikkat et, bakalım bana yazmış olduğu mektuptan bahsedecek mi? Benim mektubumu okuduğu zaman geceden bahsedip bahsetmediğine ve onun sırtında seni şüpheye düşürecek birşey olup olmadığına da dikkat et!' dedi. Mektubu aldım Tebük'e götürdüm. Hz. Peygamber (s.a.v)  bir suyun yanında ashabı ile birlikte oturuyordu. Sahabelerden sordum: 

‘Sahibiniz nerededir?' 

‘İşte şu zattır!' dediler. Ona doğru gittim, önüne oturdum. Herakliyüs'ün mektubunu verdim. Mektubu koynuna koyduktan sonra şöyle buyurdu: 

‘Sen kimlerdensin?'. 

‘Tenuhlulardanım' dedim. Bana 

‘Baban İbrahim'in dini olan Hanif dinine girer misin?' dedi. Dedim ki: 

‘Ben bir kavmin elçisiyim ve onların dini üzerindeyim. Yânlarına dönmedikçe de bu dinden cayamam'. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)  şöyle buyurdu: 

“Sen istediğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediğini hidayete erdirir ve O hidayete erenleri daha iyi bilir”.Ey Tenuhlu kardeş! Ben, Necâşi'ye bir mektup yazdım. Necâşi mektubumu yırttı. Allah da onu ve mülkünü yırtacaktır. Sizin sahibinize, yani Herakliyüs'e bir mektup yazdım. O ise mektubumu kabul etti. Hayatta hayır oldukça halk onun şiddetini hissedecektir'. İşte bu Herakliyüs'ün söylediği üç şeyden birisidir dedim ve sadağımdan bir ok alarak Hz. Peygamber'in bu sözlerini kılıcımın derisine yazdım. Daha sonra Hz. Peygamber, Herakliyüs'ün mektubunu solunda oturan bir kişiye verdi. Ben oradakilere 

‘Bu, mektubu okuyan kişi kimdir?' diye sordum. 

‘Muaviye'dir' dediler. Herakliyüs, mektubunda şunu yazıyordu: 

“Beni, müttakîler için hazırlanan ve genişliği gökler ve yer kadar olan cennete davet ediyorsun. O halde âteş (cehennem) nerededir?” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)  hayretini gizlemeyerek 

‘Sübhânallah! O halde gündüz geldiğinde gece nerededir?' buyurdu. Bunun üzerine ben yine bir ok alarak bunu da kılıcımın derisine yazdım. Mektup bittikten sonra Hz. Peygamber (s.a.v)  şöyle dedi: 

‘Sen elçisin ve bir hakkın vardır. Eğer yanımızda bir hediye olmuş olsaydı onu sana verirdik. Fakat biz şu anda misafiriz ve yiyeceğimiz de tükenmiştir'. Orada bulunanlardan bir kişi Hz. Peygamber'e şöyle seslendi: 

‘Ben ona bir hediye vereceğim' dedi. Ve o kişi yükünü açarak Safûriyye işi bir aba getirdi. Onu benim kucağıma koydu. 

‘Bu abayı getiren kimdir?' dedim. Bana onun 

‘Osman' olduğunu söylediler. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v)  dedi ki: 

‘Bu kişiyi kim misafir edecektir?' Ensardan bir genç: 

‘Ben misafir ederim!' dedi. O genç kalktı, ben de onunla birlikte kalktım. Kalabalığın içinden çıktıktan sonra Hz. Peygamber (s.a.v)  beni çağırdı ve 

‘Ey Tenuhlu kardeş!' dedi. Döndüm ve koşarak Hz. Peygamber'in yanına vardım ve ilk oturduğum yerde durdum. Hz. Peygamber, sırtını açtı ve şöyle buyurdu: 

‘İşte emrolunduğun yere bak!' Ben onun sırtında göz gezdirdim ve kürek kemiği yerinde hacama kadar bir mühür olduğunu gördüm.[3]


[1] Heysemi VIII/236-237 (Bezzar'dan hadisin senedindeki ravilerden İbrahim b. İsmail b. Yahya zayıftır der. Yine Heysemi V/306. Hadisi Tabarani, Dıhye'den muhtasaran rivayet ediyor. Ancak senedindeki Yahya b. Abdulhamid el-Hammani adlı zatın zayıf olduğunu söyler; Ebu Nuaym, Delail V/306; Abdan b. Muhammed el-Mirvezi (Abdullah b. Şeddad'dan. Bu daha tamamdır).

[2] Abdan (İbn İshak'tan o da bazı ilim ehlinden): İsabe II/216 (Yahya b. Said el-Emevi Megazi'de, Tabarani'nin de İshak'tan rivayet ettiğini söyler)

[3] Heysemi VIII/235/236 (Abdullah b. Ahmed ve Ebu Ya'la'dan. İkisinin ricali de sikadır); Bidaye V/15 (İmam Ahmed de rivayet etmiştir ve VI/27 (Yakup b. Süfyan'ın da rivayet ettiğini söylemektedir); İbn Kesir de bu hadisin garip olduğunu söyler.

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu's-Sahabe, sf : 1/115-118.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkürler