21 Mayıs 2020 Perşembe

Rubeyyi Binti Muavviz (ra)



Medineliydi Rubeyyi binti Muavviz ...

PEYGAMBERİ GÖRMEDEN BİAT ETTİ RUBEYYİ BİNTİ MUAVVİZ (R.A)

“O’nu görseydin güneş doğuyor zannederdin…”
Güneş doğuyordu uzaklarda bir şehirden.
Ve sen her ne kadar uzak olsan da ellerine,
ellerini koyarak ellerine,
söz vermiştin…

GÖRMEDEN DUYMADAN…

Medineliydi Rubeyyi binti Muavviz (r.anha). Amcası Akabe’de Allah Rasulü’ne (s.a.v) biat etmiş Medine’ye geldiğinde de Peygamber’i (s.a.v) ve yaşadıklarını yakınlarına anlatmıştı. Anlattıkları kardeşi ve yeğeni Rubeyyi’yi (r.anha) etkilemişti. Onlar da Müslüman oldular. “La ilahe illallah…” Bir Allah’a inandılar. Bir peygambere inandılar ki O’nu daha görmemişlerdi. Söylediklerine teslim olmuşlarıdı lakin duymamışlardı sesini. Uzaklardan ellerini koyarak ellerine…

YESRİB MEDİNE OLUR ŞİMDİ

Medine’de yayılıyordu İslam.
O günlerde ismi Yesrib olan şehir Peygamber’i (s.a.v) bekliyordu.
Peygamber’i (s.a.v) gören ve henüz görmeden bilen gözleriyle yolunu gözlüyordu.
O Yesrib’di.
Kınanan yerdi, hoş olmayan.
Fesat ve bozgunculuk
demekti Yesrib.
Sürekli kardeşler arası savaşların olduğu ve bu savaşların yıllarca sürdüğü yere de başka bir isim verilemezdi her halde.
Allah kalplerini birleştirdi de yeniden kardeşler oldular.
Buyuruyordu Allah’ın Rasulü (s.a.v): “Bana insanların Yesrib dedikleri yere hicret emri verildi.
Fakat orası Yesrib değil, orası Taybe’dir, güzel ve
hoş bir yerdir.”
Hicret iyi ve güzel olanı tercihti.
Ve değiştirmekti kötü ve kerih görülenle iyi ve güzel olanı.
Peygamber de (s.a.v) daha adım atmadan ol şehre kötü olan ismini güzeliyle değiştiriyordu.
Ey Medine;
Peygamber’i bekleyen şehir,
Peygamber’i özleyen şehir,
Şehirlerin anası,
medeniyetin anası…
Buyurdular: “Kim Medine’ye Yesrib derse Allah’a tövbe etsin.”
Ve kardeş savaşlarının olduğu şehirde belki yedi kat el olana, daha dün yabancı olana kardeş olmanın tohumları ekilecekti ki o kardeşlik hâlâ yaşanamamıştır.
Zira garip ümmetin muhaciri her gün çoğalıyorken ensarı azalıyor.

GÖREREK, DUYARAK…

İşte gelmişti.
Ne güzel bakıyor, ne güzel söylüyor.
Sanki güneş doğuyor.
Rubeyyi (r.anha) şimdi O’nun ağzından duyduğu sözlerle bir daha biat ediyor.
Söz veriyor.
“Tek olan Allah’a inanacağıma…”
“Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”
(Fetih suresi, 10)

Rubeyyi (r.anha) verdiği söze sadık kalarak Peygamber’in (s.a.v) üzerine titredi hep; yolunda oldu, yolunda öldü.
Uhud Savaşı’nda birlikteydi.
O ağacın altında da…

Müşrikler tarafından Mekke’ye girerek Kâbe’yi tavaf etmeleri engellendiğinde ve gönderdikleri elçi Osman’ın (r.a) şehit edildiği haberi yayıldığında gerekirse müşriklerle Allah Rasulü’nün (s.a.v) yanında vuruşmak üzere söz veriyordu.

Ve Rabbi ondan / onlardan razı, onlar Rablerinden razıdır o an.

“Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.”

(Fetih suresi, 18)

Kalplerimizden geçeni bilirsin,
Kalplerimizden Mekke geçer, Medine geçer.
Akabe kayalıkları geçer.
O ağacın altında olmak geçer…
Razı olur musun?

ABDEST ALMAK O’NUNLA

Allah Rasulü (s.a.v) zaman zaman Rubeyyi’nin (r.anha) evine gelirdi. Ve burada abdest alırdı. Bir gün abdest almış ve şöyle buyurmuştu:

“Benim bu abdestim gibi kim abdest alır sonra huşu içinde iki rekat namaz kılarsa geçmiş günahları affolunur.”
O’nu seyretmişti Rubeyyi (r.anha) abdest alırken.
O’nun ellerinde su nasıl dururdu ve su nasıl dökülürdü o ellerden tane tane,
Rahmet rahmetle nasıl buluşurdu görmüştü.
Daha sonra bir tabak üzüm ve hurma ikram etti.
Allah Rasulü de (s.a.v) Rubeyyi’ye (r.anha) bir takı hediye ederek “bunu takın” dedi.

Sahabiler O’nun nasıl abdest aldığını Rubeyyi’den (r.anha) sorarlardı. Bir gün Âkil bin ebu Talip (r.a) bu hanım sahabiyi ziyarete geldi ve Peygamber’in (s.a.v) nasıl abdest aldığını sordu. Rubeyyi (r.anha) şöyle anlattı:
“Sevgili Peygamberimiz bize sık gelirdi. Bir gün öğle vakti istirahat etti. Kalkınca su istedi. Su dolu bir ibrik getirdim. Önce ellerini güzelce yıkadı. Ağzına, burnuna su verdi. Yüzünü üç kere yıkadı. Sağ kolunu dirsekle beraber üç defa, aynı şekilde sol kolunu ovarak yıkadı. Sonra başını meshetti. Kulaklarının içini, dışını ve boynunu meshetti. Daha sonra sağ ayağını, topuklarıyla beraber üç defa, aynı şekilde sol ayağını yıkadı. Abdest almayı tamamlayınca şöyle dedi: ‘Benim bu abdestim gibi kim abdest alır sonra huşû ile iki rekat namaz kılarsa geçmiş günahları affolunur’ buyurdu.”

Bizler de bugün Rubeyyi’den (r.anha) dinleriz onun nasıl abdest aldığını.
Benzetmeye çalışırız o abdeste abdestlerimizi.
Açsak avuçlarımızı, su bizim ellerimizde de durur mu o ellerde durduğu gibi?

Bir gün Ebu Ubeyde Rubeyyi’ye (r.anha) “Bana Rasulullah’ı tarif et” dedi. Rubeyyi’nin (r.anha) dudaklarından şu sözler döküldü:

“O’nu görseydin güneş doğuyor zannederdin.”
Hangi hâlini hatırlardın bu sözleri söylerken?
O ağacın altında mıdır?
Medine’ye daha şimdi mi giriyordur?
Saçlarında abdest damlaları inciler gibi parlamakta mıdır?
Yoksa uzaklardan gönlüne doğan hâl midir o?
İçimizdeki bir şehirde
buluyoruz O’nu.

Ve bulduğumuz her an;
Mekke semalarından o güneş doğuyor ve Medine semalarından ışıltıları vuruyor günlerimize gecelerimize.

İçimizdeki bir Yesrib daha Medine oluyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkürler