27 Aralık 2016 Salı

SİVRİSİNEK MUCİZESİ



GİRİŞ
Evrimin Aklı
Hayvanların yaptıkları birçok iş ve hareket, mevcut zekalarıyla gerçekleştiremeyecekleri ölçüde akıl, bilgi, tecrübe ve uzmanlık gerektirir. Basit bir gözlem bile bütün bu üstün özelliklerin hayvanın kendisinden kaynaklanmadığını gösterir. Binlerce kilometre göç eden kuşların hatasız yön bulma yetenekleri, örümceklerin mimarlık harikası ağlar inşa etmesi, karınca kolonilerindeki mükemmel işbirliği ve görev dağılımları, binlerce arının birlikte yaptıkları geometri harikası petekler ve buna benzer sayısız örnek...
Bu hayvanların başardıkları işleri yapmalarını sağlayacak bir akıl ve irade kaynağı ne kendi vücutlarında ne de doğada bulunur.Ancak görünmeyen bir akıl ve gücün bilinçli müdahalesi her aşamada kendini gösterir. Bu akıl ve gücün sahibinin kendisi gözle görülmese de, mevcut olaylardaki her müdahalesi hiçbir şüpheye yer bırakmayacak derecede kendi varlığını kanıtlamaktadır.
Zaten bu noktanın farkında olan evrimci bilim adamları da söz konusu canlının başardığı işlerin çok ötesinde bir gücün varlığını kabul ederler. Ancak akılları daha ileri gidemediğinden ya da gitmesini istemediklerinden bu güce "içgüdü" adını verip konuyu kapatırlar.İçgüdü adını verdikleri gücün gerçek sahibini kabullenmek istemediklerinden, bu kaynağa da aynen içgüdü gibi uydurma bir ad takıp "tabiat ana" derler. Ancak bugüne kadar hiçbir evrimci, içgüdü diye adlandırdıkları emrin verildiği yeri gösterebilmiş değildir. "Tabiat ana" dedikleri şeyi tanımlayabilmiş, taş mı, ağaç mı, nehir mi, dağ mı, deniz mi, yıldız mı olduğunu açıklayabilmiş değildir. İnkarcıların yaptıkları tek şey sürüp giden olaylara kuru isimler takıp insanları Allah`tan uzaklaştırmaktadır.
Sonuçta, gerçek yaratıcıları olan Allah yerine "tabiat ana" adını taktıkları hayali bir ilah edinir, Allah`ın emri ve ilhamına da "içgüdü" adını takarlar. Kuran inkarcıların bu klasik tutumunu şöyle bildirir:
Sizin Allah`tan başka taptıklarınız, Allah`ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir... (Yusuf, 40)
Bu şekilde gerçeklerden kaçarak kendilerini kandırır ve vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Allah`ın varlığını ve O`nun sıfatlarını bu kadar açık bir şekilde vicdanlarında hissetmelerine rağmen "gerçek"ten kaçmalarının ve Allah`ın delillerini inkar etmelerinin sebebini Kuran şöyle açıklar:
Ayetlerimiz (delillerimiz, mucizelerimiz) onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: "Bu, apaçık olan bir büyüdür."
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml, 13-14)
Allah kendi varlığının sayısız delilini insanların gözleri önüne sermiştir. O kendi sonsuz aklını ve ilmini dilediği canlı üzerinde tecelli ettirir. Sonsuz rahmetinden dolayı, insanların kendi varlığını daha kolay ve şüpheye yer kalmayacak derecede farkedebilmeleri için en umulmadık en aciz, beyne bile sahip olmayan canlılara akılalmaz işler yaptırır.
Bunun bir sonucu olarak, kuşlardan sürüngenlere, balinalardan böceklere kadar büyük küçük birçok canlı, insanları hayrete düşüren ve kendilerinden beklenmeyen hareket ve davranışlar sergilerler. Bu hareketlerin çoğu insanları şaşırtır.Bir çoğunun karşısında (örneğin örümceğin çelikten daha sağlam bir ip üretmesi) ise kendini akıllı, bilgili, şuurlu gören insanoğlu bile aciz kalır, hatta bunun benzerini taklit etmeye dahi güç yetiremez.
İşte kitabımızın konusu olan sivrisinek de, böyle birçok yönden insanları hayrete düşürecek davranışlar sergileyen canlılardan yalnızca birisidir. Hatta bu canlılardan en sık karşılaştığımız, varlığına en çok aşina olduğumuz, belki de en az önem verdiğimiz ve en değersiz gördüğümüzdür. "O halde, neden sivrisinek?" sorusu gelebilir aklınıza.
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez.Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara, 26)



MACERA BAŞLIYOR...
Yağmur mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte, kurumuş gölcüklerde büyük bir hareketlilik yaşanır.Gölcük tabanlarında ya da suyla dolma ihtimali olan her çukurda sivrisinekler hareket halinde görülebilirler.Ancak bu sefer uçmuyor, yürüyorlardır.Dikkatli bir şekilde birşeyler arıyor gibidirler.
Sivrisinek gibi uçabilen bir canlının, kendisi için dağlar tepeler sayılacak engelleri yürüyerek aşmaya çalışması oldukça ilginç bir manzara oluşturur.Binlerce sivrisinek hepsi birden, sanki bir yerden emir almışçasına hareket ederler.Çünkü artık onlar için görev zamanı gelmiştir.

Dedektör Sivrisineğin Uzun Yolculuğu...
Yumurtadan çıkan sivrisinek yavrularının, büyüme evrelerini tamamlayabilmeleri için küçük bir su birikintisine ihtiyaçları vardır.Bu, çamurlu bir yağmur suyu, bataklık, çeltik, havuz suyu ya da teneke kapta birikmiş bir su olabilir.Ancak durgun sular sivrisineklerin tercih sebebidir.Çünkü bu sular, içerdikleri fotosentez yapabilen bitki öbekleri sayesinde, oksijence zengindirler.
Sivrisinek yumurtaları su bulunan her ortamda gelişebilirler, ancak bazı şartların sağlanması gerekir: Yumurtadan çıkacak olan larva, yetişkin bir sinek oluncaya kadar farklı evreler geçirecektir. Her evrede de yavru sineğin farklı ihtiyaçları olacaktır.Kuraklık ve aşırı sıcak da yumurtaların gelişimini engelleyebilir. Bu yüzden anne sivrisinek doğacak yavruların tüm gelişme evrelerini rahatça tamamlayabilecekleri bir ortam bulmak zorundadır.
Peki, sivrisinek en uygun yeri nasıl bulacaktır.Bakarak mı, koklayarak mı, tahmin ederek mi, yoksa tesadüfler sonucunda mı?
Sivrisineğin küçük adımlarıyla, yumurtaları için en uygun yeri aramasının zorluğunu daha iyi anlatabilmek için bir örnek verelim; kendinizi tepecikler, ağaçlar ve çukurlarla dolu bir alanda, bir yerlere ulaşmaya çalışırken bir düşünün, üstelik de hiç bir yardımcı aletiniz (araba, şemsiye vs.) olmadan, yürüyerek, sıcak güneşin altında... Ne kadar yorucu olacağını tahmin edersiniz.
Boyutunun küçüklüğünü düşündüğümüzde sivrisinek için de uygun bir yer bulmak böylesine zordur.Ama onun böyle bir arama yapacağı önceden bilindiği için, ihtiyacı da düşünülmüştür ve tetkiklerinde gerekli olacak en mükemmel sistemle donatılmıştır. İşte bu yüzden, yumurtalarını bırakacağı yeri kolaylıkla buluverir: Karnının altında bulunan bir alıcı sayesinde, toprağın nem ve sıcaklık bakımından yumurtalarını bırakmaya uygun olup olmadığını tespit eder. En uygun yeri bulabilmek için de toprağı santim santim, hiç yorulmadan tarar.
10 mm.`lik bir canlının toprağın nemini ve sıcaklığını ölçmesinin nasıl bir işlem olduğunu biraz düşünelim... Toprak ile ilgili bir araştırma yapmak oldukça zahmetli bir iştir.Toprağın neminin, yaşının, verimliliğinin ölçülmesi, içindeki minerallerin, madenlerinin tespit edilmesi, kısacası toprakla ilgili olup insanın işine yarayacak her şeyin belirlenmesi için bu işi için özel tasarlanmış aletlerden faydalanılır.
Ya dedektörler kullanılır, ya da toprağa sondaj yapılıp elde edilen numuneler laboratuvarlarda incelenir. Çünkü neyin, ne kadar derinlikte ve ne yoğunlukta bulunduğunu bilmeden yapılacak bir çalışmadan—örneğin bir kazıdan—sağlıklı bir sonuç elde etmek oldukça zordur. Yapılacak bir hata sonucunda, telafisi güç, emek, zaman ve para kaybı doğar.
Sivrisinek de kesin netice alabilmek için toprağı öncelikle tarar.Genel durumu hakkında bilgiler alır, bunları değerlendirir ve sonucuna göre karar verir. Burada tam donanımlı teknik bir aletten değil, yalnızca 10 mm. boyunda olan küçücük bir canlıdan bahsediyoruz… Karnının altındaki küçük alıcısıyla toprağı adımlayan ve tek düşüncesi yumurtalarına uygun bir yer bulmak olan sivrisinekten…
Buraya kadar anlatılanları kısaca tekrar gözden geçirerek, bunların nasıl ortaya çıkmış olabileceklerini düşünelim.
10 mm. büyüklüğünde bir canlı bilinçli bir arayış içindedir.Amacı yumurtalarının ve yumurtalardan çıkacak yavruların ihtiyaçlarını karşılayacak bir ortam bulmaktır.Bunun için oldukça zahmetli bir işe girer ve söz konusu yeri yürüyerek arar.
Burada ilk olarak üzerinde durulması gereken, sivrisineğin yumurtanın ihtiyaçlarını nereden bildiğidir.
Sivrisineğin ısı değişimi, nem oranı gibi kavramlardan haberi yoktur.Örneğin nemin, birim hacim topraktaki su miktarı olduğunu bilmez.Uygun nemin ve ısının yumurta içindeki enzim ve proteinleri harekete geçireceğinden de haberi yoktur. Proteinin ve enzimin ne demek olduğunu, ne işe yaradığını, hangi şartlarda bunların harekete geçerek yumurtanın gelişimini sağlayacağını sivrisineğin bildiğini, bu bilgi doğrultusunda ileriyi görerek hareket ettiğini düşünmek elbette akıl karı değildir. O halde sivrisinek neden uygun nem ve sıcaklığı aramaktadır?
Sivrisinek düşünme yeteneği olmayan, 1 cm. büyüklüğünde bir böcektir. Hiçbir eğitim almayan, zaten öğrenme yeteneği bile bulunmayan bu böcek hangi bilgi sayesinde, özel bir amaç doğrultusunda hareket eder?
İkinci önemli ayrıntı ise sivrisineğin araştırma yaparken kullandığı teknik donanımdır: Isı ve nemi en hassas biçimde ölçen ve en uygun yere doğuştan yerleştirilmiş bir organ.
Peki sivrisinek bu alete nasıl sahip oldu? Acaba yavrularının ihtiyaçlarını gözlemlerle ve deneylerle tespit eden sivrisinek, kendi vücuduna bir tür "dedektör" eklemeye mi karar verdi? Daha sonra bu karar doğrultusunda kendi vücudunda değişiklikler mi yaptı?
Yoksa "evrim süreci" içinde, bir gün tesadüfen, bir sivrisineğin vücuduna ısı ve nem ölçümü yapabileceği bir organ mı eklendi?
Bu son ihtimal her ne kadar insana garip ve mantıksız da gelse, temeli şuursuz tesadüflere dayanan evrim teorisinin görüşü budur. Teoriye göre bütün canlıların özellikleri, birbirinden bağımsız tesadüflerin yaptıkları değişimlerin, birbirlerine eklenmesiyle ortaya çıkmıştır.
Oysa üstteki soruların yanında, bu tesadüf açıklamasını geçersiz kılan yüzlerce soru vardır. Öncelikle eğer organ tesadüfen ortaya çıktıysa, sivrisinek bu organı hangi amaç için, ne şekilde kullanacağını nasıl öğrenmiştir? Eğer bu organ tesadüfen oluştuysa, bunun bir kerede olması gerekir.Tam çalışmayan ya da eksik ölçüm yapan —örneğin yalnızca nemi veya yalnızca ısıyı ölçen— bir organ işe yaramaz.İşe yaramayan bir organın muhafaza edilmesinin, evrim teorisinin kendi mantığı içinde bile anlamı yoktur.
Sivrisineğin kendi vücuduna özel bir tarayıcı yerleştiremeyeceği, bu tarayıcının hangi amaç uğruna ve nasıl kullanılacağını içeren bilgilerini bir sonraki nesle aktaramayacağı da açıktır.
Ortada kusursuz bir uyum vardır ve tesadüflerin hiçbir şekilde böyle bir uyum yaratamayacağı ortadadır. Kaldı ki bu uyum yalnızca sivrisineğin hayatında değil, bütün canlılarda ve doğanın her köşesinde görülür.


Kanatların Titreşimi ve Neslin Devamı
1920`li yıllarda, Kanada`da yeni inşa edilmiş bir elektrik santralındaki bütün jeneratörler çok kısa bir süre sonra bozulmuştu.Sebep jeneratörlerin motorlarına sıkışmış yüzbinlerce sivrisinekti.Acaba bu sinekleri jeneratörler çeken neydi?Jeneratörler temizlendikten kısa bir süre sonra yine aynı olay tekrarlanınca, sineklerle ilgili bir uzmana başvuruldu ve sorun bu sayede çözümlendi.
Jeneratörlere saldıranların tümü erkek sivrisineklerdi. Sebebi de bu makinelerin içinde kendilerine kur yapan dişilerin var olduğunu düşünmeleriydi! Jeneratörlerin vızıltısıyla dişilerin vızıltısını birbirine karıştırmışlardı.Jeneratörlerin hızının değiştirilmesiyle sivrisineklerin aklının karışması da önlendi.
Bu ilginç olay, sivrisineklerin çiftleşmesini sağlayan çok daha ilginç bir sistemi hatırlatır bize: Erkek sivrisineklerin dişilerini, onların çıkardığı kanat seslerinden tanımalarını. Şimdi bu konunun detaylarına bir göz atalım.
Sivrisineklerin çiftleşmesi havada uçarken gerçekleşir. Fakat erkekler erişkin bir sivrisinek olana kadar, yani kısa yaşamlarının ilk 24 saati boyunca çiftleşemezler. Çünkü bu süre içinde antenleri henüz kurumadığından sağırdırlar.Bu yüzden dişilerin kanat seslerini —yani çiftleşme çağrılarını— duyamazlar.
Sivrisineklerde işitme yeteneği çok gelişmiştir. Erkeğin kafasından çıkan 2 tane küçük ve tüylü antende bulunan çok sayıda duyu hücresinden meydana gelmiş "Johnston organı", ses dalgalarının titreşimlerini alır ve ayırt eder. Bu tüylü duyargalar yalnızca dik durumdayken ses titreşimlerine karşı duyarlıdırlar.
Dişi sivrisineğin kanatlarından çıkan ses erkek sivrisineği etkileyen en önemli faktördür. Dişinin kanat sesleri, erkeğin antenindeki reseptör hücreleri titreştirir ve sivrisineğin beynine elektrik sinyallerini gönderir.Dişiler kanatlarını erkeklerden daha hızlı çırparlar ve dişinin kanatlarından çıkan titreşimler erkeklerde çiftleşme isteğini artırır.Sivrisineklerin bol olduğu yaz günlerinde etraftaki sesleri bir düşünelim. Taşıt sesleri, insan sesleri, hayvan sesleri… Kısacası insanın duyabildiği ve duyamadığı frekanslardaki pek çok ses. Bu kadar ses arasında erkek sineğin, dişisinin cılız kanat sesini duyması oldukça zor bir iş olmalıdır. Ama yine de erkek sivrisineğin hassas "kulakları", bütün bu seslerin arasından dişisinin sesini ayırdeder ve böylece erkek sivrisinek çiftleşmek için dişiye doğru uçar.
Sivrisinek sürüsünün içine düşen bir dişi, erkeklerden biri tarafından farkedildiğinde, erkek sivrisineğin cinsel organının yanında bulunan özel kıskaçlarla tutulur ve çiftleşme genellikle havada bazen de yerde gerçekleşir.Çiftleşmeden sonra erkek, sürüsüne geri döner ve bir süre sonra da ölür.
Bu noktada konuyu daha derin incelemek gerekir. Ortada çok ilginç bir sistem bulunmaktadır. Sivrisinekler karşı cinsi kanat çırpma sesinden tanımaktadırlar.
Peki nasıl olur da, her yıl dünyaya gelen trilyonlarca sineğin herbiri kanatlarını kendi cinsiyetlerini belli edecek frekansta çırparlar?
Her dişi kanatlarını daha yavaş, her erkek de daha hızlı çırpma kabiliyetine sahiptir. İşte burada evrim teorisinin cevaplaması gereken bazı sorular ortaya çıkar.
Eğer sivrisinek yaratılış değil, tesadüflerin sonucunda varolmuş olsaydı, doğan her sivrisineğin kanatlarını rastgele bir hızda çırpması ve bir kaos yaşanması gerekirdi. Çünkü erkeğin daha yavaş, dişinin daha hızlı kanat çırpmasını gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Ancak her cinsiyet mensubu, adeta bir emre uyarcasına, hiçbir mecburiyetleri yokken, kendi cinsiyetlerini belli edecek hızda kanat çırparlar.
Ancak bu frekans farkının gerçekte tek başına bir anlamı yoktur. Eğer erkek sivrisinekte yaratılıştan bulunan üstün algılama yeteneği olmasaydı, bu kanat çırpışların hiçbir anlamı olmazdı. Dişi sivrisineğin çıkardığı titreşimler, insan için ne kadar anlamsızsa, erkek sivrisinek için de o kadar anlamsız olurdu. Böyle bir durumda erkek dişiyi algılayamayacağından, çiftleşme gerçekleşmezdi.
Kuşkusuz bunun tersi de mümkündür. Erkek sivrisinekte üstün bir algılama yeteneği olsa, fakat erkeği de dişisi de bütün sivrisinekler farklı farklı frekanslarda kanat çırpsalardı, bu kez de erkekte üstün bir algılama yeteneğinin bulunmasının bir anlamı olmazdı. Bu, her iki durumda da sivrisineklerin daha o nesilde yokolması anlamına gelirdi.
Bu durum bizlere sivrisineklerin çiftleşmek için birbirlerini tanımalarını sağlayan sistemin, daha ilk sivrisinek çiftinden itibaren varolması gerektiğini gösterir. Bu denli hassas bir mekanizmanın birdenbire ortaya çıkmasının tek açıklaması ise bilinçli bir yaratılıştır.
Çiftleşme gerçekleştikten sonra dişi sivrisinek, erkeğin spermlerini özel bir kesede muhafaza ederek, haftalar boyu döllenmiş yumurta yumurtlayabilir. Dişi sivrisinek çiftleşme anından itibaren kan emmeye başlar, çünkü yumurtalarının gelişebilmesi için kana ihtiyacı vardır.

YUMURTA DÖNEMİ
İnsanlar için gerçekleşmesi imkansız gibi görünen pek çok şey, hayvanlar tarafından şaşırtıcı bir rahatlıkla yapılabilir. Örneğin insan gebelik süresini uzatamaz ama sivrisinekler bunu yapabilirler.
Bazı sivrisinekler, ilk yağmurdan sonra değil, ikinci hatta üçüncü yağmurdan sonra yumurtlarlar. Bu sayede sivrisinek nesli bir anlamda koruma altına alınmış olur.
Sivrisineklerin yumurtalarını bırakmayı geciktirmelerinin önemli bir nedeni vardır. İlk yağmurun neden olduğu zemin nemi ve yerüstü su birikintileri kısa zamanda kuruyabileceği için, larvaların kuru yerde kalma, gelişememe tehlikesi sözkonusu olabilir. Ancak sivrisinek bunu bilir ve çok akıllıca davranır. İlk yağmura kanmaz ve daha sonraki yağmurları bekler.
Doğruyu bulabilmek için soru sorma yöntemini kullanmaya devam edelim.
Sivrisinek ilk yağmur sonucunda topraktaki nemin yeterli olmayacağını, ortaya çıkan su birikintilerinin kısa zamanda kuruyacağını nereden bilmektedir? Sivrisineğin böyle bir tedbir alması için buharlaşma etkisinden haberdar olmalı ve "bu daha ilk yağmur, zamanla toprağın içindeki ve yüzeyindeki su buharlaşabilir, bu yüzden yumurtlamak için bir süre daha bekleyeyim" diye ciddi bir şekilde düşünmesi gerekir.
Sivrisinek bu çeşit bir bilgiyi tecrübe sonucunda elde edemez çünkü bir sonraki yağış mevsimini göremeden ölecektir. Karar vermek için tek bir şansı vardır. Bu şansı doğru kullanabilmesi için de mutlaka daha önceden eğitim görmüş olması gerekir. Fakat daha bir kaç hafta önce dünyaya gelmiştir ve eğitim görmesi de mümkün değildir.
Olayın daha iyi anlaşılabilmesi için bu örnekler verilse de, daha önce de belirtildiği gibi sivrisineklerin zaten öğrenmek gibi bir kabiliyetleri yoktur. Ancak nasıl olursa olur ve sivrisinek son derece doğru ve ileri görüşlü bir karar verir. Bu karar doğacak sivrisineklerin hayatlarını kurtarır.
Bir soru üzerinde durmakta yarar var. Bilgi nasıl olur da nesilden nesle aktarılır? Eğer söz konusu yeni doğmuş bir insan olsa, insanın eğitilmesi yıllar sürer. Bildiği herşeyi doğumdan sonra tecrübe ve eğitim ile elde eder. Ancak bütün ömrü birkaç hafta olan her dişi sivrisinek, ihtiyacı olan bilgiye doğuştan sahiptir. Acaba bu bilgiyi ona kim vermiştir? Sivrisinek kimin emriyle hareket etmektedir?
Bu soru çoğu insanın ilgisini çekmeyecek bir konu _sivrisineklerin üremesi_ üzerine olsa da, cevap bütün insanları ilgilendiren en önemli konuyu içerir.
Çünkü sivrisinek, diğer bütün canlılar gibi göklerin ve yerin Rabbi`nin ilhamıyla hareket etmektedir. Tek gerçek cevap budur. İster bir sivrisinek olsun, ister dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hükümdarı, isterse bu yazıyı okuyan herhangi bir kimse, _ farkında olsa da olmasa da _ Allah`ın kesin kontrolü altındadır. Bir Kuran ayeti bu gerçeği şöyle bildirir:
Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah`a tevekkül ettim. O`nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.) (Hud, 56)


Zor Günlerden Sağ çıkabilmeyi Başarmak…
Sivrisinekler, yumurtalarını yaz aylarında ya da sonbaharda bırakırlar. Bulundukları yerin ısısı, sivrisinek larvalarının gelişebilmesi için çok önemli bir faktördür. Isı belirli bir dereceye ulaştığında (en az 10 0C, en fazla 30 0C) gelişme hızlanabilir, bu sınırlar aşıldığındaysa ya gelişme yavaşlar ya da larva ölür.
Larvaların bu hassas durumlarına karşın yumurtalar, kuraklığa ve soğuğa karşı oldukça dayanıklıdırlar. Gereken koşullar oluşmazsa çatlamadan, yağmurları ve sıcak havayı bekleyebilirler…
Bu cümleyi okudunuz ve geçtiniz, eğer dikkatli bir insansanız "yumurtanın çatlamadan beklediğini" farketmiş olmanız gerekiyor. Süresi dolmuş olmasına rağmen çatlamayan ve bekleyen bir yumurta…
Gereken şartlar oluşmazsa, yumurtanın gelişmesi durur. Bu bir ölüm türü değildir, sadece şartlar iyileşene kadar alınmış bir tedbirdir. Genellikle yumurta evresinde görülen bu gecikme hareketine "diapoz" denir.
Yumurtanın büyümesi için gerekli olan nem ve ısı yeterli olmadığı zaman gelişme durur ve yumurta bozulmadan yıllarca varlığını sürdürür. Yani yumurtada bir nevi ısı-nem sigortası bulunmaktadır. Şartlar uygun olmadığında sigorta devreye girer ve gelişim programını durdurur.
Aslında buna programı durdurur demek o kadar doğru olmaz çünkü uygun şartları beklemek de programın bir parçasıdır. (İçinde bir program olduğu kabul edilen bu küçük canlının boyu yaklaşık 1 mm`dir. 1 mm. ise kurşun kaleminizin ucu kadardır.)
Bu konuda hangi kaynağa başvurulursa başvurulsun, en tutucu evrimciler bile embriyoda bir programın olduğunu kabul ederler. Bu program embriyonun anne karnında veya yumurtada geçirdiği gelişim programıdır ve bir bakıma bilgisayar programına benzer. Programın bütün detayları ise hücre çekirdeğinde bulunan DNA molekülüne yazılmıştır.
Bir sivrisinekle insan veya bir fille papağan arasındaki fark da hücrelerdeki bu yazılım farkından doğar. Yeni döllenmiş bir hayvan hücresi veya yeni döllenmiş bir insan hücresi arasında ilk bakışta bir fark gözükmez. Ancak her hücre, içinde yazan programa sadık kalarak bölünür ve sonuçta ortaya bir sivrisinek çıkar.
Ancak burada aydınlatılması gereken bir nokta vardır: Eğer ortada bir program varsa, onu yazan bir programlayıcı akıl olması gerekir.
En basit bilgisayar programının bile kendiliğinden —yani bilgisayar içindeki bilgilerin tesadüfi etkileşimi sonucunda— var olduğunu iddia etmek oldukça akıl dışı olur. Peki bu durumda, belki de en gelişmiş bilgisayar programlarından üstün olan ve daha insan aklının çözemediği embriyoloji programının tesadüfler sonucunda meydana geldiğini iddia etmek ne kadar mantıklıdır?
Evrimciler işte bunu açıklayamaz ve konuyu oldukça ilginç bir kelimeyle geçiştirmeye çalışırlar. birçok olayda sık sık kullandıkları bu kelime "evrimsel mucize"dir.
Oysa mucize doğaüstü olaylara verilen bir isimdir. Evrim ise bütün varlıkları doğanın kendisinin bugünkü haline getirdiğini iddia eder. Doğanın kendisi doğayı aşıp, doğaüstü birşey gerçekleştiremeyeceğinden evrim mucizesi diye bir kavram söz konusu olamaz. Kısaca, evrim teorisi kendi kendisini çürütür.
Şimdi esas konumuza, sivrisinek yumurtasının gelişmesini durdurup uygun ortamı beklemesine dönelim. Bu özellik sivrisinek açısından son derece önemlidir. Çünkü sivrisinek neslinin devamını sağlar.
Örneğin çöl sivrisineklerinden bir tür, 1-2 yıl sonra bile çatlayabilen kalın kabuklu yumurtalar bırakır. Bu yumurtalar hiç bozulmadan seneler sonra çatlar ve içindeki larvalar sanki hiç bir şey yokmuş gibi gelişme evrelerini tamamlarlar.
Bu dayanıklılıkları sayesinde dünyanın hemen hemen her yerinde sivrisineklere rastlayabiliriz; eksi 60 dereceye varan kutup soğuklarının hakim olduğu alanlarda, maden ocaklarının nemli, sıcak ve havasız ortamlarında, 2-3 kuyudan başka su kaynağı olmayan kilometrelerce genişlikteki çöllerde... İzlanda`nın kuzeyinde, Kutup Dairesi`nin üzerinde "Sivrisinek Gölü" adında bir göl bulunur. Buz göllerinin içinde donmuş olarak bulunan larvalar, buzların çözülmesiyle birlikte, sanki olağanüstü hiçbir şey yokmuş, aylardır buzların altında donmuş olan kendileri değilmişçesine yumurtalardan çıkarlar. Gelişmelerine kaldıkları yerden devam ederler ve erişkin sivrisineklere dönüşürler.


Zor Günlerden Sağ çıkabilmeyi Başarmak…
Sivrisinekler, yumurtalarını yaz aylarında ya da sonbaharda bırakırlar. Bulundukları yerin ısısı, sivrisinek larvalarının gelişebilmesi için çok önemli bir faktördür. Isı belirli bir dereceye ulaştığında (en az 10 0C, en fazla 30 0C) gelişme hızlanabilir, bu sınırlar aşıldığındaysa ya gelişme yavaşlar ya da larva ölür.
Larvaların bu hassas durumlarına karşın yumurtalar, kuraklığa ve soğuğa karşı oldukça dayanıklıdırlar. Gereken koşullar oluşmazsa çatlamadan, yağmurları ve sıcak havayı bekleyebilirler…
Bu cümleyi okudunuz ve geçtiniz, eğer dikkatli bir insansanız "yumurtanın çatlamadan beklediğini" farketmiş olmanız gerekiyor. Süresi dolmuş olmasına rağmen çatlamayan ve bekleyen bir yumurta…
Gereken şartlar oluşmazsa, yumurtanın gelişmesi durur. Bu bir ölüm türü değildir, sadece şartlar iyileşene kadar alınmış bir tedbirdir. Genellikle yumurta evresinde görülen bu gecikme hareketine "diapoz" denir.
Yumurtanın büyümesi için gerekli olan nem ve ısı yeterli olmadığı zaman gelişme durur ve yumurta bozulmadan yıllarca varlığını sürdürür. Yani yumurtada bir nevi ısı-nem sigortası bulunmaktadır. Şartlar uygun olmadığında sigorta devreye girer ve gelişim programını durdurur.
Aslında buna programı durdurur demek o kadar doğru olmaz çünkü uygun şartları beklemek de programın bir parçasıdır. (İçinde bir program olduğu kabul edilen bu küçük canlının boyu yaklaşık 1 mm`dir. 1 mm. ise kurşun kaleminizin ucu kadardır.)
Bu konuda hangi kaynağa başvurulursa başvurulsun, en tutucu evrimciler bile embriyoda bir programın olduğunu kabul ederler. Bu program embriyonun anne karnında veya yumurtada geçirdiği gelişim programıdır ve bir bakıma bilgisayar programına benzer. Programın bütün detayları ise hücre çekirdeğinde bulunan DNA molekülüne yazılmıştır.
Bir sivrisinekle insan veya bir fille papağan arasındaki fark da hücrelerdeki bu yazılım farkından doğar. Yeni döllenmiş bir hayvan hücresi veya yeni döllenmiş bir insan hücresi arasında ilk bakışta bir fark gözükmez. Ancak her hücre, içinde yazan programa sadık kalarak bölünür ve sonuçta ortaya bir sivrisinek çıkar.
Ancak burada aydınlatılması gereken bir nokta vardır: Eğer ortada bir program varsa, onu yazan bir programlayıcı akıl olması gerekir.
En basit bilgisayar programının bile kendiliğinden —yani bilgisayar içindeki bilgilerin tesadüfi etkileşimi sonucunda— var olduğunu iddia etmek oldukça akıl dışı olur. Peki bu durumda, belki de en gelişmiş bilgisayar programlarından üstün olan ve daha insan aklının çözemediği embriyoloji programının tesadüfler sonucunda meydana geldiğini iddia etmek ne kadar mantıklıdır?
Evrimciler işte bunu açıklayamaz ve konuyu oldukça ilginç bir kelimeyle geçiştirmeye çalışırlar. birçok olayda sık sık kullandıkları bu kelime "evrimsel mucize"dir.
Oysa mucize doğaüstü olaylara verilen bir isimdir. Evrim ise bütün varlıkları doğanın kendisinin bugünkü haline getirdiğini iddia eder. Doğanın kendisi doğayı aşıp, doğaüstü birşey gerçekleştiremeyeceğinden evrim mucizesi diye bir kavram söz konusu olamaz. Kısaca, evrim teorisi kendi kendisini çürütür.
Şimdi esas konumuza, sivrisinek yumurtasının gelişmesini durdurup uygun ortamı beklemesine dönelim. Bu özellik sivrisinek açısından son derece önemlidir. Çünkü sivrisinek neslinin devamını sağlar.
Örneğin çöl sivrisineklerinden bir tür, 1-2 yıl sonra bile çatlayabilen kalın kabuklu yumurtalar bırakır. Bu yumurtalar hiç bozulmadan seneler sonra çatlar ve içindeki larvalar sanki hiç bir şey yokmuş gibi gelişme evrelerini tamamlarlar.
Bu dayanıklılıkları sayesinde dünyanın hemen hemen her yerinde sivrisineklere rastlayabiliriz; eksi 60 dereceye varan kutup soğuklarının hakim olduğu alanlarda, maden ocaklarının nemli, sıcak ve havasız ortamlarında, 2-3 kuyudan başka su kaynağı olmayan kilometrelerce genişlikteki çöllerde... İzlanda`nın kuzeyinde, Kutup Dairesi`nin üzerinde "Sivrisinek Gölü" adında bir göl bulunur. Buz göllerinin içinde donmuş olarak bulunan larvalar, buzların çözülmesiyle birlikte, sanki olağanüstü hiçbir şey yokmuş, aylardır buzların altında donmuş olan kendileri değilmişçesine yumurtalardan çıkarlar. Gelişmelerine kaldıkları yerden devam ederler ve erişkin sivrisineklere dönüşürler.



Batmayan Yumurtalar
Yumurta denildiğinde akla klasik yumurta şekli gelir. Oysa sivrisinek yumurtaları türlerin yaşadığı yerlere, o ortamdaki düşmanlarına ya da karşılaşabilecekleri tehlikelere göre değişik özelliklerde yaratılmışlardır. Kimi çok özenle paketlenmiş, kimileri sıkıca bir yerlere tutturulmuş, kimileri de batmamaları için hava yastıklarıyla desteklenmiştir.
Dişi sivrisinekler bir seferde 40 ila 200 arasında yumurtayı suya bırakabilirler. Her üç haftada bir yumurtlayanları olduğu gibi, senede bir yumurtlayanları da vardır. Bu yumurta çeşitlerinden belli başlıları şunlardır:



Disk Yumurtalar
Culex türünün yumurtası, alt kısmında huni şeklinde bir oyuk taşır. Bu oyuğun, insana, ilk bakışta bir anlamı yok gibi gelir. Oysa ileri aşamalarda son derece önemli bir görevi olduğu ortaya çıkar: Bu oyuk, içine dolan hava sayesinde bir cansimidi işlevi görmekte ve yumurtanın su üzerinde kalmasını sağlamaktadır.
Ancak dikkat edilirse ortada ciddi bir sorun vardır: Yumurtanın altında yeralan bu cansimidinin, yumurtanın "alabora" olması sonucunda işe yaramaz hale gelmesi çok kolaydır. Bu nedenle bu yumurta tek başına suya bırakıldığında, uzun süre su yüzeyinde kalamaz. En ufak bir sallantıda dengesini yitirir, devrilir ve alt tarafında hava bulunan delik su dolarak yumurtanın batmasına neden olur.
Oysa yumurtaların yaşayabilmeleri için suyun üzerinde kalmaları gerekir. Çözümü size, akıl sahibi insanoğluna soralım; yumurtaların batmaması için siz olsanız ne yapardınız?
Sivrisinek bu problemi çözecek en akılcı yolu kullanır. Yumurtaları birbirine yapıştırarak sorunu çözer. Bir disk şeklinde birbirine yanyana yapıştırılan yumurtalar, suyun üzerinde yüzen bir sal oluştururlar. Çapı yaklaşık 11 mm. olan bu disk suyun üzerinde kolaylıkla yüzer. Yumurtaların altındaki oyukta bulunan hava ve yumurtalar arasındaki boşluk, bir hava yastığı görevi görür ve diski suyun üzerinde tutar. Böylesine akılcı bir yöntem kullanılmazsa, yumurtalar suyun içine batar ve ölürler.
Peki suyun kaldırma kuvvetinden haberi bile olmayan sivrisinek, probleme en uygun çözümü nasıl bulmuştur. Dahası ortada bir problem olduğunun farkında mıdır ki, probleme bulduğu çözümden bahsedilebilsin?
Yumurtaları tek tek birbirine yapıştırmak ve özenle bir sal yapmak oldukça zahmetli bir iştir. Bu yumurtaların bir sonraki mevsimde çatlayacağı düşünülürse, sivrisinek uğraşısının sonucunu göremeden ölecektir. Yumurtladıktan sonra yumurtalarıyla hiçbir bağı kalmadığı, kendi yaşamını sürdürmek açısından hiçbir çıkarı olmadığı, kısa bir süre sonra öleceği halde, kendi ölümünden sonra yumurtalarının güvenliğini sağlamak için büyük bir çaba harcamaktadır.
Burada özellikle altını çizmemiz gereken nokta, sivrisineğin bu çabası sonucunda hiçbir çıkarı olmadığıdır. Yaptığı bu zahmetli işin kendi hayatına hiçbir etkisi yoktur. Yani hayatta kalmak için değil, gelecek bir nesli kurtarmak için çaba göstermektedir. Hiçbir zaman göremeyeceği, nasıl bir ortamda, hangi şartlarda gelişeceklerini, ne gibi tehlikelerle karşılaşacaklarını bilemeyeceği bir nesli kurtarmak amacıyla, en doğru kararı verir ve oldukça zor bir iş başarır.
Normal olarak bir böceğin yapması gereken, yumurtlama zamanı geldiğinde, yumurtalarını rastgele yerlere yumurtlamasıdır. Tek amacı hayatta kalmak, yemek yemek ve çiftleşmek olan bu böcek, sonucunu bile göremeyeceği bir iş için neden çaba göstermektedir? Bu çabayı sivrisineğe gösterten güç nedir?
Çok açıkça görülmektedir ki, sivrisineğin bir yaşam kavgası yoktur. O, yapılabilecek en doğru ve sağduyulu hareketi, kendisine verilen ilham sonucunda yapmaktadır.
Evrimcilerin, daha doğrusu yaratılışa körü körüne karşı olan kimselerin yanıtlamaları gereken bir başka soru vardır. Sivrisinek, yumurtaların batmaması için en uygun çözümü nasıl bulmuştur?
Evrimcilerin hiçbir şekilde cevaplayamadıkları bu soruyu bir an için gözardı edelim.
Her ne kadar imkansız da olsa, sivrisineğin başka yumurtaları gözlemlediğini, uzun uzun düşünerek böyle bir çözümü kendisinin bulduğunu varsayalım. Durum böyle olsa bile, eğer yumurtaların altında doğuştan bir hava oyuğu bulunmazsa, sivrisineğin yapmaya çalışacağı sal bir işe yaramayacaktır.
Dahası sivrisinek, yumurtalarını birbirlerine yapıştıracak ve suda etkisini zamanla yitirmeyecek doğal bir yapıştırıcıya doğuştan sahiptir. Bu yapıştırıcı olmazsa ne yumurtaların altındaki hava deliğinin, ne de sivrisineğin bir sal yapmaya karar vermesinin bir anlamı olmaz.
Sivrisineğin yaptığı salın disk şeklinde olmasının da bir anlamı ve amacı vardır. Sal için disk en uygun şekildir. Eğer sivrisinek başka bir geometrik şekil kullansa (örneğin ince uzun bir dikdörtgen yapsa), sal kolaylıkla alabora olur. Disk şekli, su kuvvetiyle oluşması muhtemel momentleri en uygun şekilde dağıtarak, güvenliği sağlar.
Birbiriyle bu kadar uyumlu bir sistemi oluşturan detayların, zaman içinde, şuursuz tesadüfler sonucunda, kendi kendine oluştuğunu iddia etmek ise akılla uyuşmayan bir durum teşkil eder. Dahası, bu detayların birinin eksik olması bütün sistemin bir daha geri gelememek üzere yokolmasına sebep olur. Sivrisinek, "deneme-yanılma" gibi bir yolla geliştiremeyeceği, tesadüfler sonucunda kesinlikle oluşamayacak bir biçimde yumurtalardan oluşan bir sal yapmaktadır. Bu durumun yegane açıklaması ise, doğumundan en fazla bir kaç hafta sonra bu salı yapan canlının, bu iş için gerekli bilgi ve donanıma sahip kılınmış ve bu iş için "programlanmış" olduğudur.



Jelatinlenmiş Yumurtalar
Gıdaların bozulmadan saklanmaları için son birkaç on yılda oldukça etkili yöntemler geliştirilmiştir. Bunlardan en önemlisi, ambalajlamadır.
Sürü sivrisinekleri olarak bilinen sivrisinek türü de, yumurtalarını saklamak için bu yöntemi kullanır.
Yumurtalar, jelatinimsi bir madde yığının içine, bir çerçeve veya ip şeklinde bırakılır. Jelatinimsi kitle yumurtaları mekanik etkilerden, kurumaktan, ani ısı değişimlerinden ve düşmanlardan korur. Ayrıca sivrisinek, bu madde sayesinde, yumurtaları bitki ya da taşlara yapıştırır ve böylece yumurtaların suyun içinde kaybolmalarını engeller.



Cansimidi Yumurtalar
Sıtma mikrobunu taşıyan sivrisinek olan Anopheles`in yumurtaları, suya batmalarını engelleyecek ve su yüzeyinde kalmalarını sağlayacak özel bir şekle ve yapıya sahiptirler. Yumurta kabuğunun dışındaki hava odacıkları ve yumurtayı saran yüzme kenarları yumurtayı su üstünde tutar. Yüzme kenarları suyun yüzey gerilimini artırır ve yumurtanın bu gerilim sayesinde batmamasını sağlar.
Yüzey gerilimi suyun yüzeyinde oluşan bir güçtür. Özellikle küçük canlılar bu gücü aşamazlar. Ancak bu çoğu kez olumsuz bir durum değildir çünkü bu sayede böcekler suyun üzerinde rahatlıkla yürüyebilirler. Kimi böcekler bacaklarında bulunan destek yapıları sayesinde _ayaklardaki tüycükler, ayağı kaplayan yağlı salgılar gibi_ su üzerinde çok daha kolay hareket edebilirler.
Anopheles sivrisineğinin yumurtalarının üzerindeki hava odacıkları ve yüzme kenarları da, yüzey gerilimi kanunundan en yüksek verimle yararlanacak biçimdedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, ne yumurtaların içindeki larvaların, ne de kendisi de bir zamanlar bu yumurtadan çıkmış olan anne sivrisineğin, yüzey gerilim kuvvetinden ve bu kuvvetten yararlanmak için yumurtaların üzerinde bulunan yapılardan haberleri yoktur.
Böyle bir özelliğin zaman içinde kazanılmasına da imkan yoktur. Eğer bu yapı yumurtanın üzerinde bir seferde ortaya çıkmazsa, Anopheles`in bütün yumurtaları suyun dibine batar ve sivrisineğin nesli tükenir.
Ancak böyle bir durum söz konusu olmaz. Çünkü Anopheles`in de, diğer canlıların da varlıklarını sürdürmeleri için ihtiyaçları olan en uygun tasarım, kendileri için Allah tarafından yapılmıştır.



Marangoz Sivrisinek
Sivrisinekler yumurtalarını her zaman durgun bir su birikintisinin içine bırakmazlar. "Cylindrotoma Sivrisineği", yumurtalarını bırakmak için daha ilginç ve zor bir yöntem kullanır. Bu türün dişisi, yumurtalarını bir bitkinin dokusuna yerleştirir.
Burada çok önemli bir ayrıntı vardır. Herhangi bir böcek, bitki dokularını kolay kolay kesemez. Özellikle sivrisineğin boyutu düşünüldüğünde bu zorluk, insanın elinde hiç bir aleti olmadan kalın bir ağacı kesmesine benzer ki, bu imkansızdır. Peki o halde sivrisinek ne yapar?
Sivrisinek bu problemi, kendisine yaratılıştan verilen bir özellik sayesinde aşar. Başının üzerinde bulunan ve bir testere görevi gören kesici organla, bitki dokularını rahatlıkla keser. Üst kısmından kestiği bitkilerin içine yumurtalarını iter. Bazen bir yaprakta bu şekilde bırakılmış 70 yumurtaya rastlanabilir.
Rastgele bir yere bırakmak varken, zahmet gerektiren bir şekilde, üstelik de zorlu bir yeri yumurtalarını bırakmak için seçmiştir. Tek amacı yemek ve yaşamak olan bir böcek niçin kendisini zora sokar ve oldukça zahmetli bir işe kalkışır?
Cylindrotoma zorluklardan hoşlandığı için mi böyle yapar?
Neden diğer türlerde değil de sadece bu türdeki sivrisineklerin başında kesici organ vardır?
Bu organı bir alet gibi kullanma bilgisi, doğan her sineğe kim tarafından verilmiştir?
Yumurtalarını güvenliğe almak için bitki dokularını kesmeyi sivrisinek nasıl akıl etmiştir?
Tüm bu sorular bizi yine aynı cevaba götürür: Sivrisinek, yaptığı işi yapabilmesini sağlayacak özel bir dizayn ile ve kendisine bu işi yaptıracak bir tür "programla" birlikte yaratılmıştır.



Bambu Sivrisineği
"Leicester sivrisineği" yumurtalarını bambu saplarının deliklerine bırakır. Bambu saplarının içi güvenli olduğu kadar, larvaların ihtiyaçlarına da cevap verebilecek bir ortamdır.
Sivrisinek yumurtalarını bırakırken —tıpkı diğer sivrisinekler gibi— kendisine özgü akılcı bir yol izler. Leicester arka bacaklarını bambu saplarındaki deliklerden, içeride birikmiş suya sokar, yumurtalar suya düşer ve gelişimlerini burada sürdürürler.
İlk yağmurlarla birlikte yumurtalar kuluçka dönemine girerler. Yumurtlamayı takip eden 2-3 gün içinde kuluçka dönemi biter ve kurtçuklar çıkmaya başlar. Yumurtanın içinden kurtların olgunlaşarak çıkmaları hemen hemen aynı dakika içinde olur. Bir dakika içinde bütün kurtlar suda gezmeye başlar. Bunlar hiç durmadan, ne bulurlarsa yer ve müthiş bir süratle büyürler.
Acaba bu sivrisinek türünün ataları, yaptıkları gözlemler sonucunda yavrular için en güvenli ortamın bambu sapları olduğunu tespit etmiş, daha sonra bütün soyun bu yöntemi izlemesine mi karar vermişlerdir? Sonra da bu emir nesilden nesile, doğan her dişi sivrisineğe ulaştırılmış mıdır?
Görüldüğü gibi bu tip sorular her aşamada kaçınılmaz olarak insanın karşısına çıkar. Bu soruların cevapları normal ve vicdanlı bir insanı tek noktaya yani bilinçli yaratılışa götürür. Dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir bambu sapının içindeki bir su birikintisinde, bilmediğimiz, aklımıza dahi gelmeyen bir hayat vardır ve bu hayat son derece ustaca bir biçimde yaratılmıştır. İnsana düşen ise, bu yaratış örneklerini görmek ve bunları yaratan Allah`ın gücünü takdir etmektir. Çünkü Kuran`a göre;
Allah`ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, (ve) her canlıyı orada üretip-yaymasında düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır. (Bakara, 164)



LARVA DÖNEMİ
Yumurtadan çıkan yavru sivrisinek, erişkin haliyle hiç ilgisi olmayan bir görünümdedir. Sanki bambaşka bir canlıdır. Yaklaşık 1-1,5 mm. uzunluğunda olan larvanın vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere 3 bölüme ayrılmıştır. Başı oval görünümdedir ve iki yanında birleşik gözler ve gözlerin önünde de kısa bir anten mevcuttur. Ancak larva, bu hale gelip erişkin bir sivrisineğe dönüşünceye kadar çok zorlu bir yolculuk geçirir.
Larvalar su altında yaşarlar. Sürekli yedikleri için, bir hafta içinde 6-7 kat büyürler. Bu dönem sivrisineğin yaşamı boyunca büyüdüğü tek dönemdir. Larva sadece acıkır, yemek yer ve büyür.
Larvanın bu dönemde nefes alabilmesi için su üzerinde boğulmadan asılı durması gereklidir. Ancak ortada bir problem vardır. Sürekli beslenmesi gereken sivrisinek, suyun üzerinde asılı dururken yemeğine nasıl ulaşacaktır? Bunun için çok özel bir yöntem bulması gerekir, ancak sözünü ettiğimiz canlı ne bir şey düşünebilen ne de bir yöntem geliştirme kabiliyetine sahip olan, yalnızca bir buçuk milimetre büyüklüğünde bir larvadır. Ve bu larvanın acilen beslenmesi gereklidir, yoksa ölecektir.
Larva zorunlu durumlarda suyun içine dalabilir. Ancak bu uzun süremez çünkü nefes almak için tekrar su yüzeyine dönmek zorundadır.
Larvanın başaşağı su içinde dururken yemek yiyebilmesi için, doğuştan kendisine verilmiş çok önemli bir mekanizma vardır. Avına her zaman kendisi gidemeyen larva, suyu hareketlendirerek avını ayağına getirir. Ağzının iki yanında, 4 set halinde bulunan ince tüylü bir fırçayı hızlı bir şekilde sallayarak suda bir akıntı yaratır. Böylece suda bulunan bakteriler, suyun hareketiyle larvanın ağzına gelirler. Larva fırçalara takılan bakterileri yer. Bir sivrisinek larvası günde 100-1000 cm3 suyu süzebilir.
Burada çok açık bir dizayn vardır; larvanın ağzının etrafındaki fırça, hayvanın beslenebilmesi için yapılmış özel bir alettir. Larvanın sahip olduğu bu sistem sayesinde boğulmadan besinine ulaşması ise, küçücük bir larvanın bile Allah`ın "rızık veren" (Rezzak) sıfatının koruması altında olduğunu gösterir. Nitekim Kuran bu gerçeğe özellikle dikkat çekmektedir:
Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut, 60)



Yanıbaşındaki Düşman
Tüm sivrisinek larvalarını, suda kendi halinde yüzen ve beslenmek için bakterilerle yetinen sakin canlılar olarak tanımlamak doğru olmaz Bazı türlerin larvaları oldukça yırtıcıdır. Bu dönemde sürekli olarak beslenen kimi larva türleri yiyecek bulamadıklarında birbirlerini yerler. Bu yüzden larvalar için temiz sular değil, bakterice zengin kirli sular daha uygundur. Bu tür larvaların olduğu temiz sularda, sal şeklindeki bir yumurta grubunun içinden yalnızca birkaç tane larva hayatta kalır.
Ancak anne sivrisinek adeta bunu bilir ve yumurtalarını bırakmak için daha çok kirli suları seçer! Kirli sularda, sal şeklindeki bu yumurtalardan yaklaşık 100 tanesi sağlam olarak çıkar.
Burada sivrisineğin yaptığı bir seçim söz konusudur. Sivrisinek biri temiz biri kirli iki farklı suyla karşılaştığında seçimini kirli sudan yana kullanır.
Acaba sivrisinek, türünün devamı için geçerli olan bu önlemleri düşünerek mi yoksa gözlemleyerek mi bulmuştur. Hayır, sivrisinek bu ikisini de yapamaz. Sivrisineğin tecrübe kazanması, bu doğrultuda kararlar vermesi ve bunu gelecek nesillere aktarması elbette ki söz konusu değildir.




Su Yüzüne Çıkmadan Nasıl Nefes Alınır?
Mansonya türünün larvası, soluk alabilmek için suyun yüzeyine çıkmaz. Bunun yerine oldukça akıllıca ve zor bir yöntem izler.
Su altındaki oksijen, suda çözünmüş olarak bulunur ve burada yaşayan bütün canlılar (bitkiler ve hayvanlar) bunu kullanırlar. Bitkiler köklerinde ve dokularında bu oksijeni biriktirirler.
Mansonya larvası bitkilerdeki bu "paketlenmiş" oksijeni kullanır. Larvada, su bitkilerinin köklerini ve dokusunu delmeye ve bunların içindeki havayı çekmeye yarayan testere biçiminde bir organ vardır. Bunu kullanarak oksijen ihtiyacını rahatlıkla karşılar ve suyun altında sürekli olarak kalabilir.
Burada yine büyük bir dizayn görülür. Su yüzeyine çıkmayan mansonya larvasının yapısında, bitki köklerini delebilmesi ve bu köklerin içlerindeki havayı çekebilmeleri için gerekli olan herşey vardır.
Dahası larva, vücudundaki bu "alet"lerin ne amaçla kendisine verildiğini bilir. Larvanın bildikleri bununla bitmez. Larva oksijene ihtiyacı olduğunu ve bu oksijenin bitkilerin köklerinde bulunduğunu da bir şekilde bilmektedir. Yalnızca 1.5 mm. boyunda ve dünyaya yeni gelmiş bir larvanın nasıl olup da bütün bunları bildiği ise evrimciler açısından cevaplanamayan bir sorudur.



Akıntılı Sularda Ne Yapılır?
Akıntılı yerlerdeki larvalar yaşamak için bir yerlere tutunmak zorundadırlar. Vücutlarındaki destek sistemleriyle bu problemin altından kolayca kalkarlar.
Çok hızlı akan sularda bulunan bazı larva türlerinin arkalarında 45 derece eğimle vücutlarıyla birleşmiş uzun bir itici bulunur. Bu iticinin ucunda bulunan küçük kitin kancaları sayesinde larva herhangi bir yere tutunabilir ve kendisini akıntıya karşı korumaya alır. Özellikle Heptegina cinsi sivrisineğin larvası bu vantuz sayesinde güçlü akıntılara dayanabilir.



Sivrisineğin Evi
Bazı sivrisinek larvaları doğuştan mimardırlar. Kendilerini bir yerlere yapıştıracak vantuzları olmayan bu larvalar, hem düşmanlarından korunmak hem de akıntıya karşı koyabilmek için kendi evlerini kendileri yaparlar. Bu ise başlı başına ilginç ve şaşırtıcı bir iştir, çünkü her aşaması zorluklarla doludur.
Öncelikle yumurtadan çıkan larvanın, güvenliğini sağlamak ve akıntıya karşı koyabilmek için bir eve ihtiyacı olduğunu fark etmesi, bunun üzerine bir ev yapmaya karar vermesi gerekir.
İkinci aşamada larva bir plan yapmalıdır.Ancak ortada bir sorun vardır. Larvanın elinde ne bir teknik alet ne de bir alet gibi kullanabileceği bir organ —gaga, pençe, el vs.— vardır. Dahası ev yapabilmek için su altında pek fazla malzeme de yoktur.
Ancak bütün ihtiyaçları önceden düşünülmüş olan larva, ev yapması için gerekli malzemeye doğuştan sahiptir. Kolaylıkla şekil verebileceği jelatinimsi bir madde salgılar. Bu malzemeyi en doğru şekilde kullanan larva, kendisi için en uygun şekilde, iki tarafı açık boru benzeri bir yuva yapar. Bu yuvayı ya çamur veya kuma gömer, ya da yanında taşır.
Burada dikkat edilmesi gereken, larvanın doğar doğmaz kendini güvenceye almak için ev yapmaya başlaması ve ihtiyacı olan maddeyi vücudunda hazır bulmasıdır.
Larva bir kimyager olmadığına göre bu salgıyı larvanın kendi zeka ve bilgisiyle ürettiğini düşünmek pek akıllıca olmaz. Kendi aklı ve zekasıyla üretse bile bunu üreten bir sistemi kendi vücuduna yerleştirmesi gibi birşey düşünülemez. Mimari bir eğitimi olmadığına göre, böyle bir yuva yapıp kuma gömmeyi planlayamayacağı da ortadadır.
Herhangi bir larva, evrimcilerin iddia ettiği gibi bu özellikleri tesadüfen veya tecrübeyle kazanmış olsa, edindiği bilgileri bir sonraki nesile da aktaramaz. Yeni doğan bir canlı, kendisine öğretecek biri olmadan öğrenemez.
Eğer bir canlı bir bilgiye doğuştan sahipse, bu bilgiyi en doğru şekilde kullanıyorsa ve bu bilgiyi kullanabileceği bütün imkanlara ve malzemelere doğuştan sahipse, bunun tek bir anlamı vardır: Bu bilgi ve özellikler, canlıya, kendisini yoktan vareden Allah tarafından verilmektedir.



Başaşağı Nefes Almak
Larva gelişme döneminde sürekli yemek yer. Bunun için de ağzının sürekli suyun içinde olması ve başaşağı durması gerekir. Ancak larvanın ikinci bir temel ihtiyacı da nefes almaktır. Peki bu iki temel ihtiyacı —yemek yemek ve başaşağı dururken nefes almak— aynı anda nasıl karşılayacaktır?
İnsanlar suyun içinde nefes alabilmek için bir takım özel aletlerden (oksijen tüpü, şnorkel, hava pompası, vs.) yararlanırlar.
Sivrisinek larvası da, doğuştan bir dalış teçhizatına sahiptir. Suyun içinde başaşağı dururken, vücudunun arka tarafında bulunan solunum borularıyla nefes alır. Kimi larvalar da suya paralel durur ve karınlarında bulunan üç solunum deliğini kullanırlar. Bu sistemler, dalgıçların kullandığı şnorkel ve hava pompalarının bir benzeridir.
İnsana belki de biyolojik bir ayrıntı gibi gelen bu cümleler aslında bir gerçeği ortaya çıkartır: Eğer ortada böylesine akılcı bir dizayn varsa, mutlaka onu yaratan bir akıl vardır. Bu akıl, "alemlerin Rabbi", yani en küçükten en büyüğe kadar tüm dünyaların, tüm boyutların hakimi, eğiticisi ve düzenleyicisi olan Allah`a aittir.
Allah yarattığı varlıklar üzerinde sanatını tecelli ettirerek insanlara kendi varlığının delillerini gösterir. Bu sanat _ ister insan beyninin karmaşık yapısında olsun, isterse bir sivrisinekte_ her yerde kendini gösterir. İşte bu yüzden Bakara Suresi`nin 26. ayetinde, tek başına bir sivrisineğin bile, Allah`ın vermekten çekinmeyeceği kadar büyük bir örnek olduğu belirtilir:
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara, 26)



Şnorkele Su Kaçarsa...
Sivrisineğin şnorkel benzeri bir solunum borusuyla nefes aldığını yukarıda belirttik. Ancak şnorkelle nefes almanın bir tehlikesi vardır. Eğer suda oluşacak bir dalgalanma ya da rüzgar şnorkelin içine su kaçırırsa bu, sivrisineğin boğulmasına neden olur.
Ancak çok özel bir tedbir sayesinde bu durum engellenmiştir. Şnorkellerin havayla temas eden uç kısmı özel bir yağla doğuştan kaplıdırlar. Bu yağın özelliği suyu iten (hidrofob) bir yağ olmasıdır. Larva başaşağı su içinde dururken, bu yağ sayesinde solunum borusunun deliklerinden içeri su giremez.
Bu salgı özel olarak su için yaratılmıştır. Larva sudan başka bir sıvının, örneğin petrolün içine konulduğunda, salgı görevini yapamaz. Petrol şnorkelden içeri girer ve larvanın boğulmasına neden olur.
10 milimetrelik bir larvanın, birkaç milimetre uzunluğundaki solunum borusunun ucunda böyle özel bir yağın varolması, üzerinde durulmadan geçilebilecek bir konu değildir. Ayrıntılara dikkat edelim:
- Suyun şnorkelden içeri girme riskine karşı böyle özel bir önlem alınması.
- Salgının tam ihtiyaç duyulan yerdeki, yani solunum borusunun ucundaki hücreler tarafından salgılanması.
- Bu yağlı salgının her yeni nesilde kendiliğinden varolması...
Bütün bunların varlığı tesadüflerle açıklanabilir mi?
Elbette ki hayır.
Çünkü tesadüfler karmaşaya neden olur. Milyarlarca tesadüfün ardarda sıralanması ise kaos anlamına gelir. Birbirinden bağımsız parçalardan oluşan ama bu parçaların uyumu sayesinde ortak bir amaca hizmet eden sistemler ve mekanizmalar, kaos sonucunda değil, ancak bilinçli bir dizayn sonucunda ortaya çıkabilirler.
Evrim teorisi ise mevcut canlıların bugünkü hallerine daha basit yapıda olan canlıların zamanla gelişmesi sonucunda ulaştığını öne sürer. Evrime göre bu gelişim, zamanla meydana gelen tesadüfi değişimlerin, basamak basamak birbirine eklenmesi sonucunda gerçekleşmiştir.
Her ne kadar Latince isimler ve karmaşık terimlerle "bilimsel" bir kılıfa sokulmaya çalışılsa da, evrim teorisinin temel mantığı tek kelimeyle ifade edilebilir: "Tesadüf".
Şimdi sivrisineğin nefes almasını sağlayan özel yapısının nasıl varolmuş olabileceğini, evrim teorisinin iddialarını da göz önüne alarak inceleyelim.
Evrime göre bundan binlerce yıl önce daha basit yapılı sivrisineklerin bulunması gerekirdi. Bu hayali senaryoya göre, o zamanki sivrisineklerin solunum borularının daha oluşmadığını varsayalım. Peki o zaman sivrisinek larvaları ne yapacaklardı?
i) Larva suyun içinde başaşağı durmayacak, nefes almak için başını suyun üzerinde tutacaktı. Bunun kaçınılmaz sonucu bütün larvaların açlıktan ölmesi olurdu.
ii) Tesadüfen larvanın vücuduna bir solunum borusu eklendiğini varsayalım (bunun teknik olarak imkansızlığına ileride değineceğiz), solunum borusunun ucunda bulunan ve suyun boruya girmesine engel olan yağ olmadığından larva boğularak ölecekti. Larvanın, bu yağı sentezleyen hücrelerin vücudunda oluşmasını bekleyebileceği tek bir saniyesi bile olamayacaktı. Kısaca bu evrim teorisinin kendi içerisinde çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
iii) Solunum borusunun ve borunun ucunda bulunan yağın aynı anda bir şekilde larvanın vücuduna eklendiğini varsayalım. Bu yalnızca o larvanın hayatını kurtarırdı. Çünkü vücudunda oluşan bir değişimi bir sonraki nesile aktaramayacaktı. (Parmağı kesilen bir kadının çocuğunun eksik parmakla doğmayışı gibi.) Oysa, vücuttaki değişimin bir sonraki nesle aktarılabilmesi için, evrimin yeni organ veya organel oluşturmakla kalmayıp bunun genetik kodunu da canlının üreme hücrelerinde bulunan DNA`ya eksiksiz olarak eklemesi gerekmektedir.
Bu nokta çok önemlidir. Bu yüzden konuyu bir başka örnek üzerinde inceleyelim. Örneğin insanın atası olduğunu varsayacağımız bir canlının vücuduna yeni bir organ, mesela karaciğerin eklenmesini düşünelim. Karaciğerin genetik kodu, milyonlarca şifreden oluşur. Bu şifrelerin hepsinin aynı anda, o canlının üreme hücrelerindeki DNA`ya katılması gerekir ki bir sonraki nesilde de ortaya bir karaciğer çıksın. Milyonlarca şifre içinde yapılacak tek bir hata, karaciğerin oluşamamasına, daha doğrusu işe yaramamasına ve canlıya yarar değil zarar vermesine yol açar. Sözünü ettiğimiz hayali canlı yaşamını sürdüremez ve yokolur gider.
Burada bir nokta daha vardır. Söz konusu canlı, vücudunda bir karaciğer oluşana kadar ne yapacaktır? Karaciğerin vücutta yürüttüğü hayati fonksiyonları hangi organ yapacaktır? Kısacası böyle bir canlının bir zamanlar varolduğunu düşünmek bile mantıksızdır. İlk insan, tam ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmış; yani yaratılmış olmalıdır.
Aynı şekilde sivrisinek de, sahip olduğu özellikleri DNA`sında genetik şifre olarak taşımak zorundadır. Aksi takdirde bir sonraki nesil bundan mahrum kalır. Sivrisineğin atası olduğunu varsaydığımız hayali canlının üreme hücrelerine, hem solunum borusunun, hem de bu borunun ucundaki hücrelerin ürettikleri yağın genetik şifrelerinin aynı anda, eksiksiz, hatasız olarak katılması gerekir ki, bu imkansızdır. Bunun anlamı da yine sivrisineğin eksiksiz ve kusursuz bir şekilde bir anda varolduğu, yani yaratıldığıdır.
Peki sivrisinek soluduğu havayı vücuduna nasıl dağıtacaktır?
Sivrisineğin solunumu şu şekilde gerçekleşir:
Sivrisineğin aldığı hava, iki ufak torbacığa dolar. Bu torbacıklar vücuda yayılan kılcal hatlara bağlıdırlar ve bu hatlarla havayı her yere dağıtırlar.
Torbacıkların arasında sivrisineğin ihtiyacına uygun bir kalp vardır. Kalp, düzenli atışlarla torbacıkları pompalayarak, havanın vücuda dağılmasını sağlar. Kalpten hemen sonra mide ve bağırsaklar gelir.
Burada sözünü ettiğimiz kalp, mide ve bağırsakların da eksiksiz olarak sivrisineğin vücudunda bulunmaları gerekir. Üzerinde uzun uzun durduğumuz solunum sisteminin yanı sıra, bu organlar da sivrisinek için vazgeçilmezdir. Bütün sistemleri bulunan fakat kalbi olmayan bir sivrisinek elbette ki düşünülemez.



Güneş Altında ve Suyun İçinde Saatlerce Kalınca Ne Olur?
Sivrisinek larva ve pupa döneminin tamamını suyun içinde geçirir ve genelde su yüzeyinde ya da yüzeye yakın yerlerde bulunur. Su molekülleri, güneş ışınlarını çok yansıttığı için, doğal olarak, zaman içinde larvanın da bundan olumsuz yönde etkilenmesi gerekir. Oysa larva güneşten hiç etkilenmez. Çünkü bu problem de sivrisineğin vücudunda bulunan bir pigment sayesinde çözülmüştür.
Bu pigment, tamamı ürik asit granülleriyle doldurulmuş olan ürositlere benzeyen hücreler ağından oluşur. Ürik asit, şeffaf olan larva ve pupa için güneşe karşı koruyucu görevi görür, sivrisinek de bu sayede güneş altında kavrulmaktan kurtulur.
Bu bölüme kadar sıraladığımız bütün mucizevi özelliklerin, sivrisineğin vücudunda, yine bir mucize eseri kendiliğinden ortaya çıktığını varsayalım. Yalnızca sözünü ettiğimiz bu kalkan bile larvanın vücudunda bulunmasa, diğer bütün özelliklerin bir anlamı kalmaz, larva güneş altında kavrularak ölür.
Sivrisineklerin çoğunda larva dönemi bir hafta kadar sürer. Bu sürenin uzunluğu daha çok, ısıya bağlıdır ama beslenmeyle de dolaylı olarak ilgilidir.
Larva giderek büyür, derisi kısa bir süre sonra daha fazla büyümesini engelleyecek şekilde gerginleşmeye başlar. Bu da ilk deri değişim zamanının geldiği anlamına gelir. Artık larva pupa dönemine geçmeye hazırdır.



PUPA DÖNEMİ
İyice büyüyen larva sert derisini açabilmek için keskin bir alete ihtiyaç duyar. Ancak dışardan hiçbir canlının yardımı olmadığı için, bu problemi kendisi çözmek zorundadır.
O ana kadar ihtiyacı olan her şeyi kolayca bulmuştur. Tabi ki bu zor anında da onun için bir kolaylık vardır. Her şeyi yerli yerinde yapan Allah, larvanın ihtiyacına yönelik özel bir organ vermiştir.
Larvanın başının arkasında, sert deriyi kırmaya yarayan bir organ vardır. Bu organ deri değişimin hemen ardından vücuttan atılır. Eğer bu organ oluşmasaydı ya da daha geç oluşsaydı, larva derisinin içinden çıkamayacağı için sıkışarak ölecekti.
Alttan gelen yeni deri ise, yumuşak ve esnektir. Larvanın büyümesi de bu esnek deri sayesinde kolaylaşmış olur.
Sivrisinek larvası gelişimini tamamlayıncaya kadar 3 kez daha deri değiştirecektir. Toplam olarak 4 defa deri değiştirerek gelişir ve sonunda 10 mm. uzunluğuna varır.
Sivrisinek kurtçukları artık gerçek bir sivrisinek olmak için son aşama olan "pupa" dönemine girmişlerdir. Bu en fazla birkaç gün süren çok kısa bir evredir ve bu dönemde pupa beslenmez.
Sivrisineğin ileride ayak ve kanatlarının yeralacağı göğüs (toraks) kısmıyla birleşmiş olan kafası büyük ve yuvarlaktır. Bu aşamada da sivrisinek yepyeni bir canlı gibidir ve ihtiyaçları da değişmiştir.

Yeni Beden, Yeni İhtiyaçlar, Yeni Çözümler...
Larvadan pupaya geçiş döneminde solunum şnorkelleri kapanır. Bu, larvanın nefessiz kalması anlamına gelir. Ancak oldukça ilginç bir gelişme olur ve pupanın ön tarafında iki yeni hava borusu çıkar. Bir kez daha sivrisinek, kendisi için çok özel tasarlanmış bir gelişim programı sayesinde hayatta kalmayı başarır. Larva bu iki yeni hava borusunu su yüzeyine çıkartarak nefes almaya başlar.
Pupalar, soluk alabilmek için suyun yüzeyine yakın dururlar. Hareketleri çok süratlidir, ama beslenmeye ihtiyaçları yoktur. Pupa dönemi 3-4 gün içinde son bulur.
Pupa döneminin sonuna doğru, sivrisineğin rengi iyice esmerleşir, derisi şeffaflaşır. Beş gün içinde, pupanın şeffaflaşan derisi açılır ve erişkin sivrisinek sudan dışarı çıkacak hale gelir. Bu çıkış anı, gerçekten de insanı hayran bırakacak bir ustalık gösterisidir. Çünkü genç sivrisinek, suyun içinde yüzmekte olan pupasından, suya hiç değmeden çıkar. Bunu başarması ise şarttır, çünkü ıslanmış kanatlarla uçamaz.
Kanatlar ve bacaklar pupa evresindeyken gelişimlerini tamamlamışlardır ve pupanın içinde kullanıma hazır bir şekilde beklerler.
Kozasından çıkmadan hemen önce pupa nefes alarak genişler. Bu genişlemenin etkisiyle koza ilk olarak baş tarafından çatlar. Ancak eğer bu çatlama baş taraftan değil de, alt taraftan başlasaydı, sivrisinek suyun yüzeyine çıkamazdı ve boğularak ölürdü.
Çıkmaya hazırlanan sivrisinek bu aşamada büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Çatlayan kozanın içine su girerse bu onun sonu olacaktır. Fakat tabi ki bunun da tedbiri önceden alınmıştır. Kozanın yırtılan baş tarafı, sivrisineğin kafasının su ile temasını engelleyecek özelliklere sahip, yapışkan bir sıvıyla kaplanmıştır. Bu sıvı, tıpkı hayvanın daha önce kullandığı "şnorkel"in sıvısında olduğu gibi, suyu iten (hidrofob) bir yapıya sahiptir. Bu özel sıvı pupanın baş tarafında bulunmasaydı, çatlayan kozanın içine su dolardı. Kanatları ve vücudu ıslanan sivrisinek, kozayla beraber batardı.
Sivrisineğin kozasından çıkarken karşı karşıya olduğu tehlikeler bununla da sınırlı kalmaz, onu yeni zorluklar beklemektedir. Suyun içinde kendisini sımsıkı çevreleyen kozanın içinden çıkmaya çalışan sivrisineğin durumunu bir düşünelim:
Dengesi bozulup kozayı ters çevirebilir. Çıkarken suya temas edip ıslanabilir. Her iki durumda da boğulur.
Pupa nefes almaya devam eder. Esebilecek en ufak bir rüzgar onun suya değip ıslanmasına ve böylece ölmesine neden olacağı için, sivrisinek pupadan çıkmak için rüzgarsız bir anı seçer. Sonra başını ve ön ayaklarını kozanın içinden yavaş yavaş çıkarır.Ön ayaklarını su yüzeyine yaslayıp, vücudunun kalan kısmını suyun içindeki kozadan dışarı çeker.Burada sivrisineğin ayaklarında mükemmel bir tasarımla yaratıldığı bir kez daha görülür.Sivrisineğin ayaklarında, suya batmayı engelleyecek bir yapı vardır.
Eğer sivrisineğin ayaklarında bu özellik bulunmasaydı, hayvan suyun üzerine çıkamadan, kozanın içinde boğularak ölürdü.
Kozadan çıktıktan sonra sivrisinek bir süre suyun üstünde dinlenir ve daha sonra da uçup gider.Artık gerçek hayata başlamıştır.
Ancak dikkatle düşünülmesi gereken başka noktalar da vardır:
- Suyun içinde yaşayan larvanın, uçmanın ne demek olduğunu bilmesine imkan yoktur. Ancak uçuş için gerekli kanatlar, o daha suyun içindeyken eksiksiz yaratılırlar.
- Eğer uçabileceği kanatların ve suyun üzerinde durmasını sağlayacak yapıdaki ayakların gelişimi, sivrisinek suyun içindeyken bitmeseydi, bu onun sonu olurdu. Sivrisinek pupadan çıkar çıkmaz boğulurdu.Oysa her şey tam zamanında hazırdır.
Sivrisineğin dünyaya gelmesindeki tüm aşamaları başından itibaren düşündüğümüzde hayvanın yumurta olarak suya bırakılmasından uçmasına kadar geçen çeşitli aşamaların hepsinin, başlı başına birer harika olduğunu görürüz. Sivrisinek gözlerini dünyaya açana kadar yüzlerce tehlikeli dönemeçten geçer. Bunların herbirindeki hassas dengeler ve ince ayarlar sayesinde bu dönemeçleri aşarak hayata gözlerini açar.
Belki bu kadar çarpıcı denge ve ayarlamalara gerek olmayabilirdi. Hayvan, daha basit, daha sade yollardan dünyaya gelebilirdi. Ancak, son derece etkileyici bir dizayn vardır ortada.İşte bu nedenle, tek bir sivrisinek dahi Allah`ın yaratışındaki muhteşemliği gösterdiği için önemli bir delildir.Ve yine bu nedenle "Allah bir sivrisineği örnek vermekten çekinmez" (Bakara, 26).Çünkü evrendeki diğer herhangi bir varlık gibi bu küçücük hayvan da O`nun ayetleriyle doludur.


YEPYENİ BİR BEDEN
Suyun içindeki dünyasını geride bırakıp yeni bir dünyaya adım atan sivrisinek artık bambaşka bir canlıdır.Bu canlının yeni bedeni önceki halleri gibi sayısız mucizelerle doludur.Eğer sivrisineğin vücudu yakından incelenirse her ayrıntıda çok özel bir yaratmanın izleri görülür.Şimdi bu mucizelere tanık olmak için sivrisineğin yapısını bölüm bölüm ele alalım.
Sivrisineğin vücudunda 3 bölge bulunur: baş, göğüs ve karın kısımları. Herbiri ayrı birer tasarım harikası olan bu bölümleri ayrı ayrı inceleyeceğiz.


Baş Kısmı
Sivrisineğin başının üst yanından iki anten çıkar.Bu antenler duyu hücrelerince zengin, çok hassas algılayıcılardır.Erkek sivrisineklerin antenleri, dişilere göre çok daha hassastır. Çünkü bu antenler sayesinde, çiftleşme zamanı geldiğinde, binlerce ses arasında dişisinin kanat çırpma frekansını algılar
Dişi sivrisineklerde, antenlerin arasında, sivrisineğin kan emmek için kullandığı emme tüpü ya da diğer adıyla hortumu bulunur. Bu hortum basit yapıda bir hortum değildir.İçinde oldukça karmaşık bir sistem barındırır.Aslında hortum, çok özel bir kesme ve vakumlama mekanizmasının kılıfıdır.Bu mekanizmanın bir adı da "labium"dur.
Sivrisinek ısırdığında bu kılıf geriye doğru esner ve kesici mekanizma devreye girer.Bu mekanizma 6 parçadan oluşur.Bunlardan 4 tanesi kesici bıçaktır ve bu bıçaklar oldukça etkilidirler.Bir insan derisini kolaylıkla kesebildikleri gibi, kurbağanın ya da bir yılanın pullu derisini de kesebilecek güçtedirler.
Diğer iki parça ise birleşerek içi boş bir boru meydana getirirler.Sivrisinek bu tüpü bıçakların açtığı yaradan içeri sokar ve bu sayede kurbanının kanını emebilir.
Bıçaklardan birinden yaranın içine akıtılan bir sıvı dokuları uyuşturur.Bu bir nevi lokal anestezidir.Böylece sivrisinek derinizi kesip, kanınızı emerken siz bir şey hissetmezsiniz. Ayrıca bu sıvı kanın pıhtılaşmasını engelleyerek, sivrisineğin kan emmeye devam etmesini sağlar. Sivrisineğin ısırdığı bölgenin daha sonra kaşıntı yapması ve şişmesi bu sıvı yüzündendir.




Göğüs Kısmı
Bu bölüm, sivrisineğin kafasının arka tarafında bulunur.Sivrisineğin 6 ayağı da göğüsten çıkar.Ayrıca yine burada 1 çift kanadı bulunur.Bu kanatlar pullarla kaplıdır ve içlerinden damarlar geçer.
Bazı böcek türleri 2 çift kanada sahiptir. Ancak sivrisineklerde ikinci bir kanat takımı yerine kalın ve küt yumrular ("stubby knob"lar) vardır. Bunlar uçuş esnasında titreşerek kontrol sağlamaya yardımcı olurlar.
Sivrisineğin vücudu kıllıdır.Ayrıca kafa, kanat ve bacaklarda pullar vardır.Bu pullar kelebek pullarını andırır.

Karın Kısmı
Sivrisinekler bir seferde ortalama 2.8 mg. kan emerler ki, bu kendi ortalama ağırlıklarından (2.5 mg.) daha fazladır. (Bu, 70 kg.`lık bir insanın bir seferde, üstelik de kısa bir sürede 70 kg`ın üzerinde yemek yemesine benzer) Acaba bu kadar hassas bir yapıya sahip bir böcek nasıl olup da kendi ağırlığınca kan emebilmektedir?
Bu sorun da çok kolay bir şekilde çözülmüştür. Sivrisineğin karın bölümündeki deri esnek ve saydam bir zardan oluşur. Kan içeri çekilirken bu zar açılarak karın kısmının genişlemesini sağlar. Bu sayede sivrisinek de dilediği kadar kan emebilir.
Yapılan deneylerde, sivrisineğin karnının içindeki gerilim sensörlerinin bir operasyonla alınması durumunda, sivrisineğin kan emmekten patladığı görülmüştür. Buraya kadar belirtilen bütün sistemlerin yanında, sivrisineğin karnında bir de kapasite kontrol sinirlerinin bulunması, yaratılıştaki üstün sanatın bir başka örneğidir.
Sanıldığının aksine, sivrisinekler kanla beslenmezler. Sivrisinek gıdasını bitki özlerini yiyerek temin eder. Erkek sivrisinekler yaşamları boyunca hiç kan emmezler.
Ancak dişi sivrisinekler, yumurtlama döneminde yumurtaların protein ihtiyacını karşılamak için kan emerler. Emilen kanı sindirmek 3-4 gün sürer. Daha sonra kan emme işlemi tekrarlanır. Bu döngü yumurtlama evresinin sonuna kadar sürer.


Avın Yerini Tesbit Eden Hassas Alıcılar
Geceyarısı zifiri karanlık bir odada da uyusanız, sivrisinek kolaylıkla sizi bulur. Bütün vücudunuz yorganla örtülü olsa, ancak sadece bir eliniz açıkta kalsa, sivrisinek anında bu eti tespit eder ve kanı oradan emer. Peki bu hayvan bu işi, _insanlar için genellikle son derece tatsız ve üzerinde düşünmek istemedikleri bir konu da olsa_ bu harika işi nasıl başarmaktadır? Karanlıkta avını eliyle koymuş gibi bulabilmesinin sırrı nedir?
Cevap yine çok üstün bir dizaynı gösterir: Sivrisinek avını bulabilmesi için üstün bir sistemle donatılmıştır. Bu sistem ısı, gaz, nem ve çeşitli kimyasal maddelere duyarlı çeşitli reseptörler içerir. Bu sayede sivrisinek, avının yerini karanlıkta çok kolay tespit eder.
Isıya hassas algılayıcılar kullanmak, günümüz askeri teknolojisinde de sık sık kullanılan ve özellikle karanlık ortamlarda oldukça etkili olan bir yöntemdir.Sivrisineğin vücudunda da çok hassas bir ısı algılayıcısı vardır."Tarsi" adı verilen bu organ, sivrisineğin ön ayaklarında bulunur.Bunlar, bir vücuttan gelen ısı dalgalarını keşfettiklerinde sivrisinek adeta ona doğru çekilir ve hiç yanılmadan hedefine ulaşır.Dahası bu ısı algılayıcısı sayesinde, derinin altında kanın yoğun olduğu bölgeleri —çünkü damarlar dokulardan daha sıcaktır— kolaylıkla bulur.
Bir başka deyişle, zifiri karanlıktaki bir yatak odasına giren bir sivrisinek, uyuyan kişinin açıktaki bedenini, hatta cilde yakın damarlarını gayet net bir biçimde algılar.
Sivrisineği çeken bir başka unsur karbondioksit gazıdır.İnsan ve hayvanların nefesinde bulunan bu gaz, sivrisinekler için oldukça çekicidir ve avını bulmasına yarayan önemli bir ipucudur.
Karbondioksitin sivrisinekler üzerindeki etkisini kanıtlamak için yapılan bir deneyde, iki insan maketi birbirlerinden 2 metre uzağa konulmuştur.Daha sonra da, bu maketlerin ağız kısmına yerleştirilmiş bir mekanizmadan dışarıya, nefes alıp verme hızıyla karbondioksit verilmiştir.Bunun hemen ardından sivrisinekler kuklaların başlarının etrafında dönmeye başlamışlardır.İşte bu yüzden sivrisinekler, başın etrafında diğer bölgelere oranla daha çok dönerler.
Kanda bulunan aminoasitlerin, aminlerin ve amonyağın ve laktik asitin karışımı da sivrisineği cezbeder; bu maddelerin 2000 defa seyreltilmiş derişimi bile, sivrisinek için, saf sudan 5 kat daha fazla çekicidir. Nem de sivrisineği çeken önemli faktörlerdendir.
Kısacası, sivrisinek, ısı, gaz, nem ve koku dedektörleriyle yüklü bir savaş uçağı gibidir.Avını karanlıkta göremese bile, hedefi yanılmadan bulabileceği üstün sistemlerle donatılmıştır. Yaklaşık 25 ila 30 metreden avının varlığını ve yerini tespit edebilir.
Peki böylesine özel bir yapı tesadüflerin ardarda eklenmesi sonucunda oluşmuş olabilir mi?
Bilindiği gibi yumurtalarının protein ihtiyacını karşılayabilmek için, dişi sivrisineğin kurbanlarından emdiği kana ihtiyacı vardır. Bu kanı temin etmesi için de kurbanını bulabilmesi zorunludur.
Evrim teorisine göre, sivrisineğin yukarda sıraladığımız algı yeteneğini zaman içinde, aşama aşama kazanmış olması gerekir.Ancak sivrisineğin binlerce yıl boyunca, kendi vücudunda tesadüfen bir ısı reseptörü oluşmasını bekleyecek zamanı yoktur.Eğer bu algılama sistemi doğuştan olmazsa sivrisinek avını bulamaz ve yumurtalar ölür.Yani zaman içinde gelişim diye bir olasılık söz konusu değildir.
Sivrisineğin sahip olduğu algılayıcıları bir kez daha tekrar edelim; Isı, nem, gaz ve kimyasal madde algılayan sistemler.Bunların yanında bir de, karşı cinsi algılamasını sağlayacak titreşim duyargaları.
10 mm. boyundaki sivrisineğin, bu kadar etkili algılama sistemleriyle donatılmış olması, ihtiyaçlarının bilinçli bir "yaratıcı" tarafından düşünüldüğü ve doğuştan karşılandığı anlamına gelir. Bu ihtiyaçları karşılayan ise, sivrisineği yoktan vareden Allah`tır.Allah yeryüzündeki her canlıya rızkını verdiği gibi, bu rızıklara ulaşmalarını sağlayan yetenek ve donanımları da vermiştir. Bir ayet, bu gerçeği şöyle haber verir:
Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı ona ait olmasın.Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. Tümü apaçık bir kitaptadır. (Hud, 6)



Avını Sokması
Isı, gaz, nem veya kimyasal salgı uyarılarından birini algılayan sivrisinek hemen avına yönelir. Sivrisinek avının üzerine o kadar yumuşak konar ki, bu çoğu zaman hissedilmez bile. Daha sonra ağız bölgesinde bulunan bir çift alet yardımıyla, delmek için en uygun olan noktayı bulur. Bu aletlere "palpi" denir.
İlk delme işlemi alt ve üst çene tarafından yapılır. Hortumun içinde bulunan 4 kesici bıçak deriyi derinlemesine keser. Sıcaklık, koku, tat ve dokunma duyu organları, deri altındaki kılcal damarların sık olduğu yerleri saptamada önemli rol oynar. Birkaç denemeden sonra sivrisinek damarı bulur.
Sivrisinek açtığı delikten içeri uzattığı tüp yardımıyla kanı emer. Bu tüp sayesinde küçük bir kan damarına girip, kanı doğrudan buradan içebilir. Ya da deriyi kestiğinde çevredeki dokularda biriken kanı emer.
Çoğu kez delici iğneler deriye dikine girer. Sivrisineğin iğnesinin en önemli özelliği belirli bir derinlikte eğilebilmesidir. Bu muhteşem özelliği sayesinde iğne deri altında kolaylıkla hareket eder, hatta derinin yüzeyine paralel uzanacak hale bile gelebilir. Böylece iğnesini damarca en zengin bölgeye ulaştırır.
Ancak burada sivrisineği bekleyen önemli bir sorun vardır. Sivrisinek bir insanı ısırdığı anda, insan vücudunda bulunan bir tür savunma sistemi devreye girer. Vücuda mikropların girmesini engellemek ve kanı durdurmak için gerekli olan enzim, yara bölgesine salgılanmaya başlar. Bu enzim kanın pıhtılaşmasını sağlar. Kanda pıhtılaşmanın başlaması ise, sivrisineğin kan emişini imkansız hale getirecektir. (Pıhtılaşma, özetle plazma proteinlerinden biri olan fibrinojenin fibrin haline dönüşmesidir.)
Fakat bunu "bilen" (!) sivrisinek, kesici bıçaklarından birisinin içinden yaraya, pıhtılaşmayı engelleyen bir salgı enjekte eder! Bu salgı "anti coagulant" (pıhtılaşma engelleyici) bir enzim içerir. Böylece kandaki enzim etkisiz hale getirilir ve pıhtılaşma durur.
Dahası bu salgı sayesinde sivrisinek kurbanına lokal anestezi yapar. Kestiği bölgeyi uyuşturur. Bu sayede kurban, derisinin kesildiğinin ve kanının emildiğinin farkına varmaz. Deride alerjik reaksiyona, dolayısıyla da kaşınmaya neden olan şey de işte bu salgıdır.
Bütün bu anlatılanlar saniyelerle ifade edilebilecek bir zaman diliminde olup biterken, insan kendisini bir sivrisineğin soktuğunun farkına bile varmaz.
Bir dişi ortalama olarak bir seferde 2,8 miligram kan emer ve bu yaklaşık 2,5 dakika kadar sürer. Emme işleminin tamamlanması ile kan, sindirim sisteminin ön kısmında bulunan emme pompaları sayesinde orta bağırsağa gönderilir. Karın kısmı sindirim sistemine kadar kanla dolar. Kanı sindirme işlemi ortalama 3-4 gün sürer, ondan sonra emme işlemi tekrarlanır.
Tüm bu işlem üzerinde biraz durup düşünmek ise, bizi çok önemli bazı sonuçlara ulaştırır.
Sivrisinek ihtiyacı olan kana ulaşabilmek için yalnızca üstün algılama sistemleri, kesme ve emme mekanizmalarıyla değil, kimyasal bir bilgiyle de donatılmıştır. Çünkü sivrisinek, yukarda belirtildiği gibi, kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir salgı kullanmaktadır. Hem de hiç tanımadığı, bilmediği bir vücudun savunma sisteminde yeralan bir enzime karşı. Dahası bu salgı, sivrisineğin bir cerrah gibi kestiği canlı dokuları uyuşturma özelliğine sahiptir.
Bu bilgiden sonra şu soruları sormak kaçınılmazdır:
Kanın pıhtılaşma gibi bir özelliği olduğunu sivrisinek nereden bilmektedir?
Kestiği dokunun canlı olduğunu, bu işlemin kurbanına acı vereceğini nasıl öğrenmiş ve bu probleme karşı uyuşturma tekniği geliştirmiştir? Ameliyat öncesinde lokal anestezi yapmak insanın tıp bilimi yardımıyla geliştirdiği bir tekniktir. Sivrisinek bu ilme nasıl sahip olmuştur?
Bu sıvıların laboratuvar şartlarında bile sentezlenmesi son derece güçken, sivrisinek bu sıvıya nasıl sahip olmuştur?
Uyuşturan ve kanın pıhtılaşmasını engelleyen sıvının, deriyi parçalayacak ve bu sıvılara en çok ihtiyacı olacak olan kesici bıçakların içinde bulunması yalnızca bir tesadüf müdür?
1 cm`lik bir canlının 0.1 cm. uzunluğunda, yaklaşık 0.01 cm. çapındaki borusunun içinde oldukça üstün bir mekanizmanın yerleştirilmiş olması nasıl açıklanabilir?
Kuşkusuz cevap ortadadır: Sivrisineğin insan vücudundaki kanın kimyasal bileşimi hakkında bilgi sahibi olması ve sonra da bu bilgiyi değerlendirerek kendi bedeninde çözümler geliştirmesi sözkonusu olamaz. Açıktır ki, sivrisinekteki salgı ve bu salgıyı insandaki kan damarına enjekte eden sistem, hem insan bedeninin yapısını hem de sivrisineğin anatomisini en ince ayrıntısına kadar bilen ve bunlara hakim olan tek bir yaratıcının yaratmasıyla varolmuştur.
Kuran, Allah`ın "alemlerin Rabbi" olduğunu bildirir. "Alem" çoğul bir kelimedir ve farklı dünyalar, farklı boyutlar ya da farklı düzen ve sistemler gibi anlamlara gelir. "Rab" kelimesi ise, eğiten, yetiştiren, düzenleyen, hüküm koyan, sahip olan gibi anlamlar taşır. Sivrisineğin insan bedeninde gerçekleştirdiği inanılması zor "operasyon" da, kendi içinde küçük bir alemdir. Bizim ayrıntılarının farkında olmadığımız, bilim yoluyla yeni yeni keşfettiğimiz bu alemdeki üstün "dizayn"ın sahibi, yani bu alemin "Rabbi" ise Allah`tır. Her canlıya farklı rızıklar verdiği gibi, sivrisineğe de insan kanını vermiştir ve dahası bunu ona çok görkemli bir "dizayn gösterisi" ile vermektedir. Bu küçücük hayvana bile kolaylıkla mağlup olan insana düşen görev ise, Allah`ın farklı alemlerde yarattığı delilleri görmeye çalışmak, O`nu hakkıyla takdir etmektir. Bir ayet, insanları bu konu üzerinde düşünmeye şöyle çağırır:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah`ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. Onlar, Allah`ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac, 73-74)

Üstün Uçuş Tekniği
Sivrisinek kanatlarını saniyede yaklaşık 500 defa çırpar. Bu yüzden kanatların sesi insan tarafından bir vızıltı olarak algılanır. İnsana imkansız gibi gelen bu rakam çok hassas ölçümler sonucunda elde edilmiştir ve gerçekten de şaşılacak bir rakamdır.
Bir örnek konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Eğer insanın kolları bir makineye bağlanarak saniyede 500 kere açılıp kapanmaya zorlansa, sonuç oldukça dramatik olur. Kolun omuza bağlandığı eklem parçalanır, bağlantılar yanar, kolu tutan bütün lifler kopar, ve kol tamamen sakat kalır. Eğer hareket bir saniyeden daha uzun bir süre yaptırılırsa, kol omuzdan çıkar ve kopar. İnsan için imkansız olan bu hareket, doğduğu günden itibaren sivrisineğin günlük yaşamının bir parçasıdır.
Elbette bu mucizevi olay, sivrisineğin yaratılıştan sahip olduğu çeşitli destekleyici sistemler sayesinde gerçekleşir.
Öncelikle, kanatları çırpan kasların ve bağlantılarının son derece güçlü ve dayanıklı olmaları gerekir.
Bir ikinci koşul ise bu kaslara enerji sağlanmasıdır. Bilindiği gibi hücreler, enerjiyi oksijen kullanarak sentezlerler. Oksijen kullanım kapasitesinin yükselmesiyle orantılı olarak dayanıklılık artar.
İnsan vücudunda oksijen akciğerden kana karışır ve kan yoluyla hücrelere ulaştırılır. Koşan bir insanın yorulmasının nedeni, zamanla hücrelere gerekli oksijenin ulaştırılamamasıdır. Yorulmanın bir başka sebebi, kas hücrelerinde laktik asidin ortaya çıkmasıdır. Bu asit hücrelerden atılmazsa yorgunluk hissine neden olur.
Bu durum sivrisinekler için oldukça farklıdır. Büyüklüğü kendi vücudunun büyüklüğüne yakın olan kanatlarını saniyede 500 defa çırpabilmek için, sivrisineğin çok fazla oksijene ihtiyacı vardır.
İşte bu yüzden sivrisineğin solunum sistemi tam da bu ihtiyacı karşılayacak şekilde yaratılmıştır. Solunum sistemi hemen hemen her hücreye ulaşan özel bir solunum borusundan oluşur.Bu boru doğrudan dışardaki havaya bağlı olduğundan, hücreler oksijen alışverişini aracı bir madde olmaksızın yaparlar.Artık maddeler de bu borular sayesinde hücrelerden atmosfere verilirler.İşte bu yüzden, sivrisinek bir dakika içinde binlerce defa kanat çırpar ve hiç yorulmaz.
Sivrisineğin kanatlarını bu kadar hızlı çırpabilmesi, ona uçuş için birçok avantaj kazandırır. Dikey durumda aşağı yukarı uçabilir, kolaylıkla ileri geri hareket eder. Sivrisinek, helikopter ve uçaktan çok daha üstün uçuş özelliklerine sahip kusursuz bir makine gibidir.
Bir uçağın veya helikopterin uçabilmesi için, özel olarak rafine edilmiş yakıtlar kullanılır.Oldukça pahalı olan bu yakıtlar, her uçuş öncesinde tekrar doldurulur.Oysa sivrisinek bütün enerjisini yediği bitki özlerinden alır.Uçaklar ve helikopterler her uçuş öncesinde bakımdan geçirilir, motor parçaları sürekli yenilenir.Sivrisinek ise bütün ömrü boyunca, sırtındaki kasların gücü sayesinde uçar ve hiçbir problemle karşılaşmaz.
Günümüz hava taşıtları ancak son yüzyılda geliştirilebilmiştir.Yıllar süren araştırmaların ve uzun çalışmaların sonucunda bugünkü özelliklerini kazanmışlardır.Kullanılan bilgi birikimi ise, yüzyılların bilgi birikimidir.Gelişmenin her aşamasında insan aklının düşünce ve tasarım gücü kullanılmıştır. Ancak teknoloji ne kadar ilerlemiş olursa olsun, insanoğlu doğadaki uçuş teknolojisinin çok gerisindedir. Mevcut hiçbir teknoloji, sivrisineğin boyutlarında ve onun uçuş özelliklerinde bir makine yapamaz.
Unutulmaması gereken, burada makinelerle karşılaştırdığımız varlığın 10 milimetre büyüklüğünde bir canlı olduğu ve bu canlının da milyonlarca küçük canlının (hücreler) biraraya gelmesiyle oluştuğudur. Dolaşım, boşaltım ve sinir sistemleri, her an atan bir kalbi, görebilen bir gözü, algılama sistemleri, protein sentezi yapan milyonlarca hücresiyle sivrisinek, uçak ya da helikopterden çok daha karmaşık bir birleşimdir.
İnsanlar bir uçağın ya da helikopterin nasıl meydana geldiği sorusuna, usta mühendisler ve gelişmiş fabrikalar tarafından yapıldığını söyleyerek cevap verirler. Bu araçların, metallerin tesadüfi birleşmeleri sonucunda oluştuklarını iddia etmenin bir deli saçması olduğunu da gayet iyi bilirler.Ancak aynı insanların bir kısmı, bu iki araçtan da üstün olduğu tartışma götürmeyen sivrisineğin, "evrim sürecinde meydana gelen tesadüfler" tarafından, yani hiç bir planlayıcı olmadan varolduğunu iddia edebilmektedirler. Çünkü bir planlayıcı olduğunu, yani Allah`ın varlığını kabul etmek, onlara "ideolojik" nedenler ya da kendi çıkarlarından kaynaklanan bir takım şartlanmalar nedeniyle zor gelmektedir.
Böyle yapmakla sadece kendilerini aldatmış olurlar.Sivrisinek yoktan varolan, bir bataklıklığın içinde veya bir su birikintisinde, birçok mucizevi aşamadan sonra dünyaya gelen bir böcektir.Teknoloji hangi aşamaya gelirse gelsin, bir canlıyı yoktan varedemez.Tek bir sinek bile yaratamaz.Çünkü yaratmak yalnızca alemlerin Rabbine mahsus bir özelliktir.Ve yaratılan her varlık da O`nun varlığının bir delilidir. Kuran`da verilen "sizin, Allah`ın dışında tapmakta olduklarınız—hepsi bunun için bir araya gelseler dahi— gerçekten bir sinek bile yaratamazlar" (Hac, 73) hükmü, inkarcılar için sonsuza kadar geçerlidir ve onların ne denli büyük bir çelişki ve aldanış içinde olduklarını sonsuza kadar ilan edecektir.


SONUÇ
Dünya literatüründe, sivrisinek hakkında yazılmış birçok kitap, yapılmış sayısız araştırma vardır.Ancak bu kitabın amacı, bu çalışmalardan çok daha farklıdır.Amaç sivrisineğin çiftleşmesi, yumurtlaması, beslenmesi hakkında genel bilgi aktarmak değildir.
Amaç, bu konu vesilesiyle insanın hayatındaki en önemli gerçeği hatırlamasını sağlamaktır.
Amaç, insana, kendisinin gerçek sahibini, yani Alemlerin Rabbi`ni ve O’na karşı olan sorumluluklarını hatırlatmaktır.
Bu kitap ve içinde anlatılan sivrisinekle ilgili mucizevi olaylar, sizin için belki de sandığınızdan çok daha önemlidir.Çünkü bunları kendi varlığının delilleri olarak yaratan Allah, insana bazı sorumluluklar yüklemiştir.Bu sorumlulukları yerine getirmek de —bunun farkında olsa da olmasa da— yeryüzünde insan için en önemli konudur.
Kitapta açıkladığımız bazı mucizeler, kısaca hatırlanırsa, sıradan bir canlı gibi gözüken sivrisineğin, insanlara gösterilmiş ne kadar büyük bir yaratılış delili olduğu bir kez daha anlaşılır:
-Yumurtlama zamanı gelen anne sivrisineğin, karnındaki ısı ve nem reseptörü sayesinde en uygun bölgeyi tespit etmesi..
-Yumurtalarını suya bırakan sivrisineklerin, ilerde yavrularının karşılaşacağı problemleri düşünerek çeşitli tedbirler almaları..
-Yumurtaların olumsuz şartlarda _zamanları geldiği halde_ çatlamadan uygun koşulların oluşmasını beklemeleri..
-Yumurtaların kendi kendilerini kamufle etme yetenekleri..
-Anne sivrisineğin yumurtalardan bir sal yaparak, yumurtaların kaybolmasını ve suya batmasını engellemesi..
-Yumurtaların birleştirildiklerinde bir sal oluşturacak en uygun yapıya sahip olmaları, altlarında bir hava boşluğu bulunması..
-Sıtma sivrisineklerinin yumurtalarının üzerinde bulunan, yumurtaların suya batmalarını engelleyen cansimdine benzer yapılar..
-Marangoz sivrisineğin, bitki köklerini keserek yumurtalarına en uygun ortamı hazırlaması..
-Dünyaya yeni gelen bazı larva cinslerinin, bitkilerin köklerinde oksijen bulunduğunu bilip, kökleri keserek bu oksijene ulaşmaları..
-Larvaların beslenebilmesi için suyu akıntı yaratarak süzmesini sağlayan, ağız etrafındaki özel dizayn edilmiş fırçalar..
-Larvanın kendisine uygun bir ev yapması ve ihtiyacı olan bütün malzemenin doğuştan ona verilmiş olması..
-Akıntılı sularda yaşayan larvaların kuyruklarında bulunan ve bir yerlere tutunarak akıntıya kapılmamalarını sağlayan kancalar.
-Başaşağı suyun içinde duran larvanın, suyun üzerine uzanan ve nefes alabilmesini sağlayan—dalgıçların kullandıkları şnorkellere benzeyen— hava borusu..
-Borunun içinde bulunan ve borudan içeri su kaçmasını engelleyen, özel izolasyon maddesi..
-Güneş altında günlerce kalan ve şeffaf bir deriye sahip olan larvaların, güneşten kavrulmalarını engelleyen özel ürik asit kalkanı..
-Pupa dönemine geçişte, larvanın derisini kırmasına yarayan ve bu aşamadan sonra kaybolan özel organ..
-Pupanın son değişim aşamasında, su yüzeyinde bulunan baş tarafından çatlaması _başka bir noktadan çatlarsa kozanın içi ıslanır_.
-Kozanın baş tarafının yine özel bir maddeyle yalıtılmış olması..
-Sivrisineğin suyun içindeki pupadan, vücudunu ve kanatlarını suya hiç temas ettirmeden çıkması..
-Suyun içinde yaşayan bir canlıyken, buradan kusursuz bir uçuş makinesi olarak çıkması..
-Erkek sivrisineğin, dişisini, kanat çırpma frekansından tanıması..
-Sivrisineğin avını ısırmak için kullandığı, altı parçadan oluşan kesme, delme ve emme mekanizması..
-Açtığı yarayı uyuşturması, böylece kurbanına farkettirmeden kan emebilmesi..
-Açtığı yaraya, kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir sıvı dökerek, kan emme işlemini devam ettirebilmesi..
-Avının yerini saptamada, ısı, nem, karbondioksit ve kimyasal maddelere duyarlı sistemler kullanması..
Bir santimetrelik sivrisinek, ne mutasyon, ne tesadüfler ne de doğal seçilim mekanizmalarıyla varlığı açıklanamayan birçok mucizevi özelliği içinde barındırır. İşte bu yüzden;
Eğer Allah’ın emrettiği hayatı yaşamaya çalışıyorsanız, bu kitap O`na yakınlaşmanız için bir vesile olabilir.Eğer Allah’ın Kuran`da emrettiği hayatı yaşamıyorsanız, Allah`ın varlığının farkına varıp, bu yönde çaba harcamanıza vesile olabilir. Ama eğer hiçbir şekilde Kuran`ı yaşamayı düşünmüyor veya sudan mazeretlerle bunu yapmayı erteliyorsanız, Allah`ın sivrisinekten bahsettiği ayetin son cümlesindeki hüküm çok açıktır ve sizin için yazılmıştır:
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez.Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara, 26)


22 Aralık 2016 Perşembe

TERMİT MUCİZESİ


GİRİŞ
Yeryüzünde insanı hayrete düşürecek kadar farklı çeşitte canlı türü yaşar. Görmeye alışık olduğumuz karıncalar, balarıları, köpekler, kediler, sinekler, örümcekler, atlar, tavuklar, martılar, serçeler ve diğerlerinin yanısıra bir de pek sık rastlamadığımız canlılar vardır.Dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan, kimi zaman ismini bile duymadığımız, duysak da neye benzediğini bilmediğimiz milyonlarca canlı türü vardır.
İşte bu kitapta konu edilen canlı da çevremizde görmeye alışık olmadığımız bir böcek türüdür.Yaşantısı ve görünüşü ile kısmen karıncalara benzeyen bu türün ismi "termit"tir.Termitler karıncalara benzer canlılar olsa da aslında onlardan çok farklı özelliklere ve yeteneklere sahiplerdir.
Termit hakkında bir kitap ise kimileri için şaşırtıcı olabilir.Küçük bir böcek hakkında anlatılacak çok fazla konu olmadığını düşünenler çıkabilir.Ancak bu düşüncenin termitlerin özelliklerini okuduğunuzda yanlış olduğunu göreceksiniz.Çünkü termit diyerek geçip gidilen, hakkında fazla bir şey bilinmeyen bu canlı, aslında insana çok farklı bir düşünce ufku açabilecek özelliklerle donatılmıştır.
İşte bu yüzden bu kitapta, termitlerin gizli dünyası incelenmiş, fiziksel özellikleri, yaşadıkları mükemmel sosyal sistem detaylarıyla anlatılmıştır. Tüm bunlar okunduğunda insanın ulaşacağı sonuç şudur: Yeryüzündeki tüm canlılar gibi termitler de Allah`ın `örneksiz ve kusursuz yaratan` isimlerinin apaçık bir delilidir.
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, `şekil ve suret` verendir.En güzel isimler O`nundur.Göklerde ve yerde olanların tümü O`nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)



TERMİTLERİN GİZLİ DÜNYASI
Termit kolonilerindeki yaşamın detaylarına girmeden önce, termitlerin yaşadıkları ortamın tarif edilmesinde fayda vardır.Termitler tropikal bölgelerde yaşarlar.Bu bölgelerdeki yaşam oldukça zorludur.Aniden bastıran yağmurlar ve bunların ardından gelen seller, çok yüksek derecelere çıkan hava sıcaklıkları ve bunlara benzer pek çok olumsuz etken, tropikal bölgelerdeki yaşamı güçleştirmektedir.Ancak bütün olumsuzluklara rağmen bu bölgelerde yaşayan canlıların ortamla kusursuz bir uyum içinde oldukları ve yaşamlarını rahatlıkla sürdürdükleri görülür.
Bu kitabın konusunu oluşturan termitler de tropikal bölgelerde yaşayan canlılardandır.Dev kulelere benzeyen yuvalar yapan termitler, koloniler halinde yaşarlar.Yuvaları incelendiğinde, karmaşa içinde hareket ettikleri sanılır.Oysa bu canlılar, kusursuz bir sosyal düzene sahiptir. Termit şehirleri sadece sosyal açıdan değil, şehirlerdeki düzen bakımından da kusursuzdur.

Termit Şehirleri
Tropikal bir bölgeye giderseniz, daha önce hiçbir yerde görmediğiniz canlılara ve alışılmadık manzaralara rastlarsınız.Örneğin; bu bölgedeki ıssız arazilerde manzaranın doğal birer parçası gibi görünen kayalarla karşılaşabilirsiniz.Bu kayalar adeta gizli şehirler şeklindedir.
Yüksekliği 4-5 metreye varan ve bazen birkaç tanesi bir arada bulunan bu minyatür şehirler aslında termit yuvalarıdır.Nüfusu kimi zaman bir milyonu aşan termit şehirlerinde yapılacak kısa bir inceleme bile yuvalardaki genel düzenin kusursuzluğunun görülmesi için yeterli olacaktır.
Bu minyatür şehirlerdeki yapılar, sürekli değişen iklim şartlarına uyum sağlayacak şekilde inşa edilmiştir.Ayrıca şehirdeki bireylerin bütün ihtiyaçlarını kendi içlerinde karşılayabilecek, dışarıdan alışverişe ihtiyaç duymayacak, bir düzenleme vardır.Kusursuz bir havalandırma sistemi, ihtiyaca göre düzenlenmiş bölümler (çocuk odaları, kuluçka odası, kraliçe odası vs.), tarım alanları termit kolonilerindeki düzenin parçalarındandır.
Bu şehirlerdeki sosyal düzen de son derece kusursuzdur.Şehir sakinleri işlerine son derece bağlıdır, hızlı hızlı hareketlerle görevlerini yerine getirirler.
Milyonlarca termitin bir arada yaşadığı termit kolonilerinde oturmuş bir düzen vardır.Her yönüyle kusursuz olan bu düzen, kolonideki her bireyin kendine düşen görevi yerine getirirken gösterdiği titizliğin bir ürünüdür.Bir arada yaşayan diğer canlılarda olduğu gibi termitler de sürekli birbirleriyle yardımlaşırlar.Savunma, iletişim, besin bulma gibi birçok alanda mükemmel bir dayanışma içindedirler.
Termit kolonilerinde askerler, işçi termitler ve bir kraliçe bulunur. Kraliçe sürekli olarak yumurtlayıp koloniyi geliştirir, işçiler hiç durmaksızın yuvanın bütün ihtiyaçlarını karşılar, asker termitlerse yuvayı düşmanlardan korurlar. Gerektiğinde koloninin tüm üyeleri, kendi görevleri olmamasına rağmen, diğer işlere yardımcı olurlar. İşte bu dayanışma ve görev dağılımı sayesinde koloni içinde sayıları kimi zaman milyona ulaşsa da termitler, hiçbir sorun çıkarmadan yaşarlar.
İlerleyen bölümlerde termitlerin sosyal düzenleri ve yaşadıkları yerlerin özellikleri hakkında bilgiler verilecektir. Bu bilgiler incelenirken unutulmaması gereken nokta, bütün bunları yapanların boyutları santimetrelerle ifade edilen canlılar olduğudur.
Zaman zaman yapılacak olan insan-termit karşılaştırması, bu canlıların yaşadıkları konforlu hayatın ve şaşırtıcı düzenin kendi kendine oluşamayacağının anlaşılmasında özel bir yol olarak kullanılmaktadır. Değişik yöntemler kullanılarak örnekler verilmesindeki amaç, düşünmeyi teşvik etmektir. Ancak burada düşünmekten kastedilen, yüzeysel bir bakış açısı ile değil, bu canlıların yaptıkları olağanüstü işleri ve kurdukları disiplinli sosyal yaşantıyı "nasıl" ve "neden" sorularını sorarak düşünmektir.
İnsan gün içinde pek çok konu hakkında düşünür. Aklına takılan sorular olur, bu soruların cevaplarını bulmak için düşünür. İşiyle, okuluyla ilgili, işyerindeki veya sınıfındaki arkadaşları ile, ailesi ile, kendisi ile pek çok konu hakkında gün boyunca düşünür. Seyrettiği filmlerdeki karakterler aklına gelir, sokakta gördüğü insanları düşünür. Okuduğu kitaptaki ya da televizyonda gördüğü bir canlı hakkında düşünür. Akşam ne yiyeceğini, geçmişte neler yaşadığını düşünür. Bütün bunlar insanın zihnini meşgul eder. Ancak burada asıl önemli olan gereği gibi, fayda sağlayacak şekilde düşünmektir. Sorular sorup bu soruların cevaplarını bulmaya çalışarak düşünmek asıl olandır. İşte bu kitapta, termitlerle ilgili verilen örneklerle beraber sorular sorarak insan, düşünmeye teşvik edilmektedir. Allah, Kuran`daki pek çok ayette, insanın çevresindeki varlıklar, olaylar ve iman delilleri üzerinde düşünmesinin önemine dikkat çekmiştir:
Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O`ndan başka ilah yoktur; O, Rahman`dır, Rahim`dir (bağışlayan ve esirgeyendir). Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah`ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 163-164)
İşte termitler de, insanın üzerinde düşünerek önemli gerçekleri kavrayabileceği milyonlarca canlı türünden biridir.




TERMİTLERDEKİ TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME
Milyonlarca insanın bir arada yaşaması her zaman birçok problemi de beraberinde getirmiştir. Örneğin mimari yapılanma, ulaşım, haberleşme, besin kaynakları gibi pek çok konuda çeşitli problemler yaşanmıştır. Elbette ki bu problemlere zaman içinde çeşitli çözümler üretilmiş, bunlardan kimileri uygulamaya konup refah düzeyi artırılmaya çalışılmıştır. Ancak sorunlar hiçbir zaman kökünden hallolmamıştır.
İnsan; yeryüzünde düşünebilen, düşündüklerinden sonuç çıkarabilen, akledebilen, bilinç sahibi yegane canlıdır. Bu nedenle insanın plan yapması, ileriyi görerek yaşamı kolaylaştıracak yapılar ortaya çıkarması, değişen ihtiyaçlara yönelik çözümler üretmesi, bunları uygulamaya başlaması çok doğaldır. Ancak insanların yaptıklarının bir benzerini hatta daha üstününü hayvanların yapabiliyor olması, elbette ki üzerinde düşünmeyi gerektirir. Aklı, şuuru, hatta çoğu zaman bir beyni bile olmayan canlıların insanlarınki ile kıyaslanabilecek, hatta pek çok yönden üstün olan yapılar inşa etmeleri, organizasyonlar kurmaları düşündürücüdür.
Doğada birlikte yaşayan ve sözü edilen başarılı organizasyonları gerçekleştiren pek çok canlı türü vardır. `Sosyal böcekler` olarak adlandırılan karıncalar, arılar ve termitler bunlardan birkaçıdır.
Kitabın konusunu oluşturan termitlerin yaşamlarındaki düzeni, şöyle bir karşılaştırma ile daha iyi ifade etmek mümkündür. Termitlerin toplumsal örgütlenme şekilleri arılarınkinden daha karmaşık, karıncalarınkinden daha sık ve organize, insanların sosyal yaşamındaki sistemlerin pek çoğundan daha derli toplu ve sorunsuzdur.
Termitlerin yuva yapımlarından iletişim yöntemlerine ve savunmalarına kadar koloni içindeki her davranışlarında akıl, hesaplama, plan ve bilinç vardır. Hesaplama ve plan, ancak eğitim alınması yani bilgi sahibi olunmasıyla kazanılan, akıl gerektiren özelliklerdir. Bu durum bize termitlerin bir bilgi dahilinde hareket ettiklerini gösterir. Peki her termitin doğar doğmaz ne yapacağını bilir bir şekilde hareket etmesini sağlayan bu bilgiye termitler nasıl sahip olmuşlardır? Termitlerin sergiledikleri bilinçli davranışların kaynağı nedir? Termit gibi bir böceğin sadece insanlarda bulunduğu düşünülen bu gibi özelliklere sahip olmasına nasıl bir açıklama getirilebilir?
Bu soruların cevabı, termitlerin yaşamlarından verilecek örneklerle ortaya çıkacaktır.

Konularında Uzman Olan Termitler
Bir termit kolonisindeki tüm üyelerin tek bir amacı vardır: Koloninin var oluşu için çalışmak. Bu amaç için hepsi üzerine düşen görevi eksiksizce yerine getirir. Termit kolonilerine "kast" adı verilir. Kast, farklı konularda uzman gruplardan oluşan, 1 milyondan fazla bireyi kapsayabilir. Her bir grup fiziksel olarak diğerinden farklıdır ve belirli bir görevi yerine getirir.
Termitler; toprak altı, toprak üstü ve kuru odun termitleri olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Bu grupların her birinin farklı koloni hayatları vardır ve her biri de kendi içinde dört bölüme ayrılır:
a) Kral-Kraliçe
b) Kral ve Kraliçe Adayları
c) İşçiler
d) Askerler
Bununla birlikte bir termit yuvasına bakıldığında, değişik görünümlere sahip termitlerle de karşılaşılır. Örneğin bazı termitlerin kanatları vardır. Bunlar, ileride çiftleşme uçuşuna çıkabilecek yani kral ve kraliçe olmaya aday yavrulardır. Gerçek birer kral ve kraliçe olduklarında kanatları düşecektir. Güçlü çeneleri olan ve kanatları bulunmayan termitlerse sayıca en fazla olan işçi termitlerdir. Koloni içindeki görevleri ise yuvayı inşa etmek, besin bulmak ve yuvanın genel düzenini sağlamaktır. Sayıca az olan asker termitlerin tek görevleri yuvayı korumaktır.
Termitlerde türe göre, farklı özelliklere sahip askerler vardır: Bazı termit türlerinin askerleri, saldırganları kaçırmaya yarayan yapışkan bir sıvı salgılayan hortumlara sahiptir. Bazı türlerin askerlerinin büyük kafaları ve kocaman çeneleri vardır. Yuvaya girmeye çalışan her canlıya saldırarak yuvayı korurlar. Koloninin diğer üyelerinden farklı bir görünüme sahip olan kraliçenin, termitler için çok büyük bir önemi vardır. Koloninin çoğalması kraliçenin varlığına bağlıdır. Şimdi kral ve kraliçe adayı termitlerle termit kolonilerindeki elemanları daha yakından tanımaya başlayalım.


Konularında Uzman Olan Termitler
Bir termit kolonisindeki tüm üyelerin tek bir amacı vardır: Koloninin var oluşu için çalışmak. Bu amaç için hepsi üzerine düşen görevi eksiksizce yerine getirir. Termit kolonilerine "kast" adı verilir. Kast, farklı konularda uzman gruplardan oluşan, 1 milyondan fazla bireyi kapsayabilir. Her bir grup fiziksel olarak diğerinden farklıdır ve belirli bir görevi yerine getirir.
Termitler; toprak altı, toprak üstü ve kuru odun termitleri olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Bu grupların her birinin farklı koloni hayatları vardır ve her biri de kendi içinde dört bölüme ayrılır:
a) Kral-Kraliçe
b) Kral ve Kraliçe Adayları
c) İşçiler
d) Askerler
Bununla birlikte bir termit yuvasına bakıldığında, değişik görünümlere sahip termitlerle de karşılaşılır. Örneğin bazı termitlerin kanatları vardır. Bunlar, ileride çiftleşme uçuşuna çıkabilecek yani kral ve kraliçe olmaya aday yavrulardır. Gerçek birer kral ve kraliçe olduklarında kanatları düşecektir. Güçlü çeneleri olan ve kanatları bulunmayan termitlerse sayıca en fazla olan işçi termitlerdir. Koloni içindeki görevleri ise yuvayı inşa etmek, besin bulmak ve yuvanın genel düzenini sağlamaktır. Sayıca az olan asker termitlerin tek görevleri yuvayı korumaktır.
Termitlerde türe göre, farklı özelliklere sahip askerler vardır: Bazı termit türlerinin askerleri, saldırganları kaçırmaya yarayan yapışkan bir sıvı salgılayan hortumlara sahiptir. Bazı türlerin askerlerinin büyük kafaları ve kocaman çeneleri vardır. Yuvaya girmeye çalışan her canlıya saldırarak yuvayı korurlar. Koloninin diğer üyelerinden farklı bir görünüme sahip olan kraliçenin, termitler için çok büyük bir önemi vardır. Koloninin çoğalması kraliçenin varlığına bağlıdır. Şimdi kral ve kraliçe adayı termitlerle termit kolonilerindeki elemanları daha yakından tanımaya başlayalım.




Kral ve Kraliçe Adayı Termitler
Kral ve kraliçe adayı termitlerin bedenleri siyaha çalan kahverengi tonundadır. Bu termitler vücutlarının iki tarafında yer alan eşit kanatlara sahiptir. Bu özellik, aynı zamanda onları diğer koloni üyelerinden ayıran en önemli farklardan biridir. Kraliçe ve kral adayı termitleri kolonideki diğer üyelerden ayıran başka bir özellikleri de görme yeteneklerinin ve üreme kabiliyetlerinin olmasıdır. Üreyebilen bu üyeler, bir veya iki yılda bir ve sadece yılın belli bir zamanında gelişir.
Kral ve kraliçe adayı olan termitler, yuvadan ayrılacakları güne kadar kendi karanlık bölmelerinde bekler. Bu, koloninin güvenliği ve kolonide kargaşa çıkmaması bakımından önemlidir. Kolonide birden fazla kral ve kraliçe adayının dolaşması, disiplinin bozulmasına ve koloni içinde karmaşa doğmasına neden olacaktır. İşte bu nedenle işçi termitler, yuvada sadece bir tane kral ve kraliçe bulunması için geniş çaplı önlemler alır.
Yeni kral ve kraliçe adaylarını kendi bölmelerinde kapalı tutmak bu önlemlerden biridir. Ancak vakti geldiğinde yeni adayların bölmelerinden ve yuvalarından dışarı çıkmaları gerekmektedir. Kral ve kraliçe adaylarının yuvadan çıkışları, işçilerin yaptığı özel tüneller vasıtası ile gerçekleşir. Böylece yeni kral ve kraliçe adayları koloni içine girmeden dolayısıyla hiçbir kargaşaya yol açmadan yuvayı terk ederler. Bu terk ediş ilk yağmurların yağması ile gerçekleşir. Çünkü yağmurlarla birlikte genç adayların kanatları gelişir ve tünellerden geçerek bir daha geri dönmemek üzere uçabilirler. Kral ve kraliçe adaylarının uçma kabiliyetleri zayıftır. Bu nedenle rüzgarla taşınmadıkları takdirde yuvadan 500 metre öteye dahi gidemezler.1 Uçarlarken birçoğu kuşlar ve sürüngenler tarafından öldürülür. Hayatta kalmayı başarabilenler ise uçuştan sonra kanatlarını atarlar ve yeni bir koloni oluşturmak için gizli bir yuva inşa ederler. Kral ve kraliçe olarak olgunlaştıklarında ömür boyu sürecek bir evliliğe başlarlar ve koloninin kurulması için ürerler.
Koloni içindeki bütün işlerde olduğu gibi bu durumda da her termit kendi sorumluluğunu çok iyi bildiği için hiçbir zaman isyan çıkmaz. Hiçbir zaman aday termitler koloniyi terk etmezler. Görevlerinin bilincindedirler ve yeni koloniler oluşturmak için gerekeni yaparlar.



Koloni İçin Kraliçenin Önemi
Kraliçe termiti diğer termitlerden ayıran özelliklerin en belirgini kraliçenin kanatlı olmasıdır. Kalıcı olmayan bu kanatlar kraliçenin gücünün simgesidir. İlkbaharda yeni koloni kurmak için harekete geçen yetişkin kraliçe termit, yuvadan çıkarak kralı aramaya başlar. Bunu yaparken de vücudundaki salgı bezlerini kralı kendine çekebilmek için kullanır. Kraliçe termit kısa bir uçuş yaptıktan sonra yere iner ve gövdesini yukarı kaldırıp salgı bezlerini çalıştırır. Sırtında bulunan salgı bezlerinden biri, erkek termiti 20 cm. mesafeden kendisine doğru çekecek bir sıvı, göğsündeki salgı bezleri ise 3 cm. mesafeye kadar etkili olan bir başka sıvı (feromen) salgılar.
Kral ve kraliçe biraraya geldikten sonra çiftleşebilecekleri uygun bir ortam ararlar. Tünel kazarak bir çiftleşme odası hazırlar ve daha sonra yuvalarını inşaya başlarlar. Kraliçe önce 5 yumurta yumurtlar. Bu yumurtalardan çıkan termitler, kral ve kraliçe tarafından yetiştirilen ilk işçi termitler olurlar.2
Kraliçe termitin inanılmaz bir üreme kapasitesi vardır. Öyleki kraliçesi bir gün içinde 30 bin adet yumurta bırakan bir termit türü mevcuttur.3 Bu, kraliçe termitin her üç saniyede bir adet yumurta bırakması demektir. Yaşlı bir kraliçe dahi her üç saniyede bir adet yumurta bırakabilir. Ortalama 25-30 yaşına kadar yaşayabilen bir kraliçe termit, tüm hayatı boyunca on milyonlarca yumurta üretebilir.
Arılarda ve karıncalarda olduğu gibi termit kolonilerindeki düzen ve süreklilik de kraliçe termit tarafından sağlanır. Her koloninin merkezinde bir kraliçe termit yer alır. Bir termit yuvasında kral ve kraliçe, işçiler tarafından özel olarak bakımlarının yapıldığı bir odada yaşarlar. Koloninin kalbinin attığı yer olan kraliçenin odası, yuvanın en hassas ve en iyi korunan yeridir. Kraliçe termit hareket edemeyecek kadar büyüktür. Özellikle yumurtlama döneminde kendi büyüklüğünün tam 13 katına ulaşır.4 Kendi başına beslenemediği için koloninin diğer üyeleri ona özel bir ihtimam gösterirler. Kraliçeyi besleme görevini üstlenen işçi termitler, kraliçenin ihtiyacı olan besinleri kraliçeye aksama ya da gecikme olmadan sürekli olarak temin ederler.
Kraliçe hareket etmemesine rağmen koloninin düzenini, güvenliğini ve her türlü ihtiyaçlarını çok iyi kontrol altında tutar. (Kraliçenin bütün bunları tek başına nasıl yaptığı, ilerleyen bölümlerde detaylı olarak ele alınacaktır.)

Kraliçe ve İşçi Termitler Arasındaki Bilgi Alışverişi
Kraliçe, yuvadaki termitlerle direkt olarak görüşmemesine rağmen yuvadaki tüm ihtiyaçları bilir. Hatta kraliçe, yumurtlama döneminde 14 cm`ye ulaşan dev gövdesi ile kıpırdamadan yatarken dahi yuvadaki eksikliklerin tümünü –yuvada herhangi bir karışıklık olup olmadığını, hangi türde elemana ihtiyaç olduğunu vs.- bilir. "Bu olağanüstü bilgi ağını nasıl bilebilir?" sorusuna verilen cevap, Allah`ın yarattığı sistemin kusursuz ve eksiksiz olarak işlediğinin açık bir delilidir.
Daha önce kraliçenin işçi termitler tarafından beslendiğinden bahsetmiştik. İşte bu beslenme sırasında, kolonide olan biten herşey kraliçeye kesintisiz olarak aktarılır. İşçi termitler bu bilgileri verirken salgılarını kullanırlar. Bütün termitler vücutlarında özel bir salgı üretirler. Bu salgı, koloninin durumu hakkında kraliçe termite bilgi verir. Bir işçi termit kraliçeyi beslediğinde, kraliçe o anda koloni içinde neye ihtiyaç olduğunu anlar. Örneğin bir mücadele sırasında asker kaybı olmuşsa kraliçe, kendisini besleyen işçinin salgıladığı kimyasallardan bunu haber alır.
Eğer çok sayıda asker termit yitirildiyse kraliçe ilk tedbir olarak genç termitlerin asker termitler olarak büyümesini sağlayacak kimyasal bileşiği salgılar ve bu salgıyı işçi termitler aracılığı ile yeni genç bireylere gönderir. Böylece genç termitlerin hangi gruba dahil olacakları belirlenir.
Bir salgının ne içerdiğini bilmek için öncelikle o sıvının analizi yapılmalıdır. Böyle bir işlemi yapmak için öncelikle bir laboratuvara ihtiyaç vardır. Analizi yapılacak sıvının içeriğine göre, gerekli teçhizatın tam olması gerekir. Elbette ki analizi yapacak kişilerin de bu konuda bilgi sahibi olması hatta eğitim almış olması gerekir. Kraliçe termit, vücudundaki sıvıların analizini bütün ömrü boyunca hem de çok kısa bir sürede yapar. İhtiyaca uygun sıvıyı salgılayarak kolonideki yüzbinlerce termitin yaşaması için gerekli olan organizasyonu sağlar. Kraliçenin salgıladığı maddeyi alan termitler de salgının içeriğini bilir ve salgıda saklanmış olan şifreyi çözerek hareket edebilirler. Dolayısıyla aynı analiz bilgisine kolonideki diğer termitler de sahiptir.
İşte bu, termit kolonilerindeki mucizevi olaylardan biridir. Termit kolonilerindeki bireylerin hangi kasta bağlı olacakları yani koloni içinde ne tür bir görev alacakları doğum anında belli değildir. Doğduklarında tüm larvalar birbirlerinin aynıdır. Larvaların görev ve sorumlulukları, koloninin o anki ihtiyacına göre, kraliçe tarafından salgılanan kimyasal salgının işçi termitler aracılığıyla larvalara ulaştırılmasıyla belirlenir.5
Kraliçe termitin bir tür muhakeme yeteneği kullanarak kolonideki eleman ihtiyacına karar veremeyeceği açıktır. Ancak kraliçenin davranışlarında görülen düşünme, muhakeme yapma ve karara bağlama gibi özelliklerin tek bir açıklaması vardır. Kraliçe termitin hareketleri bir güç tarafından kontrol edilmektedir. Kraliçenin kovan üzerindeki denetiminin nedeni bu canlıların tümünün Allah`ın ilhamıyla hareket ediyor olmasıdır. Yeryüzündeki bütün canlılara nasıl davranmaları gerektiğini öğreten Allah`tır.
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)

İşçi Termitler
Bütün yuvanın bakımını üstlenmiş olan işçi termitler kısır, kör ve kanatsızdırlar. İşçi termitler yumuşak vücutlu ve krem renklidir. Bir yılda ergin hale gelirler. Yaşam süreleri ise 3 ile 5 yıl arasında değişir.
Yuvanın üreme ve savunma dışındaki tüm işlerini işçi termitler yürütür; termit yuvalarının inşası ile işçiler ilgilenir, zamanı geldiğinde yuvayı genişletme ve onarım gibi işlemlerle ilgilenenler de işçi termitlerdir. Larvaların kendi kendilerine yeter hale gelene kadar bakıma ihtiyaçları vardır; ayrıca kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan kraliçe termitin de çeşitli konularda bakıma gereksinimi vardır; bütün bunlarla ilgilenenler yine işçi termitlerdir. Bazı termit türleri besin olarak mantar tüketir. Mantarların üretimini de yuvalarında kendileri yaparlar. Bu üretimi yapanlar yani koloninin çiftçileri de yine işçi termitlerdir. Kısacası kolonideki günlük her türlü ihtiyaç işçi termitler tarafından temin edilir.6
Kısır olan işçilerin koloni için hiç durmadan çalışmaları, evrimciler açısından bir çıkmaz oluşturur. Çünkü ilerleyen bölümlerde ele alınacağı gibi işçilerin fedakarlığı, kolonideki düzenin temelini oluşturur. Kısır bir canlının kendi yaşamını sürdürmek yerine kolonisindeki diğer canlılar için çalışması, doğanın bir savaş alanı olduğunu iddia eden evrimciler için elbette ki büyük sorun oluşturur.


Evrim Teorisinin Kısır Termitler Karşısında Düştüğü Çelişki
Evrim teorisinin kurucusu olan Charles Darwin, canlıların bunlara benzer karmaşık davranışları karşısında, "teorisinin karşılaştığı en ciddi özel zorlukla" yüzleştiğini itiraf etmiştir.7
Sosyal böceklerin davranışlarının evrim teorisi açısından neden "ciddi bir özel zorluk" olduğunu evrimcilerin kendi iddialarındaki mantık bozukluklarını ele alarak ve çoğu zaman birer "itiraf" niteliğinde olan sözlerini açıklayarak anlatalım.
Evrimciler, termitlerdekine benzer karmaşık davranışların "doğal seleksiyon" mekanizması ile ortaya çıkmış olduğunu iddia ederler. Evrimcilerin bu iddiaları şu anlama gelmektedir: Hayvanlar tecrübe yoluyla bazı davranışları öğrenir ve bu davranışların iyi ve kendileri için yararlı olanları zaman içinde doğal seleksiyon mekanizması tarafından seçilir. Daha sonra da bu iyi olan davranışlar kalıtım yoluyla bir sonraki nesle aktarılır.
Bu iddianın tutarsızlıklarını şöyle sıralamak mümkündür:
Öncelikle pek çok canlının davranışlarını tecrübe yolu ile öğrenmesi imkansızdır. Buna örnek olarak yavru guguk kuşlarının yumurtadan çıkar çıkmaz, gözleri dahi açılmadan ilk iş olarak yuvadaki diğer yumurtaları aşağıya atmalarını verebiliriz. Burada kesinlikle bir öğrenme söz konusu değildir; aksine yavru guguk kuşu, yumurtadan çıktığı anda daha etrafında hiçbir canlıyı görmeden o yumurtaları ne yapması gerektiğini çok iyi bilmektedir. Yani guguk kuşuna bu bilgi, henüz dünyaya gelmeden önce verilmiştir.
Hayvanların bu gibi davranışlarının öğrenme ile ortaya çıkmış olabileceğini varsaysak bile bunların genetik olarak sonraki nesillere aktarılması yine de imkansızdır. Sonradan kazanılmış yetenekler sadece o canlıya ait olur. Tıp öğrenimi görerek doktor olmuş bir insanın çocuğunun, öğrenim görmeden doktor olmasının mümkün olamayacağı gibi hayvanlardaki öğrenilmiş davranışların aynı türün diğer üyelerinin genlerine aktarılması da mümkün değildir. Bu örnek düşünüldüğünde evrimcilerin iddialarının ne kadar tutarsız ve bilimsellikten uzak olduğu hemen görülmektedir.
Ayrıca önemli bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar vardır: Termit kolonilerindeki hemen hemen bütün işleri yapmakla görevli olan işçilerin davranışları; bilgi birikimi, hesaplama, plan yapabilme, muhakeme etme gibi özellikler gerektirmektedir. Bu davranışların kalıtımsal olarak öğrenilmesi ise mümkün değildir. Çünkü işçi termitler kolonideki kısır üyedir. Bu nedenle kendi özelliklerini başka bir canlıya genler yoluyla aktarmaları mümkün değildir. Ortaya ilk çıkan kısır işçi termitin kendisi için gerekli bazı davranışları öğrendiğini varsaysak bile –ki bir termitin bir şeyler öğrenmesi zaten imkansızdır- bu yararlı davranışlarını kendinden sonraki nesle aktarması mümkün olmaz. Çünkü kendisi, yeni bir nesil meydana getirme özelliğine sahip değildir. Sosyal böcek kolonilerinde, bir sonraki nesli meydana getirebilenler yalnızca kraliçelerdir. Kraliçe, kendinden sonrakilere genlerini aktarabilir. Ancak kraliçenin özellikleri, termit kolonilerinin varlıklarını sürdürmeleri için yeterli değildir. Özellikle işçi ve asker termitlere ait olan dayanışma, disiplin, fedakarlık gibi davranışlar olmadan koloninin yaşamını sürdürmesi mümkün olmaz. O halde, doğar doğmaz ne yapacağını çok iyi bilen bu küçük canlılara nasıl davranmaları gerektiğini öğreten kimdir?
Bunlar, evrimciler tarafından hala cevap bekleyen sorulardır. Bu durumun çok iyi farkında olan Charles Darwin, sosyal böceklerle ilgili endişelerini Türlerin Kökeni adlı kitabında şöyle itiraf etmektedir:
Bir işçi karınca ya da başka bir eşeysiz böcek, sıradan bir hayvan olsaydı, bütün ıralarının Doğal Seçmeyle yavaş yavaş edinilmiş olduğunu, yani yararlı küçük değişikliklerle doğan ve bunları soyaçekimle döllerine ileten bireylerin varlığını, ve onların döllerinin yeniden değiştiğini ve yeniden seçildiğini vb. hiç duraksamadan kabul ederdim. Ama işçi karınca ana-babasından büyük ölçüde farklı bir böcektir, üstelik tümüyle kısırdır; bu yüzden, ardarda edinilmiş yapı ve içgüdü değişikliklerini döllerine iletilmesi söz konusu olamaz. Bu durumun Doğal Seçme teorisiyle nasıl uzlaştırılabileceği elbette sorulabilir.9
Yukarıda Darwin`in dikkat çektiği karıncalarda olduğu gibi termitlerde de bütün işçi bireyler kısırdır. Bu, evrimciler açısından açıklanması imkansız bir durumdur.
Üstelik kısır bir canlının yaşamı sırasında kazandığı özelliklerin, öğrendiği faydalı davranışların, edindiği tecrübelerin –ki böyle bir şeyin zaten olamayacağını yukarıda anlattık- evrim teorisine göre bir değeri yoktur. Evrimci Prof. Dr. Ali Demirsoy bu konu hakkında şöyle bir yorum yapmıştır:
… Daha önce de değindiğimiz gibi bir bireyin yaşamını başarılı olarak sürdürmesi evrimsel olarak fazla birşey ifade etmez. Önemli olan bu süre içerisinde fazla döl meydana getirmek suretiyle, gen havuzuna, gen sokabilmesidir. Bir birey ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, döl meydana getirmemişse, evrimsel açıdan hiçbir öneme sahip değildir. Bu nedenle bu bireylerin ölümü `Genetik Ölüm` olarak adlandırılır.10
"Genetik ölüm", o canlının neslinin tükenmesi demektir. Ancak işçi termitlere baktığımızda, evrimcilerin ortaya attıkları iddiaların tümünü yalanlarcasına, milyonlarca yıldır hiçbir değişiklik geçirmediklerini ve kısır oldukları halde varlıklarını hala sürdürebildiklerini görürüz.
Verilen örneklerde de görüldüğü gibi termitler, karıncalar, arılar gibi birarada yaşayan canlıların davranışlarını elbette ki doğal seleksiyon gibi çarpıtılmış evrim mekanizmaları ile açıklamak imkansızdır. Tek açıklaması vardır, o da yeryüzündeki bütün canlı ve cansız varlıkları yaratan; herşeye güç yetiren, benzeri olmayan bir ilmin sahibi olan Allah`tır.




Yuvadaki Düzenin Asıl Nedeni
Termit kolonisindeki her üye, ne iş yapması gerektiğini çok iyi bilir ve onu kusursuzca yerine getirir. Termitlerin arasında bir tek bencil harekete dahi rastlamak mümkün değildir. Bu yüzden de koloni halinde yaşayan bu canlılar kusursuz bir düzen içinde hayatlarını sürdürürler.
İşte bu, bütün sosyal böceklerde var olan ve üzerinde önemle durulması gereken bir özelliktir. Dikkat edildiyse termit yuvalarındaki düzende ve bu düzenin sürekli olmasında son derece önemli bir ölçüden bahsedilmektedir: Termitlerin fedakar olmaları...
Kendi yavruları ya da başka canlılar için kendi canını tehlikeye atacak ya da kendi ihtiyaçlarını gözardı edecek tarzda davranışlara hayvanlar arasında sıkça rastlanır. Canlılardaki fedakar davranışlarla ilgili o kadar fazla örnek vardır ki bu durumu evrimci bilim adamları da açıkça ifade etmek zorunda kalmaktadırlar.
Örneğin evrimci Peter Kropotkin, hayvanlar arasındaki dayanışmayı konu edindiği Mutual Aid: A Factor in Evolution isimli kitabında karıncaların ve termitlerin karşılıklı yardımlaşma sonucunda ne kadar büyük bir başarı kazandıklarıyla ilgili bir tespitini şöyle dile getirmektedir:
Termit ve karıncaların muhteşem yuva ve binalarının, şayet insanlarınki ile aynı ölçülerde olsaydı, çok daha üstün olduğu görülecekti. Asfaltlanmış yolları ve yer üstü tonozlanmış galerileri, geniş holleri ve tahıl ambarları, tahıl alanları, hasat etme işlemleri, yumurta ve larvalarının bakımındaki alkılcı metodları, ... ve son olarak cesaretleri ve üstün akılları, tüm bunlar, yoğun ve yorucu yaşamlarının her aşamasında uyguladıkları karşılıklı yardımlaşmanın doğal bir sonucudur.11
Burada önemli bir noktaya dikkat çekmekte yarar vardır. Yukarıda evrimci yazarın söz ettiği "karşılıklı yardımlaşma", termit dediğimiz birkaç santimlik, kör ve akletme yeteneğinden yoksun böceklerin uyguladıkları bir davranıştır. İnsanların kendi aralarında yardımlaşmada bulunması, ortak planlar kurup bunları beraberce uygulaması, yaşamı kolaylaştıracak yeni sistemler geliştirmeleri, teknolojiler üretmeleri elbette doğal karşılanan olaylardır. Ancak aynı şeyleri bir böceğin yapıyor olması doğal karşılanmamalıdır. Akletme yeteneğinden yoksun bir canlı, akıl gösteriyorsa onu yönlendiren bir güç var demektir. İşte burada da termitleri yönlendiren, onlara akılcı planlar kurduran ve onları fedakarca davranışlara yönelten büyük bir güç vardır.
O güç, sonsuz ilim ve aklı sahibi olan yüce Allah`a aittir.



TERMİT ORDUSU
Dünya üzerindeki tüm ülkelerde yaşanan en büyük kaygı, çıkması muhtemel savaşlar ya da iç karışıklıklardır. Ülkelerin karşı karşıya kaldıkları bu tehdit nedeniyle hiç durmadan yeni fikirler, yeni projeler üretilir. Devletler savunma için sürekli yeni stratejiler belirler. Savunma bakanlıkları, bütçelerinden önemli miktarda bir payı savunma ve strateji geliştirme çalışmalarına ayırırlar.
İnsanların savunma için harcadıkları bu çabanın bir benzeri de hayvanlarda vardır. Özellikle koloniler halinde yaşayan bütün canlıların bir ordusu vardır. Tam teçhizatlı olarak nitelendirilebilecek bu ordularda değişik özelliklere sahip askerler bulunur. Bu askerlerin kullandıkları savunma stratejileri son derece akılcıdır. Sosyal böceklerin sahip oldukları ordulardaki en belirgin özellik ise her bireyin kendisine düşen görevi yerine getirmek için elinden geldiğince çok çalışmasıdır, hatta bu uğurda canını bile tehlikeye atmasıdır.
Termitler de kalabalık asker gruplarından oluşan bir orduya sahiptir. Asker termitler diğer termitlere benzeyen, birkaç santim boyunda, yumuşak vücutlu, kör ve kanatsız canlılardır. Fiziki yapılarına rağmen bu termitlerin kullandıkları yöntemler son derece şaşkınlık vericidir.



Asker Termitler
Asker termitlerin tek görevleri koloniyi savunmaktır. Termit kolonisinin bu küçük boyutlardaki savunma ordusu, yuvayı korumak için her türlü tehlikeyi göze alır ve hatta canlarını bile verirler. Asker termitler için düşmanlarının büyüklüğü önemli değildir. Örneğin yuva, termitlerin en önemli düşmanları olan karıncalar ve karınca yiyenler tarafından saldırıya uğradığında hemen bir "intihar mangası" harekete geçer ve tehlikeyi ortadan kaldırır. Buradaki "intihar mangası" terimi oldukça önemlidir. Çünkü asker termitlerin pekçoğu savunma sırasında ölecektir. Termitlerin bu fedakar davranışları daha sonraki bölümde detaylı olarak ele alınacaktır.
Asker termitlerin türlere göre değişik vücut yapıları vardır ancak bunların tümü, görevlerine son derece uygun bir tasarıma sahiptir. Örneğin; ustura keskinliğinde dişleri olan Afrika termitleri, Güney Amerika`da yaşayan ve düşmanlarını güçlü çeneleriyle öldürmek için gövdelerinden daha uzun alt çeneleri olan karemsi başlara sahip termitler, Malezya`da yaşayan ve canlı bir bomba gibi patlayarak saldırganı sarı renkli koyu bir sıvıyla boğan termitler gibi... İstisna olarak Afrika ve Güney Amerika`daki bir termit türünde ise işçi termitler farklı şekilde koloniyi korur. Bu işçiler, bağırsaklarında bulunan sıvıları saldırgana fışkırtırlar; ancak bu hareketlerinin sonucunda kendi iç organları parçalanır ve ölürler.12
Hemen hemen tüm asker termit türleri çok büyük ve kaslı çenelere sahiptir. Bu çeneleri, saldırı anında düşmanı ısırmak ve parçalamak için kullanırlar. Asker termitlerin çenelerinin büyüklüğü, birbirlerine genel olarak benzemesine rağmen kafa yapıları türlerine göre farklılıklar gösterir. Hatta bu farklılık bazen oldukça dikkat çekicidir. Bazı askerler uzun burunludur, bazı türlerde ise asker termitler güçlü ve sert bir kafaya sahiptir.
Bu yapı farklılıkları nedeniyle termitlerin savaş teknikleri de farklıdır. Örneğin uzun bir burun yapısına sahip olanlar, burunlarını kullanarak saldırganlara yapışkan bir sıvı fışkırtırlar.13 Güçlü ve sert bir kafaya sahip olanlar ise tehlike anında kafalarını yuvada açılan deliklere sokarak düşmanın yuvaya girişini engeller. Böylece kendi bedenleri ile geçilmez barikatlar oluştururlar. Askerlerin kapsüle benzeyen kafaları kendi cüsselerine göre oldukça iridir. Bu hantal görünümlerine rağmen kendilerinden hiç beklenmeyecek bir savunma yeteneğine sahiptirler.



Termitlerin Kullandıkları Savaş Stratejileri
Koloninin yaşamasını sağlamak açısından güvenlik, birinci dereceden önemlidir. Termitler de düşmanlarına karşı genellikle kimyasal güçlerini kullanarak değişik savaş stratejileri uygular. Bu stratejileri şöyle sınıflandırmak mümkündür:
* Düşmanı felç etmek,
* Canlı bir bomba olup düşmanın üzerinde patlamak,
* Keskin çenelerle düşmanı yaralamak,
* Salgıladıkları zehir ile saldırganın vücut yapısını altüst etmek.
Termitler tüm bunları sahip oldukları özel donanımları sayesinde başarır. Ancak burada unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. Kimyasal silahlar, bugün dünyada teknolojinin en son imkanları kullanılarak, konusunda uzman birçok bilim adamının sürekli çalışması ile üretilmektedir. Kaldı ki çok basit bir kimyasal maddenin oluşturulması için dahi aynı ciddi çalışmalar gereklidir. Bu durumda termitlerin vücutlarındaki kimyasal silahların nasıl ortaya çıktığı sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Evrim teorisine göre bu kimyasal maddeler kendiliğinden yani tesadüfen ortaya çıkmıştır. Ancak biraz düşünüldüğünde bu iddianın mantıksızlığı açıkça görülür.
Evrim teorisinin iddiası, ilk ortaya çıkan termitlerin bu özelliklerin hiçbirine, örneğin kimyasal üretim sistemine sahip olmadıkları, bu sistemin sonradan rastlantılar sonucunda yavaş yavaş oluştuğudur. Ancak ilerleyen sayfalarda verilecek olan örneklerde de detaylı olarak görüleceği gibi bu, akıl ve mantık ölçüleri ile her yönden çelişen bir iddiadır.
Öncelikle termitlerdeki kimyasal silah sisteminin çalışması için hem kimyasal maddenin kendisinin hem de kimyasalın içinde bulunacağı organın aynı anda var olması gerekmektedir. Bununla birlikte bu organın, zehrin vücudun diğer bölgelerine yayılmasını engelleyecek bir koruyucuya sahip olması da şarttır. Ayrıca termitin türüne göre zehrin kullanım şekli değiştiği için kimi zaman zehrin bulunduğu organdan termitin kafasına kadar zehri taşıyacak bir borunun olması da –elbette ki bu boru da zehirden etkilenmeyecek özelliklerde olmalıdır- gerekecektir. Bundan başka, hayvanın düşmanına zehir fışkırtmasını sağlayacak bir kas sistemi ya da mekanik bir düzen vs. olması gereklidir.
Evrimciler, canlılardaki bu gibi sistemlerin ve organların tesadüfler neticesinde ortaya çıktığını iddia ederler. Tesadüfler, kimyasal maddenin formülünü nasıl olduysa tam tutturmuş, sonra ilk termitin vücudunda bu maddeyi oluşturacak sistemi var etmiş, daha sonra başka tesadüfler isabet etmiş ve kimyasal maddeyi oluşturan maddeleri teker teker ortaya çıkarmış, sonra da termitin vücudundaki organlara ve diğer sistemlere zehirden etkilenmemelerini sağlayacak özellikleri kazandırmış, bu şekilde tesadüfler tesadüfleri kovalamış ve milyonlarca hatta yüz milyonlarca yıl sonra termitler termit olmuştur.
Bu masalsı senaryodaki detaylar arttıkça evrimci iddialarının mantıksızlığı daha da netleşir. Öncelikle tesadüflerin, herhangi bir varlık meydana getirmesi hatta bırakın bütün halinde bir canlıyı oluşturmasını, bu canlının tek bir hücresini bile ortaya çıkarması mümkün değildir. Ya da bir canlının hücrelerini oluşturup sonra bu hücreleri birleştirip organlar meydana getirmesi, bu organlara gerekli özellikleri kazandırması, bu özelliklerin aynı canlı türünün hepsinde eksiksiz olarak var olabilmesi için canlı ile ilgili özellikleri birer bilgi haline getirip sonra da hücredeki genlere bu bilgileri kodlaması gerekir. Elbette ki bu mümkün değildir.
Termitler, evrimcilerin iddia ettikleri gibi belli bir süreç içinde yavaş yavaş gelişmiş olamazlar. Örneğin kimyasal silah sistemindeki tek bir parçanın dahi eksik olması, sistemi işlemez hale getirecek hatta termitin ölümüne neden olacaktır. Dolayısıyla geriye tek bir açıklama kalır. Kimyasal silah sistemi bir bütün olarak termitlerde var olmak zorundadır. Yani termitler ilk ortaya çıktıkları andan itibaren bu savunma sistemine sahiptir. Kaldı ki termitlerin tek özellikleri kimyasal madde üretebilmeleri ve bunu silah olarak kullanmaları değildir. Termitler; beslenme alışkanlıkları, buna bağlı olarak sindirim sistemleri, kimyasal iletişim kurabilme yetenekleri gibi özellikleriyle birlikte bir bütün olarak ortaya çıkmış diğer bir deyişle, bir anda yaratılmışlardır. Doğadaki bütün canlıları yaratan, sahip oldukları özellikleri onlara veren Allah`tır. Allah, her türlü yaratmayı bilen ve üstün güç sahibi olandır.
De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah`tır." De ki: "Öyleyse, O`nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a`ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah`a, O`nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Rad Suresi, 16)



Zehir Sürme
Termitlerin savaşırken kullandıkları yöntemlerden bir tanesi de zehir sürmedir. Bazı termit türlerinin vücutlarında oldukça zehirli kimyasal bir madde üretilir. Bu etkili zehri termitler kendilerine zarar vermeden sentezleyip vücutlarında depolayabilmektedirler. Her termit türünün zehri farklı bir yapıdadır. Bununla birlikte kullanım şekli de farklıdır.
Örneğin Rhinotermitiane alt familyasının askerleri, saldırganı, saldırganın gövdesine zehir sürerek öldürür. Bu termit türü daha küçük alt çenelere ve uzun, ucu fırça gibi üst dudaklara sahiptir. Bu özel ağız yapısı, termitin zehri en etkili şekilde saldırganın gövdesine sürmesini sağlar. Ayrıca bir asker termit, ağırlığının %35`i kadar miktarda zehri vücudunda depolayabilir. Bu savunma salgısının miktarı binlerce karıncayı öldürmeye yetecek güçtedir.14
Prorhinotermes de zehir sürerek savunma yapan termitlerdendir. Florida`da yaşayan bu türün askerlerinin çenelerinde "nitroalken" adlı zehirli madde bulunur. Termitlerin bir diğer türü olan ve Afrika`da yaşayan Schedorhinotermes ise "vinil keton" karışımı bir madde üretir. Vinil keton solunduğunda ya da yutulduğunda ölüme neden olacak kadar zehirli bir maddedir. Solunum yollarında, cilt ya da gözlerle temas halinde ciddi anlamda tahrişe neden olur. Etkili zehirler listesinde yer alan ve merkezi sinir sistemi çöküntüsüne neden bu madde termitlerin vücutlarında üretilir ancak termite hiçbir zarar vermez.15
Guyana termitleri ise son derece hızlı reaksiyona giren B-Ketoaldehitleri sentezler. Armitermes türü termitler de "moleküler kement" denilen zehirleri ve "ester" ya da "lakton" adlı kimyasalları silah olarak kullanır. Görüldüğü gibi zehirlerin tümü birbirinden farklı formüllerde farklı kimyasal yapılara sahiptir.
Bu zehirlerin ortak özelliği "elektrofilik" olmalarıdır. Yani zehirler düşmanların vücutlarında bulunan elektron bakımından zengin biyolojik moleküllerle birleşerek onların yapısını bozar. Bu durum ise düşmanlar için öldürücüdür. Birçoğunun adını ve ne işe yaradığını sizin de bilmediğiniz bu zehirli maddeleri termitler milyonlarca yıldır kullanmaktadır.
Şimdi burada durup bir düşünelim: Termit dediğimiz canlı, görme yeteneği olmayan, yaşamının büyük bir kısmını toprağın altında geçiren, beyin diyebileceğimiz bir organı dahi bulunmayan, birkaç santim büyüklüğünde bir böcektir. Ancak bu böceğin bedeninde, düşmanının bedenindeki sistemlerin işleyişini durdurmakla görevli salgılar bulunmaktadır. Böyle bir sistemi termitin kendi iradesiyle kurduğunu iddia etmek mümkün müdür? Bir kişinin sizin karşınıza çıkıp şöyle bir olay anlattığını farz edin:
"Termitler eskiden bu sistemlere sahip değillerdi, ama günün birinde bir termit, kendini düşmanlarının saldırılarından koruyabilmek için bir yöntem geliştirmeye karar verdi. En makul görünen, karşı tarafın iç sistemlerine zarar verecek bir metod bulmaktı. Çünkü kimi zaman düşmanlar, termitin kendisinden daha iri ve güçlü canlılar olabiliyordu. Bunun üzerine kendi bedeni içinde zehir üretmeye karar verdi. Böylece çok fazla enerji harcamadan karşı tarafı zehirleyerek etkisiz hale getirebileceğini düşündü. Çeşitli zehir formülleri geliştirdi. Bunlar için gerekli maddeleri bedeninde meydana getirdiği özel bir salgı bezinde topladı ve zehri üretmeye başladı. Ancak bundan önce bu salgı bezine, zehirden etkilenmesini önleyecek özellikler eklemeyi de unutmadı. Üstelik zehrin bedeninden dışarı çıkışı için de zehirden zarar görmeyecek bir yapı oluşturdu…"
Yukarıdaki senaryo, küçük bir çocuğun dahi inanmayacağı kadar akıl ve mantık dışıdır. Bir termitin karar alması, kimyasal işlemleri büyük bir başarıyla yerine getirmesi elbette mümkün değildir. Ancak evrimcilerin iddia ettikleri senaryolar yukarıda anlattığımızdan farklı değildir. Onlar da termitlerin geçmişte zehir üreten sistemlere sahip olmadıklarını, günün birinde buna ihtiyaç duyarak kendi bedenlerinde bu sistemi oluşturduklarını söylerler. Daha doğrusu evrimciler bunları tesadüflerin oluşturduğunu iddia ederler. Ancak bilinmelidir ki ne tesadüf denen kör ve şuursuz sürecin ne de termit dediğimiz böceğin böyle bir sistemi akletme, planlama, meydana getirme yeteneği vardır. Bu savunma sistemi termitlere, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki herşeyin yaratıcısı olan Allah tarafından verilmiştir.

Bir Başka Şaşırtıcı Savunma Yöntemi
Macrotermler Afrika`da yaşayan ve tümsek biçiminde yuva yapan bir termit türüdür. Bu türde, koloninin savunması bir grup dişinin görevidir. Bu dişiler kısır ve yuvadaki diğer termitlere göre daha küçük yapılı askerlerdir. Daha iri bir vücut yapısına sahip olan kraliyet muhafızları ise saldırganların, genç larvaların ve kraliyet çiftinin bulunduğu iç bölüme girmelerini önlemekle görevlidirler. Kraliyet muhafızları savaş için yaratılmıştır. Savunma için tasarlanmış kalkan gibi kafaları ve kılıç gibi keskin alt çeneleri vardır. Büyük askerlerin vücut ağırlığının %10`unu iç salgıları oluşturur. Alkanlar ve alkenler gibi uzun zincirli karbon bileşiklerinden oluşan bu salgılar, vücudun ön tarafındaki büyük bir kesede saklanır. Düşman, termitlere saldırmakla büyük bir hata yapar. Çünkü koloniye saldırmasının bedelini ufak tefek sıyrıklarla atlatması mümkün değildir. Termit askerler, savaş sırasında düşmanlarını kılıca benzeyen alt çeneleri ile yaralar ancak sadece yaralamakla yetinmezler. Savaş sırasında düşmanlarının derisinde açmış oldukları yarayı alkan ve alkenlerden oluşan yağlı parafin gibi kimyasal bir karışımla sıvarlar.16 Çoğu zaman öldürücü yaralar almamalarına rağmen saldırganların bir süre sonra ölmesi bilim adamlarının dikkatini çekmiştir.
Bu ilginç durumu inceleyen araştırmacılar, çok şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşmışlardır. Termitler tarafından yaralanan saldırganlar yaranın büyüklüğünden değil, kan kaybından ölmektedir. Çünkü termitlerin salgıladıkları sıvılar, düşmanlarının kan pıhtılaşma sistemini etkisiz hale getirmektedir. Örneğin termitlerin düşmanlarından olan karıncaların vücutlarında "hemolimf" adı verilen ve kan görevi gören bir vücut sıvısı bulunur. Vücutlarında bir yara açıldığında pıhtılaşmayı başlatan ve yaranın iyileşmesini sağlayan bir çeşit kimyasal madde devreye girer. İşte termitlerin zehirli salgısı bu kimyasal maddeyi etkisiz hale getirir.17
1-2 cm`lik bir böceğin, başka bir böceğin vücudundaki salgıları bilmesi, üstelik bu salgıların yapısını bozacak maddenin formülünden de haberdar olması ve bu formüle uygun bir maddeyi vücudunda üretmesi elbette ki bir yaratılış delilidir. İnsanlar için bile başka bir canlının vücudunda ne gibi özelliklerin olduğunu, bu özelliklerin nasıl tahrip edileceğini araştırma ya da deney yapmadan öğrenmek mümkün değildir. Bir insanın bunları yapabilmesi için öncelikle konuyla ilgili bir eğitim alması, bu canlıların anatomik yapılarını öğrenmesi gerekir. Üstelik bu da yeterli olmayacaktır. Edindiği bilgileri uygulayarak gereken maddeyi üretebilmek için bir çalışma yapması, dolayısıyla yeni bilgiler edinmesi gerekecektir.
Bilindiği gibi kimyasal maddeler teknolojik aletler yardımı ile, belli bir denetim altında, çok özel ortamlarda ve uzman kişiler eşliğinde üretilirler. Oysa termitler, bu kimyasal maddeleri vücutlarında hiçbir alet olmaksızın üretirler.
Bu işlemlerin elbette ki daha pek çok detayı vardır. Ancak gerçek çok açıktır. Termit gibi bir böceğin kendi kendine böyle bir sistemi oluşturması, kimyasal madde formülleri keşfetmesi mümkün değildir. Termitleri yaratan Allah`tır. Neyi nasıl yapacaklarını onlara ilham eden de Allah`tır. Bütün canlılar gibi termitler de Allah`ın ilhamıyla hareket eder. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
... O`nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur... (Hud Suresi, 56)


Tutkal ve Yapışkan Sıvı Püskürtme
Tropikal bölgelerde yaşayan çok sayıda termit türü –bu, dünyada bulunan 2000 termit türünün 500`üdür- tutkal fışkırtan askerlere sahiptir. Burada dikkat çeken iki nokta vardır. Birincisi, asker termitler vücutlarında kimyasal bileşikler üreterek bunları yapışkan hale getirir. Bu çok önemlidir; çünkü bazı askerlerin fışkırttığı sıvı, metali çürütecek, harcı ve düşük derecedeki betonu delip geçecek kadar etkili bir güce sahiptir.18 Ancak bu derece tehlikeli olan tutkal, termitin kendi bedeninde üretildiği ve depolandığı halde ona hiçbir zarar vermemektedir.
İkinci önemli nokta da, termitlerin bu silahı kullanma metodudur. Askerler tutkalı başlarının ön kısmında bulunan ve sadece onlara özgü olan "nasus" denen hortumlarından fışkırtırlar. Termit, tutkalı bir sprey gibi kullanarak düşmanının üzerine püskürtür. Spreyin etkisinde kalan saldırgan da bayılarak bir süre için etkisiz hale gelir. Bu fırsatı çok iyi değerlendiren asker termit, fırlattığı yapışkan maddenin etkisi geçmeden düşmanına ikinci bir hamle yapar. Bundan sonraki aşamada ise asker termitler, saldırganı ya felç eder ya da öldürürler.19
Tüm bu teşkilatlı sistemin sonuca ulaşması ve düşmanın etkisiz hale getirilmesi için isabetli bir vuruş olması gerekir. Ancak asker termitler de diğer termitler gibi kördür. Peki bu durumda nasıl olup da isabetli vuruşlar yaparlar?
Termitlerin sahip oldukları sistem son derece kusursuzdur. Asker termitlerin hortum ve salgı bezleri ve bunlarla ortaklaşa çalışan antenlerini radarlı ağır silahlara benzetmek mümkündür. Radarlı silahlar hedeflerini takip etme özelliğine sahiptirler. Bu sayede hedefe kilitlenir ve sonuca ulaşırlar. İşte tıpkı bu silahlardaki radarlar gibi çalışan antenlerini son derece iyi kullanan kör termit askerleri genellikle hedeflerini hiç şaşırmaz.
Termitlerin bu mükemmel sistemlerinin yanısıra, bu kimyasal silahların molekül yapıları incelendiğinde de dikkat çekici bir nokta ile karşılaşılır. Bu kimyasal maddelerde karbon bileşiklerine rastlanmıştır. Bu kimyasal bileşiklerin formülünü termitler nasıl keşfetmişlerdir? Formül kime aittir? Bütün bu sorular okuyucuyu düşünmeye yöneltmek amacını gütmektedir.
Biyolojik silahlar üretmek için en modern laboratuvarlarda birçok biyokimyacı çalışır. Kimi yeni formüller üretir, kimi bu formülün uygulamasını gerçekleştirir, çeşitli denemeler yapar. İnsanların yeni kimyasal maddeler üretmek için yürüttükleri bu çalışmalara ve sınırsız harcamalara karşılık termitler son derece kompleks yapıları olan kimyevi bileşikleri, ihtiyaçları olduğu anda vücutlarında kolayca sentezleyebilir. Ayrıca bu bileşikleri silah olarak kullanabileceklerini bilmekte ve düşmanlarına karşı ustaca kullanmaktadırlar. Bu durum insanlar için bir tefekkür vesilesidir. Vicdanını ve aklını kullanarak düşünen her insan, böylesine detaylı bir donanıma sahip olan canlıların durup dururken, tesadüfler sonucu ortaya çıkamayacaklarını hemen anlar.
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki üzerinden geçerler de ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu Allah`a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi, 105-106)




Termitlerin İntihar Mangaları
Pek çok termit türünün askerleri koloniye zarar gelmesini engellemek için kendilerini hiç tereddüt etmeden öldürmeyi göze alırlar. Bunların arasından Malezya`nın yağmur ormanlarında yaşayan bir tür özellikle ilgi çekicidir. Bu termitler, anatomileri ve davranışları açısından birer "hareketli bomba" gibidir. Vücutlarındaki özel bir kese, düşmanlarını etkisiz kılacak bir kimyasalla doludur. Mücadele sırasında termit, bir karınca ya da saldırgan bir hayvan tarafından sert bir şekilde sıkıştırılırsa karın kaslarını şiddetli bir şekilde kasarak salgı bezlerini yırtar ve saldırganı sarı renkli koyu bir sıvıyla boğar.20
Termitlerin savaşırken kullandıkları taktiklerin bir başka ilginç örneğine de Güney Amerika`da yaşayan işçi termitlerde rastlanır. Bu termitler, bağırsaklarında bulunan maddeleri kolonilerine saldıran düşmanlarına püskürtürler. Ancak bu hareketlerinin sonucunda iç organları parçalanır ve ölürler.21
Peki evrimcilerin iddia ettiği gibi doğa, tüm canlıların üstün gelmeye çalıştığı bir "yaşam mücadelesi" alanı ise neden bir böcek fedakarlık yapar?




Termitlerin Fedakarlıkları Evrim Teorisini Yalanlar
Termitlerde görülen bu gibi fedakarlık örnekleri Charles Darwin`in "sadece güçlü olan yaşar" iddiasını açıkça yalanlamaktadır. "Güçlü olan yaşar, zayıf olan elenir" cümlesiyle ifade edilen doğal seleksiyon iddiası, evrim teorisinin temel varsayımlarından biridir. Darwin`in ortaya attığı bu mekanizmanın temeli, güçlü yapıda olan canlıların hayatlarını sürdürdükleri ve nesillerini devam ettirebildikleri, diğerlerinin ise yok oldukları savına dayalıdır. Bu iddiaya göre doğa, canlıların yaşam için birbirleriyle kıyasıya mücadele ettikleri, zayıfların da güçlüler tarafından yok edildiği bir yerdir. Doğal seleksiyon mekanizması, canlıların sadece kendi yiyeceğini, kendi barınmasını ve güvenliğini düşünmesini öngörür.
Ancak diğer canlılar bir yana, yalnızca termitlerde görülen fedakarlık örnekleri dahi bu iddiayı açıkça yalanlamaktadır. Eğer evrimcilerin bu iddiası doğru olsaydı doğadaki canlılar arasında sadece savaş olması ve fedakarlık, özveri, işbirliği gibi kavramların yaşanmaması gerekirdi. Ancak termitlerde de görüldüğü gibi doğada sadece savaş yoktur hatta tam tersine kolonisindeki diğer bireyler için ölümü göze alacak kadar fedakar bir yapı vardır.
Doğadaki pek çok canlı, kendi hayatını tehlikeye atacak şekilde, sürüsündeki diğer canlılar için fedakarlık yapmakta hatta kimi zaman kendi türünden olmayan canlılar için dahi özverili davranışlar sergilemektedir.
Ünlü bir evrimci olan John Maynard Smith, canlılardaki fedakar davranışlar karşısında evrimcilerin içinde bulundukları çelişkili durumu şöyle özetlemektedir:
Eğer doğal seleksiyon, bireyin yaşama şansını ve çoğalmasını garanti eden özelliklerinin seçilimi ise kendini feda eden davranışları nasıl açıklayacağız?22
Bir örnek de Türkiye`deki evrimcilerden verelim. Ülkemizin önde gelen evrim savunucularından Prof. Dr. Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık adlı kitabında, canlılardaki davranışların doğal seleksiyon ile açıklanamayacağını, anne hayvanların yavrularına olan sevgilerini örnek vererek şöyle itiraf etmektedir:
Annenin yavru sevgisini, hiçbir ruhsal öğe içermeyen "kör" bir düzenekle (doğal seleksiyon) açıklamaya olanak var mıdır? Biyologların (bu arada Darwinciler`in) bu tür sorulara doyurucu yanıt verdiklerini söylemek güçtür, kuşkusuz.23
Evrim teorisinin, canlılardaki fedakar davranışlar karşısında içinde bulunduğu durum, çok açık bir gerçeği göstermektedir. Bir akla ve bilince sahip olmayan canlıların şefkat, merhamet gibi duygulara, fedakarlık, koruma içgüdüsü gibi özverili davranışlara sahip olmalarının tek bir açıklaması vardır. Canlılara bu özellikleri veren Allah`tır. Allah Kuran`da bazı canlılardan örnekler vermekte, bu canlıların Kendi ilhamı ile hareket ettiklerini bildirmektedir. Kuşlar, kelebekler, karıncalar, kaplanlar, filler, balinalar, zürafalar kısacası doğadaki bütün canlılar Allah`ın ilhamı ile hareket ederler. Evrendeki canlı cansız her varlık Allah`ın dilemesiyle vardır. Çevremizde gördüğümüz herşey bize Allah`ın sonsuz gücünü, ilmini, yaratmada hiçbir ortağının olmadığını kanıtlar. Bu, aklını kullanabilen her insan için çok açık olan bir gerçektir. Allah ayetinde bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:
Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir... (Şuara Suresi, 28)



İLGİNÇ BESLENME SİSTEMİ
Bütün canlılardan farklı bir beslenme alışkanlığına sahip olan termitlerin ihtiyaç duydukları temel madde selülozdur. Selüloz; yeşil bitkilerde bulunan enerji dolu bir karbonhidrattır. Ancak kalın ve çözünemez bir yapısı olduğu için canlıların çoğunluğu tarafından sindirilemez.
Pek çok canlının salgıladığı sindirim enzimleri, bu kalın karbonhidratı ayrıştırma özelliğine sahip değildir. Termitler ise selüloz maddesini parçalama yeteneğine sahip nadir canlılardan biridir. Bu nedenle alışılmadık bir şekilde, sindirilmesi imkansız gibi görünen odun ve tahta tipi maddeler ile beslenmektedirler.
Termitlerin bu ilginç beslenme alışkanlıklarını daha da ilginç kılan bir nokta vardır. Gerçekte selülozu parçalama yeteneğine sahip olanlar termitlerin kendileri değildir. Termitler, odunda bulunan selülozu bağırsaklarında yaşayan mikroorganizmalar sayesinde enzimlere ayırabilirler.24
Mikro boyuttaki bu canlılar, karmaşık kimyasal işlemleri şöyle gerçekleştirmektedirler:



Denge İçinde Bir Başka Denge: Ortak Yaşam
Doğada pek çok örneği bulunan ortak yaşamın bir örneği de termitler ve termitlerin bağırsaklarında yaşayan mikroorganizmalar arasındaki birlikteliktir. Termitlerin bağırsaklarında yaşayan ve kamçılarıyla hareket eden kamçılılar (protozoalar), salgıladıkları enzimlerle kerestenin selülozunu parçalayarak selülozu hem ev sahipleri olan termitler hem de kendileri için kullanılabilir hale getirirler. Bir başka deyişle selülozu şekere dönüştürürler. Bu süreç, termitin bağırsaklarındaki özel bir bölümde gerçekleşir. "Fermantasyon odası" olarak kullanılan bu bölüm oldukça geniştir. Termitlerin bağırsaklarında hızla çoğalan bu tek hücreli canlılar, yaptıkları fermantasyonla termitlere hem karbonhidrat hem de protein sağlar.25
Tek hücreli bu organizmalar (protozoalar) tek başlarına yaşayamadıkları için termit ve diğer bazı böceklere bağımlıdırlar. Aynı şekilde, eğer bu tek hücreliler olmasa, termitler de yedikleri odun ve tahta parçalarında bulunan selüloz maddesini sindiremez ve enerji elde etmeleri mümkün olmazdı.
Dolayısıyla her iki canlının da aynı anda ortaya çıkmış olması gerekmektedir. Eğer termitler bu tek hücreli canlılar olmadan ortaya çıkmış olsalar, besinlerini sindiremeyecekleri için açlıktan ölürlerdi. Ancak evrimciler her zamanki gibi bu canlıların da hayali evrim süreci içinde farklı şekillerde meydana geldiklerini ve sonra zaman içinde birbirlerini bularak ortak yaşama kararı aldıklarını iddia ederler. Bu durumda evrimcilerin "termitlerin protozoalarla karşılaşmadan önce nasıl olup da hayatta kaldıkları" sorusunun cevabını vermeleri gerekmektedir.
Üstelik bu ortak yaşam içinde evrim açısından çelişkili olan, yalnızca iki canlının aynı anda ortaya çıkmış olması gerekliliği değildir. Evrimcilerin bir iddiası da canlıların sürekli gelişim gösterdikleri, kendileri açısından daha yararlı ve avantajlı davranışlara yöneldikleri ile ilgilidir. Bu durumda da termitlerle protozoaların ortak yaşamında evrimcilerin karşısına büyük bir engel çıkmaktadır: Tek hücreliler, niçin yavaş yavaş selülozu ayrıştırma yöntemini tamamen termitlere aktararak "bağımlı bir canlı" olmaktan kurtulmaya çalışmadı?
İki farklı yapıdaki canlının birlikte yaşaması ve birbirlerinin sistemlerine göre hareket etmeleri bu canlıların tesadüfen ortaya çıkmalarının mümkün olmadığının kesin bir delilidir. Aslında her yerde karşımıza çıkan gerçek, yeryüzünde kusursuz bir sistemin işlediğidir. Bu da bir düzenleyicinin varlığına işaret eder. Tüm evreni kusursuz olarak yaratan Allah`tır. Yeryüzündeki bütün canlıların ihtiyaçlarını bilen, onları gerekli sistemlerle birlikte yaratan da üstün güç sahibi olan Allah`tır.
Termitlere ne ile besleneceklerini ilham eden, küçük vücutlarının içine yaşamlarını sürdürebilmeleri için başka bir canlı türünü koyan, o canlıyı termite fayda verecek özelliklerde yaratan Allah`tır. Allah bir ayetinde bütün canlıları Kendisi`nin rızıklandırdığını şöyle bildirir:
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah`a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)



Diğer Termit Üyelerinin Beslenme Alışkanlıkları
Termit kolonilerindeki beslenme ile ilgili bir başka dikkat çekici özellik de işçi termitlerin kraliçeyi, kralı, asker termitleri ve larvaları beslemesidir.
İşçi termitler, üzerine düşen bu görevi, kolonide beslemeleri gereken tek bir üyeyi bile atlamadan yapar. Özellikle kraliçe ve asker termitler, işçi termitler tarafından beslenmediklerinde aç kalır. Yumurtlama döneminde vücudu çok ağırlaşan kraliçe, hareket edemediği için başkaları tarafından beslenmeye ihtiyaç duyar. Asker termitlerin kafa yapılarının özellikleri, savunma yapmaya uygun bir yapıdadır. Ağız yapıları yemek yemekten çok savunmaya müsait olduğu için onlar da işçiler tarafından doyurulmak zorundadır.
Aynı şekilde larvadan yeni çıkan termitlerin de bir süre için işçiler tarafından beslenmesi gerekir. İşçiler bu genç termitleri midelerinde sindirdikleri yiyeceklerle besler. Bu son derece önemlidir. Çünkü bu şekilde işçiler, genç termitlerin odunu sindirmeleri için gerekli olan ve hayati önem taşıyan mikroorganizmaları da yavrulara iletmiş olur. Bir süre sonra, büyüyen yavrular da işçi termitlerden aldıkları protozoalar sayesinde kendi başlarına besinleri sindirir duruma gelir.26
Görüldüğü gibi bir termit kolonisindeki üyelerin pek çoğunun bakımı işçi termitlerin sorumluluğundadır. İşçi termitler olağanüstü bir fedakarlık sergilemekte ve koloniyi beslemektedirler. Bu durum, evrim teorisinin iddialarının asılsızlığını açıkça ortaya koymaktadır. Evrimcilerin iddia ettiklerii gibi doğada sadece savaş olsaydı ve sadece güçlü olan yaşıyor olsaydı, bu durumda işçinin diğerlerini beslememesi hatta öldürmeye çalışması gerekirdi. Ancak işçi termitler, evrimcilerin iddialarının tam tersine olacak şekilde hareket etmekte ve bütün bir koloniyi asla bıkmadan ve vazgeçmeden beslemektedirler.
Bundan başka, asker termitlerin de işçiler tarafından besleniyor olması son derece dikkat çekicidir. Çünkü görünüşte asker termitler, kolonisindeki en güçlü elemandır. Bu güçlü bireylerin hayatta kalabilmek için milyonlarca yıldır işçilere bağımlı olması da evrimciler açısından açıklama getirilmesi mümkün olmayan bir durumdur. Bunu şöyle detaylandırabiliriz:
Daha önce de belirtildiği gibi evrim teorisinin temel iddialarından biri olan doğal seleksiyona göre güçlü olanlar, hayatta kalmak için savaşıyordu. Bu arada canlılar da geniş bir zaman dilimi içinde (milyarlarca yıllık bir zaman süreci) eksik olan yönlerini tamamlıyordu. Bu masalsı iddiayı termitlere uyarlayacak olursak olması beklenen, askerlerin eksikliklerini tamamlaması ve beslenme problemlerini ortadan kaldırmalarıdır. Çünkü bir canlının başka bir canlıya bağlı yaşaması bir dezavantaj gibi görülmektedir. Ancak fosil kayıtlarında da açıkça görüldüğü gibi evrimcilerin iddialarının tam tersine termitlerin vücut yapılarında hiçbir değişiklik olmamış ve 250 milyon yıldır termitler, termit olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Asker termitler özel donanımları ve kendi beslenmelerini engelleyen ağız yapıları ile, işçi termitler çalışkanlıkları ile, kraliçe termit doğurganlık özelliği ile birlikte Allah tarafından bir anda yaratılmıştır.
İşçi termitlerin Allah`ın kendilerine ilham ettiği görevlerini büyük bir itaatle yerine getirmeleri ve tüm koloniyi beslemeleri, Allah`ın ayetlerinden birinin tecellisidir. Kuran`da bütün canlıları Allah`ın rızıklandırdığı şöyle bildirilmektedir:
Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut Suresi, 60)



TERMİT KOLONİSİNDE HABERLEŞME
Termit kolonilerinde kusursuz bir sosyal yaşam vardır. Aynı anda tek bir vücut gibi hareket eden termitler, kolonideki her türlü işi ortaklaşa çalışarak yapar. Kimi zaman termitlerin 1 milyon tanesinin birarada yaşadığı düşünülecek olursa aralarındaki haberleşme sisteminin önemi daha iyi anlaşılır. İş bölümünün sağlanması, saldırılara karşı anında örgütlenilmesi ve harekete geçilmesi, kolonideki diğer ihtiyaçların aksama olmadan halledilmesi kusursuz bir haberleşme sistemi sayesinde gerçekleşir. Termit bireyleri arasındaki haberleşme, kimyasal sinyallerin ya koklama ya da tad alma yoluyla alınıp verilmesi üzerine kurulmuştur.
1 milyon nüfusa sahip termit topluluğundaki işlerin aynı sayıda insan tarafından yapılmaya çalışıldığını varsayarak bir karşılaştırma yapalım.
Termitlerin yaptıkları gibi, 1 milyona yakın insanın tek bir mekanda yaşadıklarını ve çeşitli işleri hep birlikte yaptıklarını düşünelim. Mesela bulundukları ortamı temizlediklerini, havalandırdıklarını, ısısını sabit tuttuklarını, beslenme ihtiyaçlarını kendi kendilerine karşıladıklarını...
Bu gibi işlemlerin gerçekleşebilmesi için gerekli olan donanım elbette ki çok detaylıdır. Bu kadar çok sayıda kişinin örgütlenmesi çok fazla emek, zaman ve harcama gerektirir. Kargaşa çıkmaması ve işlerde aksama olmaması için iyi bir plan ve organizasyon yapılması şarttır. Çok iyi bir iletişim ağı kurulmalı ve mutlaka görev dağılımı olmalıdır. 1 milyon insanın tek bir vücut gibi hareket etmesi son derece zordur. Hatta 30-40 kişilik grupların birarada yaşayabilmesini sağlamak için bile çeşitli problemlerle karşılaşılacaktır. En azından böyle bir organizasyonun kurulması, bir düzenin sağlanması belli bir zaman dilimi içinde gerçekleşecektir.
İnsan, yeryüzünde akıl sahibi yegane canlıdır. Muhakeme yeteneği vardır, teknik beceri geliştirebilir, plan yapabilir. Termitlerse 1-2 cm`lik böcektir. Böyle bir karşılaştırmanın yapılmasındaki amaç, termitlerin koloni halinde yaşamayı becermelerinin ne kadar önemli olduğunun daha net ortaya çıkmasını sağlamaktır. Termitlerin düzenli yaşamalarını, ileride detaylarına değineceğimiz gibi gökdelenler inşa etmelerini, klima sistemleri kurmalarını sağlayan aklın termitlere ait olması kesinlikle mümkün değildir.
Yaklaşık 1 milyon termit hatta bazen daha da fazlası, bu saydığımız işlerin hepsini hiçbir problem çıkmadan yerine getirir. Bu da termitlerin birarada yaşama konusunda çok iyi organize olduklarını ve aralarında çok iyi bir iletişim ağının bulunduğunu gösterir. 1 milyon bireyi tek bir vücut gibi hareket ettirebilen bu haberleşme sistemi akla bazı soruları getirecektir. Kör olan termitler nasıl anlaşırlar? Aralarındaki iş bölümü nasıl gerçekleşir? Hiçbir kargaşa çıkarmadan muhteşem gökdelenleri nasıl inşa ederler? Kör olmalarına rağmen düşmanlarını nasıl tanırlar? Nasıl birlikte savaşa giderler? Bu soruların cevapları çok önemli bir gerçeğe açılacak birer anahtar niteliğindedir.



Haberleşme Sisteminin Kaynağı
Düzenli bir toplum yapısı oluşturan termitlerin karşılıklı haber alışverişine dayalı bir hayatları vardır ve termitler bu alışverişi sağlamada hiçbir zorluk çekmez. İnşaat yapma, yiyecek arama, yuva arkadaşını tanıma, iz sürme, vücut gelişimi, düşmana karşı alarm hali ve savunmaya geçiş gibi bütün hayati faaliyetleri, kimyasal sinyaller aracılığıyla sağlanır. İletişimleri de, diğer böceklerde olduğu gibi, kimyasal sinyallerle olur.
İletişimlerinde, diğer böceklerde olduğu gibi, feromen denen bir kimyasal salgı kullanırlar. Her koloni kendi karakteristik kokusuna sahiptir. Örneğin koloniye bir saldırı gerçekleştiğinde kraliçe, işçilerden gelen yiyeceklerin üstüne sürünmüş salgılardan haber alır ve kendi ürettiği bir alarm salgısı ile asker termitlere saldırı konumuna geçme emrini verir. Bundan başka işçi termitler de yeni bir besin kaynağı bulduklarında diğer üyelerin kendilerini kolaylıkla izlemelerini sağlayan gizli bir kimyasal iz (koku) bırakır. Bu koku diğer termitlerin hedefe ulaşmalarını sağlayacaktır.
Koloniye ait tüm kastların sayıları ve oranları da, daha önce belirttiğimiz gibi, yine kimyasal salgılar aracılığı ile düzenlenir. Henüz olgunlaşmamış larvaların askerlere mi, işçilere mi yoksa aday kral ve kraliçelere mi dönüşeceği koloninin ihtiyacına göre kraliçe tarafından belirlenir ve kraliçe buna göre larvaların hangi sınıfa ait olması gerektiğini salgıladığı sıvıyla işçilere bildirir.27
Termitlerin, kimyasal salgıları üretme sistemlerinin yanısıra bunları algılayabilecek çok duyarlı antenleri de vardır. Termitlerin antenlerinde birbiri ardınca sıralanmış koku alıcı hücreler bulunur. Bu hücreler, termitlerin birbirlerini tanımalarını sağladıkları gibi farklı türden bir başka böceğin kokusunu almalarını da sağlar.



Termitlere Özel Barkodlar
Böceklerde "kitin tabakası" denilen koruyucu bir yapı vardır. Bu tabakadan dışarıya özel kokulu hidrokarbon molekülleri yayılır. Bu kokuyu böceğin kitin tabakası içindeki bezler salgılamaktadır. İşte termitler de bu kokuları ayırt eder ve bu sayede yuvaya girmeye çalışan yabancıları tanırlar. Peki termitler koku ayırt etme işlemini nasıl yapar? Bu sorunun cevabını barkodları (özel güvenlik şifrelerini) tanıyan bilgisayarlar ile termitleri karşılaştırarak verebiliriz.
Şirketlerdeki güvenlik sistemlerinde kullanılan bilgisayarlar, güvenlik kartlarının üstündeki şifreyi nasıl tanırsa bir termit de düşmanları olan karıncalarla hemcinslerinin kokusunu bu tarz bir sistemle ayırt eder. Antenleri o kadar hassastır ki kokladıkları herhangi bir termitin kendi kolonilerinden olup olmadığını dahi rahatlıkla anlar. Üstelik her termit türünün hatta aynı tür içindeki her termit yuvasının kendine özgü bir kokusu vardır. Bu kokuların termitler tarafından ayırt edilmesi, bu canlıların adeta birer "koku uzmanı" olduğunu gösterir. Ayrıca termitlerin antenleri, yuvanın güvenlik sisteminde kullanılan en etkili kontrol mekanizmasını oluşturur.
Termitlerin kör olmalarına rağmen nasıl olup da yuvaya girmeye çalışan başka canlıları ve kendi kolonilerinden olmayan termitleri tanıdıkları sorusunun cevabını araştıran bilim adamları, kimyasal yöntemler (spektrometri ve gaz kromatografisi) ile termitlerin yaydığı kokuları analiz etmişlerdir. Kimyasal analizler, farklı iki termit türünün (örneğin, Reticulitermes santonensis ile reticulitermes lacifugus grassei) farklı koku saçtığını kesin olarak ortaya koymuştur.28
Bundan başka, araştırmacılar, A yuvasından bir termitin derisini B yuvasından bir termitin derisi üzerine nakletmişler ve şunu görmüşlerdir: B yuvasının termitleri, bu A yuvası termiti kokusu taşıyan yabancıyı her gelişinde kapı dışarı etmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, koku uzmanı olma özelliğinin termitler tarafından sonradan kazanılmış bir özellik olamayacağıdır. Her termitin bu sistemle birlikte ortaya çıkması zorunludur. Çünkü kör olan termitlerin antenlerinin olmaması durumunda yaşaması mümkün değildir. Yönlerini bulmaları, kendi savunmalarının yanısıra koloninin savunmasını da yapabilmeleri, kraliçeden gelen sinyalleri algılayabilmeleri hep antenlerin varlığına bağlıdır. Bu da bize termitlerin antenleri, gerekli salgı bezleri ve diğer tüm sistemleri ile tek bir anda yaratıldıklarını gösterir.



Güvenlik Sistemini Delebilen Bir Canlı
Termitlerin güvenlik önlemleri son derece etkilidir. Ancak bu, düşmanların termit yuvalarına hiçbir şekilde giremedikleri anlamına gelmez. Bir karınca türü, tüm güvenlik önlemlerine rağmen koloniye girmeyi başarır. Bunu nasıl başardıkları sorusunun cevabı, insanı hayrete düşürür. Ponerin türü bu karıncalar, karınca kokusu yerine termit kokusu salgılayarak termitlerin güvenlik sistemlerini deler ve yuvanın her köşesinde diledikleri gibi gezerler. Termitler de kör oldukları için kokuya aldanıp karıncaları "aileden bir fert" zannederler.
Karıncanın termitleri kandırması son derece etkileyici ve kusursuz bir yaratılış örneğidir. Karıncanın bu başarısı elbette ki üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Öncelikle karıncanın, termitin özel kokusunu nasıl keşfettiği sorusunun cevabı verilmedir. Bir canlının başka bir canlının vücudundaki kimyasal maddelerin ne olduğunu bilmesi mümkün müdür? Karınca, termitlerin güvenlik sistemlerinden nasıl haberdar olmuştur? Bu kokuyu salgıladığında, termitlerin arasında rahat rahat gezebileceğini nereden bilmektedir? Bütün bunlar bir yana karınca, termitlerde bulunan kimyasal maddenin bir benzerini kendi vücudunda üretebilmeyi sağlayacak donanıma nasıl sahip olmuştur?
Bütün bu soruların ortak bir cevabı vardır. Bir güç, karıncayı termitlerin güvenlik sisteminden haberdar etmektedir. Hem termitlerin hem de karıncaların yapısından haberdar olan bu güç, karıncanın vücut sisteminde gerekli olan tasarımı da yaratan güçtür. Her iki canlıyı da yaratmış olan bu benzeri olmayan güç, Allah`a aittir. Allah herşeyden haberdar olan, her türlü yaratmayı bilendir.
"Göklerde ve yerde bulunanlar O`nundur; hepsi O`na `gönülden boyun eğmiş` bulunuyorlar. Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O`dur; bu O`na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O`nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Rum Suresi, 26-27)

Başka Bir Haberleşme Yöntemi: Ses
Ses, termitlerin kullandıkları diğer bir haberleşme aracıdır. Asker ve işçi termitler, kafalarını tünellerin yüzeyine vurarak oluşturdukları titreşimlerle diğer termitlerin yuvanın içinde toplanmasını sağlar. Oluşturulan titreşimler, diğer termitlerin bacaklarındaki yüksek derecede hassaslaştırılmış dokunma duyuları ile algılanır.
Görüldüğü gibi termitler, başlarını tünel yüzeyine vurunca bir "titreşim" yayacaklarını ve bu titreşimlerin verdiği mesajların diğer termitler tarafından anlaşılacağını çok iyi bilirler. Termitlerin bu haberleşme yöntemi Mors alfabesinin kullanımına benzetilebilir.29 Elbette ki Mors alfabesini kullanabilmek için özel bir eğitim almak gerekir. Bir kişinin tesadüfen bu alfabeyi öğrenmesi ve birdenbire vuruşların ne anlama geldiğini anlaması elbette ki mümkün değildir. Hem alfabeyle mesaj gönderen hem de mesajı alan kişilerin bu konuda bilgi sahibi olmaları şarttır. Yoksa gönderilen mesaj ne kadar önemli olursa olsun hiçbir anlam ifade etmez.
Nasıl ki Mors alfabesi kendiliğinden öğrenilmiyorsa termitlerin de kendi aralarındaki bu şifreli anlaşma sistemini tesadüfen keşfetmiş olmaları mümkün değildir. Termitler doğdukları andan itibaren bu haberleşme şeklini bilmek zorundadır. Bu nedenle termitlerin özelliklerini kendi iradeleriyle ya da tesadüfen kazandıklarını iddia etmek; akla, mantığa ve bilime uymayan bir iddia olur.
Tesadüfler, bir canlının vücudunda alıcılar oluşturamaz. Bu alıcının yaydığı sinyalleri diğer bir canlının anlamasını sağlayamaz. Kısacası tesadüfler bir canlıya hiçbir özellik kazandırmaz.
Bu haberleşme sistemi termitlere öğretilmekte daha doğrusu ilham edilmektedir. Allah Kuran`da balarılarını örnek verir ve bu canlıların Kendi vahyi ile hareket ettiklerini bildirir:
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
İşte, balarıları gibi yeryüzündeki bütün varlıklar da Allah`ın vahyi ile hareket etmekte ve O`na kayıtsız şartsız boyun eğmektedir.


MİMARİ HARİKASI YUVALAR
Termitlerin bilinen en önemli özelliklerinden biri, topraktan insanların bile kolaylıkla yıkamayacakları sağlamlıkta görkemli yuvalar yapmalarıdır. Tropikal bölgelerde birdenbire ortaya çıkıveren şehirlerin mimarları olan termitlerin bu alandaki yetenekleri tartışılmazdır. Kullandıkları malzemenin elde edilişindeki hünerleri ve teknik yetenekleri de son derece şaşırtıcıdır. Her tür, kendi ihtiyacı olan özelliklere göre farklı tip yuvalar inşa eder. Bu yuvalar ağaç içlerinde bulundukları gibi çoğunlukla toprağın üstünde ve altında yer alırlar.
Termitlerin tepe şeklindeki yuvalarında çok detaylı bir mimari söz konusudur. Tüm yuvalarda inşaat, yeraltından başlar ve odacıklar yüzeye doğru genişler. Bir termit yuvasının içi açıldığında süngerimsi bir görüntüyle karşılaşılır. Yuva yaklaşık 2,5 cm. genişliğinde ya da daha dar sayısız hücreden oluşur. Bu hücreleri birbirlerine, ancak termitlerin geçebileceği büyüklükte dar delikler bağlar. Termitler daima sıcak ve nemli bir atmosferde yaşar. Bulundukları ortamda daima %5-15 arasında karbondioksit vardır. Bir insanın kolaylıkla bayılacağı bu ortamda termitler yaşamlarını rahatlıkla sürdürürler.30



Özel Korunaklı Yuvalar
Termit yuvaları, tropik bölgelerin sürekli değişen olumsuz dış şartlarını çok iyi izole eden bir tasarıma sahiptir. Yuvadaki sıcaklık ve nem oranı, yuva dışındaki şartlar ne olursa olsun sabittir, değişmez.
Termitler, yuvadaki yalıtımı sağlayabilmek için adeta betonlaşmış sert bir tabaka ile bir tepeye benzeyen yuvalarının üzerini örterler. Yuvadaki sıcaklığın sabit olması özellikle yumurtalar için büyük önem taşımaktadır.32 Bu çatı sayesinde termitler, büyük dikkat sarf etmek zorunda oldukları yumurtalarının muhafazası için gerekli olan sıcaklığı da sağlamış olurlar. Çatı, koloniyi diğer canlıların saldırılarından da korur. En dış duvarlarda oldukça sert ve sağlam, kıvamlı malzeme kullanılırken iç galerilerde çok daha yumuşak adeta kartonsu bir madde kullanılır.33
Görüldüğü gibi termitler, yuvadaki ısının sabit kalması gerektiğini ve bunun için yalıtımın en iyi şekilde nasıl sağlanacağını bilmektedir. Düşmanlar tarafından saldırıya uğrama ihtimali olan bölgelerde hangi malzemenin kullanılacağından da haberdardırlar. Bunlardan başka, yuvanın ısısını ölçme kabiliyetine sahip olmaları da termitleri mucizevi canlılar yapan özelliklerdendir.35 Canlılardaki bunlara benzer iman hakikatleri karşısında unutulmaması gereken, övülmeye ve hayran olunmaya layık olanın elbette ki bu küçük yaratıklar değil, onları bu yetenekle var edip-yaratan Allah olduğudur. Allah, hamd edilmeye layık olandır.
O, Hayy (diri) olandır. O`ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O`na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mümin Suresi, 65)
Termit yuvalarındaki mükemmel yapı, bilim adamlarının da dikkatini çekmiş ve bu konuyla ilgili çeşitli deneyler yapılmıştır. Bunlardan bir tanesinde inşası devam eden bir termit yuvası ikiye ayrılmış ve bu iki termit grubunun birbiriyle teması engellenmiştir. Sonuçta ortaya iki ayrı yuva değil de bir yuvanın iki ayrı parçasının çıktığı görülmüştür. Parçalar biraraya getirildiğinde de termitler tarafından inşa edilmiş olan tüm kanal ve yolların birbirlerini tuttuğu görülmüştür.36
Kuşkusuz burada kısaca değindiğimiz bu olay aslında büyük bir mucizeyi barındırır. Bunu şöyle düşünelim: İki grup insanı topladığınızı ve birbirleriyle konuşmadan, haberleşmeden ve bir plan yapmadan iki tane kumdan kalenin yarısını yapmalarını istediğinizi varsayalım. Yaptıkları kumdan kalelerin her detayıyla birbirinin birer kopyası olması mümkün müdür? Elbette böyle bir ihtimal hiçbir şekilde mümkün değildir. Şimdi bir de bu insanların görme yeteneklerinin olmadığını düşünün. Bu insanların böyle bir şeyi gerçekleştirmeleri mümkün müdür? Kuşkusuz bu durumda imkansızlık daha da kesinlik kazanır. Bu iki grup insanın yaptıkları kumdan kalelerin birbirleriyle tıpatıp benzer olması, binlerce hatta yüzbinlerce deneme yaptıklarını farz etsek bile mümkün değildir. Ancak hatırlatmalıyız ki burada söz konusu olan akıl ve bilinç sahibi insanlar böyle bir kale yapmayı başaramazlar ama termit dediğimiz kör böcekler, kendi büyüklüklerinin yüzlerce katı büyüklüğündeki bir yuvayı birbirini tamamlar şekilde yapar.
İşte burada karşımıza çıkan gerçek, görmezlikten gelinemeyecek kadar açıktır: Termitler kendi iradeleri, bilgileri, becerileri doğrultusunda değil, apaçık bir ilham ile hareket eder. Onlara bu ilhamı veren sonsuz kudret sahibi olan Allah`tır.

Termit Mimarların Özellikleri
Termit kolonilerindeki mimarlar beyaz, kanatsız ve kör olan işçi termitlerdir. Işığa karşı da son derece duyarlı olan termitler, içeriye ışık girebilecek tümseklerdeki delikleri hemen fark edip onları tıkayarak kapatmakta çok ustadır. Yuva yapımında kullandıkları malzemeyi elde edişlerinde de aynı ustalık görülür.
Termitler, salgıladıkları sıvıları kum taneleri, toprak ve odun parçalarıyla karıştırırlar, daha sonra bacakları ve ağızlarıyla bu karışımı küçük topaklar haline getirerek şekillendirirler. Ve her topağı gereken yerlere sıkıştırırlar. Bir süre sonra bu topaklar çimento gibi sert bir maddeye dönüşecektir.37 Bu sert madde ile yapılan yuvalar o kadar dayanıklıdır ki çoğu zaman bunları elle yıkmak mümkün olmamaktadır. Bazı termit yuvaları kazma, kürek hatta dinamit kullanılarak yıkılır.


Kör Mühendis ve Mimarlar
Termitlerin yaptıkları işin öneminin daha iyi anlaşılabilmesi için bir insanın inşaat yapması –daha doğrusu inşaat yapmayı öğrenebilmesi için- ne gibi aşamalardan geçmesi gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Mimari açıdan uzmanlaşabilmek için uzun yıllar sürecek bir eğitime ihtiyaç vardır. Bir mimar, öğrendiği teorik bilgileri pratiğe dökerken her çalışma ile ilgili birçok proje yapmak zorundadır. Bu projelerin üzerinde günlerce düşünüp matematiksel ince hesaplarla, milimetrik çizimlerle, mukavemet hesaplamalarıyla uğraşarak bir tasarım yapar. Tüm bunların yanında, inşaat aşamasına geçildiğinde başka mimarlar, inşaat mühendisleri, makine mühendisleri, işçiler, ustalar ve yine inşaat konusunda uzman başka kişiler de seferber olurlar. Bu işlerle uğraşan kişilerin hepsi belli bir eğitim almış, işinin uzmanı kişilerdir. Termitler ise mimari eğitim almış olması mümkün olmayan küçücük böceklerdir. İnsanlardan daha ustaca inşaatlar yapabilmeleri son derece mucizevi bir olaydır.
Termitlerle insanların mimari yeteneklerinin daha iyi karşılaştırılabilmesi için dikkat çekilmesi gereken çok önemli bir nokta daha vardır.
Kör bir mimarın bir inşaat yapması mümkün müdür? Kör bir mimarın kendisinin 300 katı büyüklüğünde bir proje çizdiği, daha sonra bu projenin yapımını kör bir ustabaşına devrettiği, ustabaşının da bu inşaatı kör işçilere yaptırdığı görülmüş müdür? Tabii ki böyle bir şey görülmemiştir, böyle bir şeyi duymak da imkansızdır. Doğuştan kör insanların karmaşık matematiksel işlemler gerektiren, yapımı detaylı teknik bilgilere dayanan gökdelenleri yapabileceğini kimse iddia etmez. En basit bir inşaatta bile; binanın basıncı, mukavemeti, temelinin yapısı, havalandırma sistemleri, güvenlik çıkışları gibi düşünülmesi gereken onlarca detay vardır. Bu detayları yapacak kişiler de ancak görebilen ve işinin uzmanı olan kişilerdir.
Termitlerle insanların yaptığı inşaat işlerinin karşılaştırılmasını tamamlayabilmek için yine olasılıklarla hareket edelim ve şöyle bir varsayımı kabul edelim. Kör işçilerden, kör mimarlardan ve kör mühendislerden oluşan bir ekip inşaatı bitirmiş olsunlar. Böyle bir durumda akla gelebilecek ihtimaller neler olurdu? Herhangi biri çıkıp da bu inşaatın tesadüfen gerçekleştiğini mi iddia ederdi? Yoksa inşaatta görev alan kör kişilerin özel bir eğitimden geçtiğini, belli bir tecrübelerinin olduğunu, onları kontrol eden ve yöneten birilerinin olduğunu mu düşünürdü? Öncelikle kör insanlar böyle bir inşaatı yapamazlar; oldu ki yaptılar o zaman bu kişileri eğiten, yapacakları işin her aşamasında onlara yol gösteren, her adımlarını denetleyen birileri var demektir. Görme yeteneği olmayan insanların böyle bir kontrol olmadan bir binayı inşaat ettiklerini iddia etmek, tamamen mantık sınırlarının dışına çıkmak demektir.
Bu durumda termit yuvalarının tesadüfen ortaya çıktığını iddia etmek de aynı şekilde akıldan bile geçmemesi gereken bir düşüncedir.

 Termit Gökdelenleri
Termitler 7 metre yükseklikte gökdelenler yapar. Termitlerin boyutu ile yaptıkları yuvaların yüksekliği karşılaştırıldığında "gökdelen" tanımlamasının hiç de abartılı olmadığı görülecektir.
Termitlerle insanların yaptıkları yapılar karşılaştırıldığında ortaya inanılması güç rakamlar çıkar. Termitlerin yapmış olduğu "gökdelen–yuvaları" daha iyi değerlendirebilmek için Amerika`da bulunan Empire State binası iyi bir kıyas imkanı oluşturur.
1930 yılında yapımına başlanan ve tamamlanması yaklaşık 14 ay süren bu bina, Dünya Ticaret Merkezi`nin 1972 yılında yapımına kadar dünyanın en yüksek binası olmuştur. Konularında uzman 4 büyük firma tarafından inşa edilen bu binanın uzunluğu 443 metredir.
Yaklaşık 8.000 metrekarelik bir alana kurulan bu binanın yapılmasına başlanmadan önce 16 farklı proje ortaya atıldı. Temel atılmak için 10.5 m. derinliğe inildiğinde 28.500 kamyon dolusu toprak taşımak zorunda kalındı. İnşaat bittiğinde ise toplam 10 milyon tuğla, 112.000 metre su borusu, 5.181.000 metre telefon kablosu kullanılmıştı. Bunlar bir gökdelenin üretilmesi için gerekli olan malzemelerdir.38 Şimdi termitlerin yuvalarına geri dönelim.
1-2 cm. ebatlarında olan termitler, bu küçük cüsselerine rağmen 7 metre yüksekliğinde devasa yuvalar yapar. Termitlerin insanlarla aynı boyda olduklarını varsayalım. Bu durumda yaptıkları yuvalar insanların yaptığı binalarla karşılaştırılırsa bu yuvaların Empire State binasının şu anki yüksekliğinin 2 katı kadar yüksek olduğu görülür. Termitlerin yaptıkları işin muazzamlığı ortadadır. Yuva yapımındaki detaylar incelendikçe termit yuvalarındaki mükemmellik daha net ortaya çıkmaktadır.




Termitlerin Yuva Yapım Aşamaları
Termitler yuvalarını yaparken yıllarca yeraltında yaşar ve sayıca belli bir seviyeye ulaştıktan sonra yuvalarını yüzeye doğru genişletmeye başlarlar. Termitlerin yuvalarını nasıl yaptıklarını incelerken göz önünde bulundurulması gereken bazı önemli noktalar vardır. Termit kolonilerinde genellikle 1-2 milyon termit birarada yaşar, nefes alır ve birlikte hareket ederler. Bu sırada ortaya çıkan oksijen ihtiyacı oldukça fazladır. Bu canlıların hiç havalandırma olmadan, yuvadaki nem sabitlenmeden yaşamaları mümkün değildir. Dolayısıyla inşaat devam ederken termitlerin bu ihtiyaçlarının da gözönünde bulundurulması ve buna göre bir düzen oluşturulması gerekmektedir.
Nitekim termit yuvalarının yapım aşamaları incelendiğinde son derece şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşılır. Hiç penceresi, hava alacak bir deliği olmayan bu taş binaların içinde termitler rahatlıkla yaşamlarını sürdürür. Bunun nedenini, yuvanın yapım aşamaları ile birlikte inceleyelim.
Özellikle sağanak yağmurların hemen arkasından toprağın yumuşayıp işlenmeye uygun olduğu dönemlerde, arazide, belirli zaman aralıklarıyla termit tepecikleri birbiri ardınca yükselmeye başlar. İlk başta hafif bir tümsek şeklinde oluşmaya başlayan yuvanın 5-6 metre boyuna erişmesi aylarca hatta yıllarca sürebilir.
Yuvadaki genişleme rastgele taşınan toprak yığınlarının biriktirilmesiyle başlar. Bu toprak yığınları daha sonra yuvayı ayakta tutan merkez sütunlar olacaktır. Yığın belli bir yüksekliğe eriştiğinde inşaat durdurulur. Bu yığınlar birbirlerine yeterli yakınlıkta sütunlar haline getirildiğinde, tepeden daire şeklinde bir kemerle birleştirilir.
Yuvanın yapımı sırasında, tepecik büyürken kanallardan yükselen konveksiyon hava akımları, görünmez bir inşaat iskelesi görevini görür ve işçiler bu akıntıların çevresinde sağlam duvarlar örerler.39
Yuva böylece yığın olmaktan kurtulur ve kademe kademe izlenen ince tekniklerle kompleks bir yapı haline gelir. Sonuçta ortaya havalandırma sistemi olan, nem oranı kontrol edilebilen, birbirine bağlantılı tünel ve pasajlardan oluşan mükemmel bir serbest mimari örneği çıkar. Aşamaların her döneminde yuvanın mimarisi mükemmeldir ve en ufak bir hata barındırmaz. Yuvanın inşası devam ederken koloni üyeleri rahatlıkla yaşamlarını sürdürebilirler. Her dönemde havalandırma kusursuz işler, geçitler ve tüneller tam olmaları gereken yerlerde olur. Termitlerin yaşamına zarar verebilecek hatalara hiçbir aşamada rastlanmaz.
Bu tepecikleri çok katı ve sağlam olarak inşa ederler ve bunların birleştirilmesiyle kubbe tamamlandığında bu tepecikler yapı iskelesi görevi görürler. Ortada olanları, tepe kısımları hariç tamamen ortadan kaldırırlar. (Bunlar birleştirildiğinde kubbenin tepesini oluştururlar) İçteki inşaatlar için veya tepenin yüksekliğini daha fazla artırmak için kil kullanılırlar.
Dış kabuk veya kubbe, yuvanın iç kısmını yağmur ve dış tahribattan korumakla kalmaz, yumurtaların çatlaması ve yavruların bakımında çok önemli olan ısı ve nem dengesinin sağlanması ve korunmasında da etkili olur.40
Peki nasıl olup da bu kör hayvanlar böyle bir mimari şaheser inşa edilebilmektedirler? Şantiye halindeyken dahi yuvanın teknik düzeni nasıl kusursuzca işlemektedir? İnşaatın her aşamasında nemi nasıl sabit tutmaktadırlar? 1 milyon nüfusa sahip kolonideki kusursuz düzen nasıl sağlanmaktadır? İnşaat faaliyetleri nasıl yönlendirilmekte ve kontrol edilmektedir?
Son derece iyi organize olmuş bu sistemin oluşmasında mutlaka termitleri yönlendiren, hepsine kendi işini yapmasını ilham eden, onlara emir veren bir "irade sahibine" ihtiyaç vardır. Bu irade elbette termitlerin kendilerine ait değildir. Bu iradenin sahibi; herşeyin sahibi olan, herşeye gücü yeten, bütün canlıları yönlendiren, yapmaları gereken şeyleri onlara ilham eden Allah`tır.
Allah`ın bu küçük canlılarda tecelli eden aklını gören her insan, bir kere daha düşünmelidir. Hayatının asıl amacını bir kere daha hatırlamalı ve hayatını her şeyin sahibi olan Rabbimizin istediği şekilde yönlendirmek için çaba harcamalıdır.
Kuran ayetlerinde, müminlerin Allah`ın yarattığı canlılar üzerinde düşündüklerinden ve bunlardan öğüt aldıklarından bahsedilir. Bu kitapta amaçlanan da Allah`ın yaratmış olduğu milyonlarca canlı türünden bir tanesindeki mucizevi özellikleri ortaya koyarak Allah`tan başka güç sahibinin olmadığını bir kere daha hatırlatmak ve Allah`a yönelip dönmek için bir çağrıda daha bulunmaktır. Allah ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
Göklerin ve yerin mülkü Allah`ındır. Allah herşeye güç yetirendir. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah`ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 189-191)




Termitlerin Yuva Onarım Teknikleri
Termitlerin yaptıkları inşaatlara ilk bakıldığında plansız bir şekilde yürütüldüğü izlenimi oluşabilir. Çünkü inşaatı oluşturan topraklar, gelişigüzel yığınlar halinde biriktirilmiş gibi bir görüntüye sahiptir. Ancak bu durum uzun sürmez ve biraz önce de belirttiğimiz gibi kısa bir süre sonra bu rastgele yığınlardan çok ince ayrıntılarla düzenlenmiş bir yuva ortaya çıkar.
Genel hatlarıyla yuvalar birbirlerine benzeseler de, detaylarda sınırsız çeşitlilik ve ince tasarımlar vardır. Her aşamada, bir sonraki adımda oluşacak detayı tahmin etmek imkansızdır.
İnşaat işçisi termitlerin bir özelliği de inşaat planında herhangi bir değişiklik olduğunda buna hemen uyum sağlamaları ve gerekeni geciktirmeden yapmalarıdır.
Termitlerin bu özelliklerini incelemek için yapılan bir deneyde, termit yuvalarından birinin çatısına küçük bir zarar verilmiş ve termitlerin deliği nasıl onaracakları gözlenmiştir. Olaydan birkaç dakika sonra bir termit çekingen tavırlarla tünelde belirmiş ve büyük bir dikkatle zararı tespit etmiştir. Bu hasar tespitinden sonra olay yerine birkaç asker termit gelmiş ve hemen açılan deliğin alt ve üst kısımlarına gizlenmiştir. Askerler öylesine mükemmel bir şekilde saklanmışlardır ki dışarıdan görülmeleri mümkün değildir. Görülen, sadece askerlerin sivri burunları ve sallanan antenleridir. Bir müddet sonra takviye askeri birlik olay yerine sevk edilmiş ve yuvayı korumak için bir saf şeklinde zarar gören bölge boyunca dizilmişlerdir.
Bir sonraki adımda ise işçi termitler hasarlı bölgeye gelmiş ve bütün deliğin uç kısımlarına yerleşerek tamirata başlamışlardır. Onarım çalışması; tünelin eski hattı üzerinden, askeri nöbetçilerin dizildiği yerden başlar. Fakat bu esnada termitlerin tamiratı nasıl yaptıklarını ve kendilerini görmek mümkün değildir. İki asker termitin arasında durarak aradaki boşluğa kendi salgılarını yığan termitin bedeni, ancak onarımın son aşamasında görülür. Birkaç saat sonra tuğla gibi şekillendirilen atıklar ile yuvanın hasar gören bölümleri parça parça tamir edilmiş olur.41
Termitlerin özellikleri elbette ki bu kadarla sınırlı değildir. Bu böcekler ayrıca kağıt yapma teknolojisini de bilmekte ve bu teknolojiyi yuva yapımında kullanmaktadırlar. Salgı ile karıştırılıp çiğnenmiş odun parçalarını bir nevi kağıt hamuruna çeviren termitler, bunları kullanarak yuvanın tüm iç yapısını, larva ve stok odalarını, kraliyet odalarını tek tek inşa eder.42

Yuvanın Amaca Yönelik Hazırlanmış Bölümleri
Termit yuvalarını bölüm bölüm inceleyecek olursak kraliyet odasını ve bu odanın etrafında sıralanmış şekilde larvaların bakılıp büyütüldüğü küçük odacıkları görürüz. Bunların yanında da küçük yaprak parçalarının depolandığı ambar odaları yer alır.
Kral ve kraliçenin yaşadığı kraliyet odası 15-17 cm. uzunluğundadır. Oda, yuvanın tam merkezindedir. Duvarlarda işçi ve asker termitlerin girip çıkabilmesi için birkaç kapı vardır ama bu kapılar diğer termitlere göre iri olan kraliçe ve kral için küçüktür. Tüm yaşamını bu odada geçiren kral ve kraliçe, odaya dar geçitlerden rahatça girebilen işçi termitler tarafından ağızdan ağıza beslenir ve onların her türlü bakımları bu odada yapılır. İşçi termitler kraliçenin karnından çıkan yumurtaları teslim alır ve en yakın larva odasına götürerek bu yumurtaların bakımlarını üstlenirler. Kral ise her zaman kraliçenin yanındadır, gerektiği dönemlerde döllenme işlemini yerine getirir.
Termit yuvasındaki dikkat çekici bölümlerden bir tanesi de içinde tarım yapılan bölümdür.


Gökdelen İçinde Tarım
Termitler, oluşturdukları muazzam binaların bazı odalarını bahçe olarak tahsis eder. Özel olarak hazırladıkları bu odaların bir kısmına yuvaya getirdikleri yaprak artıklarını depolar ve burada bir nevi tarım yaparlar.
Yeraltında işçiler tarafından açılmış olan çok sayıdaki pasajda, termitlerin gece vakti çevreden topladıkları yaprak, tohum gibi artıklar biriktirilir. Ancak termitler ışığa karşı dayanıksız canlılardır. Bu nedenle termitler, toprak yüzeyindeki yaprak ve bitki parçalarına özel bir çaba sonucunda ulaşırlar. Yeraltında 2 ile 4 metreye varan kanallar açan termitler bu kanalları kullanarak yuvalarına organik maddeleri taşır.
Termitler, çürümüş yaprak ve odun parçalarından oluşan bu organik maddeleri toprak gibi kullanır ve bunlara salgılarını karıştırarak yuvalarındaki özel düzenlenmiş geniş biriktirme odalarında mantar yetiştirirler.
Mantar bahçelerinin üretkenliğini ve koloninin sağlığını koruyabilmek için termit tepeciklerinin içindeki nem ve sıcaklığın belirli sınırlar arasında sabit kalması şarttır. Mantarlar etraflarına, termitlerin yuvanın içinde sağladığı sıcaklık dengesini bozacak şekilde ısı yayar. Bu aşırı ısı artışı mutlaka dengelenmelidir. İşte termitler de hem kendilerinin meydana getirdiği ısıyı hem de yuva içindeki bahçelerinde yetiştirdikleri mantarların metabolizmalarından çıkan ısıyı uzaklaştırmak için yuvalarında bir klima sistemi oluşturur.




Termit Yuvalarındaki Doğal Klima Sistemi
Termit yuvalarının boyu 3 ile 4 metreye ulaştığında nüfusu 2 milyona yakındır. Yuvadaki termitlerin tümü beslenir, çalışır ve solunum yapar. 2 milyonluk bir nüfusun oksijen tüketimi elbette ki çok fazladır. Öyleki yuva içinde bir havalandırma sistemi olmadığı takdirde, tüm koloni 12 saat içinde havasızlıktan ölecektir. Peki katı dış cephesinde hiçbir pencere olmayan termit yuvalarında hayat nasıl devam etmektedir?
Termitler, arılar gibi kanatlarıyla veya kendi vücut ısılarını düşürerek havalandırma yapmazlar. Havalandırma sistemi tam anlamıyla otomatiktir. Bu kusursuz sistem şöyle işlemektedir: Havalandırma sistemini yürütmek için gerekli olan enerjinin kaynağı, yuvada yaşayan termitlerin ve onların yetiştirdiği mantarların metabolizmalarının oluşturduğu ısıdır. Mantar odalarının içindeki hava, buradaki sürekli fermantasyon sonucunda ısınır. Bu sıcak hava, ana kulenin içinde yuva boyunca yükselir ve sürekli artan bu sıcak hava akımının yaptığı basınç ile tepeciğin dış yüzeye yakın ince kılcal kanallarından aşağıya doğru itilir. Yuvaya aynı zamanda destek veren bu kanalların iç ve dış duvarları öylesine süngerimsidir ki rahatlıkla hava alışverişi gerçekleşir.
İşte taze oksijenin içeri dağıldığı ve karbondioksidin dışarı verildiği yer burasıdır. Kanalları ile birlikte düşünüldüğünde bu destek sistemine koloninin "ciğerleri" denebilir. Hava, bu kanallardan geçerken soğur, bu serin ve taze hava aşağıdaki daha geniş kanallar aracılığıyla mahzeni andıran hava boşluğuna iletilir.
Bu yapay kanallardaki havanın ısısı böylece düşürülmüş ve ısısı düşen bu hava, kocaman derin bir mahzene sevk edilerek yükselen sıcak havanın yerine geçirilmiş olur. Zengin oksijenle yüklü yeni hava, dakikada yaklaşık 12 cm. hızla yuvaya yayılır ve içerinin sıcaklığı böylece 30 derecede sabit kalır.44
Çok verimli olan ve hiç aksamadan çalışan bu sistem sayesinde yuvanın iç sıcaklığı bir yıl boyunca ortalama yarım dereceden daha az değişir. Orta boy bir termit yuvasında, yuva halkına yetecek oksijen sağlamak için her gün yaklaşık 1500 lt. hava gereklidir. Bu oksijen doğrudan doğruya içeri hava girmesiyle sağlansaydı ısı ve nem derecesi, termitlerin varlıklarını sürdüremeyeceği kadar çok yükselirdi.
Bu nedenle termitler böyle bir tekniği hiçbir şekilde kullanmaz. Bunun yerine çok daha zor, çok daha karmaşık sistemler kurmuşlardır. Görüldüğü gibi termitler bir tercih yapmaktadırlar. Bu tercih hakkını kullanabilmek için en azından çok iyi bir mühendis, çok iyi bir tasarımcı aynı zamanda da pek çok bilim dalı hakkında da bilgi sahibi olmalıdırlar. Termitlerin klima sistemini kurabilmeleri için hangi bilimleri bilmeleri gerekmektedir, düşünelim: Meteoroloji, jeoloji, sanat, iç mimari...
Zeka, şuur ve detaylı bir eğitim gerektiren bu bilimlere termitlerin tesadüflerin etkisiyle, öğrenme ile ya da kendi kendilerine sahip olamayacakları tartışma götürmez bir gerçektir. Üstelik termitler sadece normal zamanlarda değil, ortaya çıkan ani durumlar karşısında da son derece akılcı yöntemlerle sorunlara çözüm bulur.



Termitlerin Kullandıkları Acil Durum Teknikleri
Her termit kolonisi, yaşadığı bölgenin özelliklerine göre yöresel bir inşaat tekniği kullanır. Olağanüstü durumlara karşı hemen uyum sağlar ve yeni taktikler geliştirirler. Örneğin termitlerin havalandırma sistemi ciddi bir zarar gördüğünde, 48 saat içerisinde tepeciğin üzerine yeni binalar inşa edilir.45 Bu binalar çok gözenekli, küçük şapkaları andırır ve termitler tarafından yeni kurulan havalandırma sistemini çalıştırırlar. Böylece havalandırma sistemi, kolonide hiçbir sıkıntı yaşanmaksızın tamir edilmiş olur.
Başka bir örnek olarak da Macrotermes ve Odontermes isimli termit türlerinin acil durumlar karşısındaki davranışlarını verebiliriz. Bu termit türleri yuvalarını baca sistemi ile havalandırır. Bu bacalar yere kadar uzanan havalandırma sütunlarına bağlıdır. Tepesi açık olan havalandırma sütunlarının yerle birleştikleri noktada ise uçları kapalıdır.46
Hava geçirgen özelliğine sahip ince duvarlarla yuvadan tamamen izole edilmiş olan bu bacalarda tamirat ve inşaat dönemleri dışında termitlere rastlanmaz. Yoğun yağışlar sırasında, termit yuvalarının bacaları genellikle çöker. Bu tip bir durum karşısında termitler anında biraraya gelir ve tamirata başlarlar.
 Bir Başka Problem ve Bir Başka Çözüm: Termitlerin Doğal Nemlendiricileri
Termit yuvalarında havalandırmanın dışındaki bir başka önemli problem ise termitlerin su ihtiyacıdır. Yuvalar için çok fazla su gerekmektedir, çünkü zar kadar ince derileri olan termitlerin sürekli olarak nemli bir atmosfere ihtiyaçları vardır. Yuva için gerekli olan nem, %89-%99 oranındadır. Termitler kendi tüketimlerinin yanısıra, bina yapımı esnasında ve harç yapımında da suya gereksinim duyarlar.47
Sahra Çölü`nde yaşayan bazı türler ise derinlerdeki suya ulaşmak için toprağı 40 m. derinliğe kadar kazar ve suyun yuvalarına buharlaşarak ulaşmasını sağlarlar. Diğer bazı türler de yuvalarına nemli kil toprakları taşıyarak su problemine çözüm bulur. Bütün bunların yanısıra termit tepeciklerinin yapısı da nemliliği sağlamaya yardımcı olur. Nem geçirmeyen kalın toprak ve kil tabakasıyla kaplı kalın duvarlar, buharlaşmayı önleyici etkiye sahiptir.48
Buraya kadar verilen bütün bilgilerde görüldüğü gibi termitlerin davranışlarının istisnasız her aşamasında akıl, plan, hesaplama, muhakeme etme ve karar verme gibi özellikler vardır. Ancak tüm bunları termitlere ait özellikler olarak değerlendirmek elbette ki mantıktan ve akılcılıktan uzaklaşmak olur. Termitler bir bilince sahip olmayan dolayısıyla akıl göstermeleri, karar vermeleri, düşünmeleri mümkün olmayan canlılardır. Öyleyse termitlerin davranışlarındaki bilincin kaynağı nedir?
Termitlere bu akılcı planları yaptıran, ani durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini onlara ilham eden, evrendeki canlı cansız tüm varlıkları yaratmış olan Allah`tır.
Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- Allah`a secde eder. Sabah akşam gölgeleri de (O`na secde eder). De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah`tır." De ki: "Öyleyse, O`nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a`ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah`a, O`nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Rad Suresi, 15-16)




Termit Türlerine Göre Yuvaların Özellikleri
Termitlerin yuvaları dış görünüş olarak da bulundukları yerin iklimine uygun bir yapıya sahiptir. Örneğin tropik yağmur ormanlarında yaşayan bazı termit türlerinin yuvalarının tepelerinde çatılar hatta çatıların altında sallanan dam saçakları vardır. Mantara benzeyen bu yuvalardaki saçakların ana görevi, yuvayı şiddetli yağmurlardan korumaktır. Bu, tropikal bölge termitlerine özgü bir yuva şekildir. Kurak bölgelerde yaşayan termitlerin hiçbiri bu teknikle yuva inşa etmez.
Afrika`daki termitlerin hiçbiri böyle büyük tepecik biçiminde yuvalar yapmaz. Bazıları ağaç gövdelerine zarif yuvalar yapar, sonra bunları sağanak yağmurlardan korumak için üzerini kubbeyle örterler. Yeraltı yuvaları da karmaşık yapıda olabilir. Örneğin Kongo`da yaşayan Apicotermes gurgulifex türü, yerin 50 cm. altında dev bir çam kozalağına benzeyen bir yuva yapar. İçerisi, aralarında 1 mm. kalınlığında duvarlar bulunan kat kat galerilerin içiçe olduğu karmaşık bir şekilden oluşur. Bu katlar birbirlerine rampalarla bağlıdır. Yuva, yabancı işgalci böceklere karşı yetişkin, kısır, büyük başlı, çeneli asker termitler tarafından korunur.
Yuvanın dışında, galerilere açılan çok sayıda ince kanal vardır. Termitlerin geçemeyeceği kadar dar olan bu kanallar, Macrotermes türünün bacalarındaki kanallar gibi gaz değişim sistemi işlevini görür. Kanallar, yağmurun yuvaya girmesini önleyen ince çatılarla korunur. Termitler yuvaya girip çıkarken tepedeki tüneli kullanır.
Kuzey Avustralya bozkırlarının sürekli güneş altında olan kuru topraklarında ise "pusula termitler" (Omitermes meridionalis) adı verilen bir tür yaşar. Pusula termitler, 5 metre yüksekliğinde ve 3 metre genişliğinde iki tarafından sıkıştırılmış kama şeklinde yuvalar yapar. Bu yuvaların yerleşimi kuzey-güney yönündedir. Yuvaların düz kenarları ise doğu ve batıya bakar.49 Bu, son derece özel bir mimaridir. Termitlerin neden böyle bir yuva yaptıkları, arazinin genel yapısı incelendiğinde daha net ortaya çıkar. Bozkırlarda genellikle ağaç bulunmaz. Dolayısıyla gölge sağlayacak bir yer de yoktur. Eğer bu özel mimari olmasıydı termitler yuvalarında bütün gün güneş ışınlarına maruz kalacaklar, bu da ışıktan ve sıcaktan rahatsız olan termitler için zorluk olacaktı. Ancak yuvanın bu mimari özelliği sorunu ortadan kaldırmıştır.
Bıçak kalınlığındaki termit tepecikleri öğle vakti dik gelen güneş ışınlarına çok az maruz kalırken diğer iki geniş cephesi de gündüz ve akşam ışınlarını yakalar. Dolayısıyla yuvanın bir bölümü sıcak olurken diğeri daha soğuk olur. Termitler özellikle soğuk havalarda, gündüzleri yuvalarının doğuya bakan kısımlarında, akşamları ise batı tarafına bakan kısımlarında toplanır.50
Bu yörelerde kaybolan kişiler termit yuvalarının yönüne bakarak rahatlıkla yollarını bulabilirler. Tabi bu durumda kör termitlerin hiçbir yol gösterici alet olmadan, pusula kullanmadan yönlerini nasıl buldukları sorusunun da cevaplanması gerekir. Düşünme ve muhakeme yeteneğine sahip olmayan bu küçücük canlılar nasıl olur da böyle bir hesabı yapabilirler?
Kör termitler; mimari plan yapma, yuvanın yönüne göre güneşin etkisinin değişeceğini hesaplayabilme, sonra bunlara uygun yuva inşa etme ve bu yuvayı da dilediği şekilde kullanma gibi özelliklere sahiptir. Bunların tümü bilinç gerektiren, akıl ve muhakeme yeteneğinin varlığına işaret eden davranışlardır. Hatta termitler insanların bile yapamadıkları birşeyi yapmakta; hiçbir yardım almadan yönlerini doğru belirleyebilmektedirler. Bu durumda termitlerdeki bu aklın kaynağının araştırılması gerekir ki bu aklın termitlere ait olmadığı ve kör tesadüfler sonucunda ortaya çıkamayacağı çok açıktır.
Termitler de dünyadaki tüm canlılar gibi Allah tarafından yaratılmıştır. Allah, insanların düşünüp ibret alması için böyle örnekler gösterir. Akıl sahibi her insanın yapması gereken, düşünmek ve vicdanının sesini dinleyerek gördüğü her güzellikte Allah`a yönelmektir. Çünkü Allah bağışlayandır, sonsuz adalet sahibi olandır.
Rabbiniz sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (Kendisine) yönelip döneni bağışlayıcıdır. (İsra Suresi, 25)



TEMİZLEYİCİ TERMİTLER
Bazı bölgelerde insanların korkulu rüyası haline gelmiş olan termitler aslında son derece yararlı canlılardır. Termitlerin ekolojik denge içinde çok önemli görevleri vardır. Toprak altında ve her zaman kapalı yerlerde yaşayan termitler toprak yüzeyindeki ölü bitkileri, ölmüş böcekleri ve hayvan gübrelerini yuvalarına taşırlar. Bu son derece gerekli bir işlemdir. Çünkü dünyada sayıca büyük yer tutan böcekler öldüklerinde toprakta artık maddeler oluşturur. Fakat bu ölü böcekler, termitler ve diğer hayvanlar tarafından adeta gizli bir el varmış gibi sessizce ve hızla yok edilir. Böylece toprağın üstü artık maddelerden temizlenmiş olur.
Eğer toprağın üzeri termit gibi böcekler tarafından temizlenmemiş olsaydı yeryüzünde büyük bir artık yığını oluşur ve bu yığın giderek kalınlaşırdı. Dolayısıyla her geçen gün güneşin ve diğer minerallerin toprağın altına ulaşması güçleşirdi.
Termitlerin toprağı temizlemelerinin yanısıra başka yararları da vardır. Bitkileri sindirebilen nadir canlılardan olan termitler, bitkilerde bulunan selüloz maddesini çözüp öğütürken metan oluşumuna da yardım eder. Termitlerin sindirim sisteminde yaşayan protozoalar, selülozun ayrıştırılması sırasında metan gazı açığa çıkarır. Termitler tarafından metan gazı üretildiği, ilk olarak 1932 yılında Cook adlı bilim adamı tarafından keşfedilmiştir. Daha sonra 1982 yılında Zimmerman adlı başka bir bilim adamı da termitlerin ürettiği gazların oranını hesaplamayı başarmıştır.51
"Selüloz, doğada çürümesi ve yok edilmesi oldukça güç olan bir maddedir" diyen böcek bilimci Dr. Roger Gold, termitlerin yaptıkları işin gerçekte ne kadar önemli olduğunu şöyle ifade etmektedir:
… Ve eğer bu termit gazı olmasaydı, insanoğlunun bu gezegen üzerinde yaşaması mümkün olmazdı.52
Bu konuda araştırmalar yapan bilim adamları, termitleri, "atmosferik metan gazının kaynaklarından biri" olarak nitelendirirler. Metan (CH4), atmosferde önemli bir orana sahip olan bir gazdır. Atmosferdeki emilime ve atmosferin katmanlarından hem stratosferde hem de troposferde gerçekleşen kimyasal işlemlere katkıda bulunur. Bütün bunlar dünya iklimi üzerinde etkiler oluşturan olaylardır.53
"Termitlerin metan gazı üretimine katkıları" üzerine yapılan çalışmaları şöyle özetlemek mümkündür. Önce termitlerin yeryüzündeki toplam ağırlık ve nüfuslarının (biyokütlelerinin) coğrafi dağılımı yapılmış, daha sonra termitlerin yaydıkları gazların genel dağılımı ile biyokütleleri arasındaki oran ve bağlantı incelenmiş ve sonuçta tüm atmosferdeki metanın %4`ünü ve tüm atmosferdeki CO2`nin %2`sini termitlerin oluşturdukları bulunmuştur.54
Bundan başka, termitler, yuvalarına taşıdıkları artık bitkilerdeki azot, fosfor ve sülfür gibi minerallerin açığa çıkmasına da aracı olur. Böylece bu mineraller de tekrar toprağa karışıp çevredeki diğer bitki ve hayvanlar tarafından kullanılabilir hale gelir.
Ayrıca termitler toprağın üstüne çıkıp tekrar yeraltına inerek toprağı altüst eder. Bu sayede toprağın altına oksijenin ve toprak altındaki binlerce canlı için gerekli olan nemin ve güneş ışığının girmesine de yardımcı olur.
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah`ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)



SONUÇ
Bu bölüme kadar verilen örneklerde de görüldüğü gibi termit kolonilerinde kusursuz bir düzen içinde devam eden bir yaşam vardır. Her bireyin kendi görevini bildiği ve eksiksiz bir şekilde yerine getirdiği, bireyler arasında sürekli fedakarlıkların olduğu, hiçbir karmaşanın yaşanmadığı bu sistem, bilim adamlarını da hayretler içinde bırakmakta ve termitler hakkında pek çok araştırma yürütülmekte, çalışmalar yapılmakta ve bu doğrultuda kitaplar yazılmaktadır.
Termitleri inceleyen ve yorum yapan bilim adamları arasında kuşkusuz ki evrimi savunanlar da vardır. Bu canlılarda gördükleri, hepsi birer iman hakikati olan özellikleri tesadüflere bağlamaya çalışan evrimci bilim adamları, "kim, neden, nasıl" ile başlayan soruları cevapsız bırakırlar. Evrim teorisini savunan kitapların herhangi bir bölümü incelendiğinde klasik evrimci anlatımlarla karşılaşılır. Bu kitaplarda çeşitli teoriler öne sürülmekte, iddialar ortaya atılmakta ancak sebepler açıklanmamaktadır. Örneğin evrimci Prof. Ali Demirsoy, sosyal böceklerdeki kolonileşmenin nedenine şöyle bir açıklama getirmeye çalışmaktadır:
Sosyal yaşayan böcekler kendi aralarında organize olarak bir yaşam birimi meydana getirmişlerdir… Bir karınca yuvası, birçok bakımdan birden fazla bireyden meydana gelmiş birçok hücreli kolonisi gibidir. Çok hücrelilerin, hücrelerinde olduğu gibi, yuvanın hiçbir bireyi kendi başına yaşama gücüne sahip değildir. Çünkü yuvadaki belirli sınıflar belirli işleri yapmak için özelleşmiştir (bal arılarını ve termitleri hatırlayınız). Çoğalma, döllenme, beslenme, bazı durumlarda savunma, farklı sınıflarca yapılır. Yani kendi başına yaşayabilen bir organizmanın değişik işlevleri bir yuvadaki sınıflara paylaştırılmıştır. Burada, daha önce değindiğimiz evrimsel aşamayı başarabilmek için, yani beyin ve bilincin geliştirilmesine çalışılmıştır. Böylece büyümesi engellenmiş bireylerin belirli evrimsel gelişmeyi daha değişik şekilde yapabilmesi denenmiştir. Sonuçta belirli bir düzeyde gelişim sağlanmıştır. Örneğin; yavru bakımı, zaman duygusu, değişik şekillerde anlaşma ve sıcaklık ayarlaması şaşırtıcı şekilde gelişmiştir. Özet olarak gelişimin engellendiği veya çıkmaza girdiği zaman toplum bilinci geliştirilmeye çalışılmıştır…55
Bu paragrafta ifade edilen şudur: Prof. Ali Demirsoy, sosyal böceklerde, birlikte yaşamın devam edebilmesi için "işlevlerin sınıflara paylaştırıldığı", "beynin ve bilincin geliştirilmesine çalışıldığı", "termit bireylerinin denemeler yaptığı" gibi iddialarda bulunmaktadır. Ancak termitlerdeki yavru bakımı, zaman duygusu, anlaşma yöntemleri sıcaklık ayarlaması gibi özelliklerin nasıl ortaya çıktığı konusuna yukarıda da görüldüğü gibi sadece "şaşırtıcı şekilde gelişmişler" cevabını vermektedir. İşte bu noktada evrimci bilim adamlarına sorulması gereken bazı sorular vardır:
Öncelikle bu böceklerdeki bilinci geliştiren kimdir?
Var olduğu iddia edilen denemeleri yaptıran kimdir?
İlk ortaya çıkan termit birgün oturup düşünmeye başlamış ve bir topluluk olması gerektiğine kanaat getirmiş ve termit kolonilerinde nasıl bir sosyal düzen olacağını planlamış ve bunun üzerine nasılsa ortaya diğer termitler çıkmışlar ve ilk termitin kararlarını uygulamaya geçirmeyi kabul mü etmişlerdir?
İlk ortaya çıkan termitin tek başına bir işçi olduğunu düşünelim. Bu işçi kısır olduğu için zaten koloni kurmasına imkan yoktur. Ne gibi özelliklere sahip olursa olsun öldüğü anda geriye hiçbir şey kalmayacaktır. İlk ortaya çıkanın asker termit olduğunu varsaydığımızda da durum değişmeyecektir; onu da çeşitli problemler beklemektedir. Sadece savaşmaya uygun yapıdaki çenesinden dolayı yemek yiyemediği için bu termitin hayatta kalması çok zor, hatta imkansızdır. Bir kraliçe olduğunu kabul etsek yine de yaşamını sürdürmesi için kendisini besleyecek işçilere, soyunu devam ettirmesi için kendisini dölleyecek bir krala ihtiyacı vardır. O halde sosyal böcekler nasıl olup da koloni kurmayı başarmışlardır?
Termitler milyonlarca yıldır koloni hayatı yaşayan, hiçbir değişiklik olmadan günümüze kadar gelmiş canlılardır. 250 milyon yıllık termit fosilleri bunun kanıtlarından biridir. Bu milyonlarca yıllık süre boyunca yaşamış olan bütün termitler bugünkülerle aynı özelliklere sahiptir. 250 milyon yıl önceki işçiler de bugünküler gibi fedakarlıklar yapmakta, larvaları, askerleri, kraliçeleri beslemekte, görmedikleri halde metrelerce uzunlukta yuvalar inşa etmektedirler. Bugünkü termitlerin özellikleri istisnasız her termit için geçerlidir.
Bütün bunlar çok açık bir gerçeğe işaret eder. Termitler birdenbire ortaya çıkmış, başka bir deyişle, Allah tarafından yaratılmıştır.
Termitlerdekine benzer özellikler birer iman hakikatidir. İman edenlerin imanlarının derinleşmesine, Rab`lerine yakınlaşmalarına, O`na olan korkularının ve sevgilerinin artmasına vesile olur. Bu iman hakikatlerini anlatmak da önemli bir ibadettir. İman edenlerin yakinini artıran bu gibi hakikatler, iman etmemiş olan kimselerin de kalbinin yumuşamasına, düşünmelerine ve öğüt almalarına vesile olabilmektedir. Bir insanın imanına vesile olmak, bu kişinin güzel ahlaklı olmasına yardımcı olmak her inananın üzerine düşen bir sorumluluktur. İnsanlara iman hakikatlerini anlatmak, Allah`ın yaratışındaki mükemmel detayları gözler önüne sermek, insanlara doğru ve hikmetli bilgiyi aktarmak bu sorumluluğu yerine getirmek için güzel bir yoldur. Bu kitabın amacı da vicdanlı insanlara Rab`lerinin varlığını ve büyüklüğünü, O`nun yarattığı küçük bir canlıdan örnekler vererek hatırlatmaktır. İman sahibi insanlara düşen de bu hatırlatmaya kulak vermek ve Rabbine yönelip dönmektir.
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O`ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O`na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O`nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim. (En`am Suresi, 102-104)