27 Aralık 2016 Salı

SİVRİSİNEK MUCİZESİ



GİRİŞ
Evrimin Aklı
Hayvanların yaptıkları birçok iş ve hareket, mevcut zekalarıyla gerçekleştiremeyecekleri ölçüde akıl, bilgi, tecrübe ve uzmanlık gerektirir. Basit bir gözlem bile bütün bu üstün özelliklerin hayvanın kendisinden kaynaklanmadığını gösterir. Binlerce kilometre göç eden kuşların hatasız yön bulma yetenekleri, örümceklerin mimarlık harikası ağlar inşa etmesi, karınca kolonilerindeki mükemmel işbirliği ve görev dağılımları, binlerce arının birlikte yaptıkları geometri harikası petekler ve buna benzer sayısız örnek...
Bu hayvanların başardıkları işleri yapmalarını sağlayacak bir akıl ve irade kaynağı ne kendi vücutlarında ne de doğada bulunur.Ancak görünmeyen bir akıl ve gücün bilinçli müdahalesi her aşamada kendini gösterir. Bu akıl ve gücün sahibinin kendisi gözle görülmese de, mevcut olaylardaki her müdahalesi hiçbir şüpheye yer bırakmayacak derecede kendi varlığını kanıtlamaktadır.
Zaten bu noktanın farkında olan evrimci bilim adamları da söz konusu canlının başardığı işlerin çok ötesinde bir gücün varlığını kabul ederler. Ancak akılları daha ileri gidemediğinden ya da gitmesini istemediklerinden bu güce "içgüdü" adını verip konuyu kapatırlar.İçgüdü adını verdikleri gücün gerçek sahibini kabullenmek istemediklerinden, bu kaynağa da aynen içgüdü gibi uydurma bir ad takıp "tabiat ana" derler. Ancak bugüne kadar hiçbir evrimci, içgüdü diye adlandırdıkları emrin verildiği yeri gösterebilmiş değildir. "Tabiat ana" dedikleri şeyi tanımlayabilmiş, taş mı, ağaç mı, nehir mi, dağ mı, deniz mi, yıldız mı olduğunu açıklayabilmiş değildir. İnkarcıların yaptıkları tek şey sürüp giden olaylara kuru isimler takıp insanları Allah`tan uzaklaştırmaktadır.
Sonuçta, gerçek yaratıcıları olan Allah yerine "tabiat ana" adını taktıkları hayali bir ilah edinir, Allah`ın emri ve ilhamına da "içgüdü" adını takarlar. Kuran inkarcıların bu klasik tutumunu şöyle bildirir:
Sizin Allah`tan başka taptıklarınız, Allah`ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir... (Yusuf, 40)
Bu şekilde gerçeklerden kaçarak kendilerini kandırır ve vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Allah`ın varlığını ve O`nun sıfatlarını bu kadar açık bir şekilde vicdanlarında hissetmelerine rağmen "gerçek"ten kaçmalarının ve Allah`ın delillerini inkar etmelerinin sebebini Kuran şöyle açıklar:
Ayetlerimiz (delillerimiz, mucizelerimiz) onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: "Bu, apaçık olan bir büyüdür."
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml, 13-14)
Allah kendi varlığının sayısız delilini insanların gözleri önüne sermiştir. O kendi sonsuz aklını ve ilmini dilediği canlı üzerinde tecelli ettirir. Sonsuz rahmetinden dolayı, insanların kendi varlığını daha kolay ve şüpheye yer kalmayacak derecede farkedebilmeleri için en umulmadık en aciz, beyne bile sahip olmayan canlılara akılalmaz işler yaptırır.
Bunun bir sonucu olarak, kuşlardan sürüngenlere, balinalardan böceklere kadar büyük küçük birçok canlı, insanları hayrete düşüren ve kendilerinden beklenmeyen hareket ve davranışlar sergilerler. Bu hareketlerin çoğu insanları şaşırtır.Bir çoğunun karşısında (örneğin örümceğin çelikten daha sağlam bir ip üretmesi) ise kendini akıllı, bilgili, şuurlu gören insanoğlu bile aciz kalır, hatta bunun benzerini taklit etmeye dahi güç yetiremez.
İşte kitabımızın konusu olan sivrisinek de, böyle birçok yönden insanları hayrete düşürecek davranışlar sergileyen canlılardan yalnızca birisidir. Hatta bu canlılardan en sık karşılaştığımız, varlığına en çok aşina olduğumuz, belki de en az önem verdiğimiz ve en değersiz gördüğümüzdür. "O halde, neden sivrisinek?" sorusu gelebilir aklınıza.
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez.Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara, 26)



MACERA BAŞLIYOR...
Yağmur mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte, kurumuş gölcüklerde büyük bir hareketlilik yaşanır.Gölcük tabanlarında ya da suyla dolma ihtimali olan her çukurda sivrisinekler hareket halinde görülebilirler.Ancak bu sefer uçmuyor, yürüyorlardır.Dikkatli bir şekilde birşeyler arıyor gibidirler.
Sivrisinek gibi uçabilen bir canlının, kendisi için dağlar tepeler sayılacak engelleri yürüyerek aşmaya çalışması oldukça ilginç bir manzara oluşturur.Binlerce sivrisinek hepsi birden, sanki bir yerden emir almışçasına hareket ederler.Çünkü artık onlar için görev zamanı gelmiştir.

Dedektör Sivrisineğin Uzun Yolculuğu...
Yumurtadan çıkan sivrisinek yavrularının, büyüme evrelerini tamamlayabilmeleri için küçük bir su birikintisine ihtiyaçları vardır.Bu, çamurlu bir yağmur suyu, bataklık, çeltik, havuz suyu ya da teneke kapta birikmiş bir su olabilir.Ancak durgun sular sivrisineklerin tercih sebebidir.Çünkü bu sular, içerdikleri fotosentez yapabilen bitki öbekleri sayesinde, oksijence zengindirler.
Sivrisinek yumurtaları su bulunan her ortamda gelişebilirler, ancak bazı şartların sağlanması gerekir: Yumurtadan çıkacak olan larva, yetişkin bir sinek oluncaya kadar farklı evreler geçirecektir. Her evrede de yavru sineğin farklı ihtiyaçları olacaktır.Kuraklık ve aşırı sıcak da yumurtaların gelişimini engelleyebilir. Bu yüzden anne sivrisinek doğacak yavruların tüm gelişme evrelerini rahatça tamamlayabilecekleri bir ortam bulmak zorundadır.
Peki, sivrisinek en uygun yeri nasıl bulacaktır.Bakarak mı, koklayarak mı, tahmin ederek mi, yoksa tesadüfler sonucunda mı?
Sivrisineğin küçük adımlarıyla, yumurtaları için en uygun yeri aramasının zorluğunu daha iyi anlatabilmek için bir örnek verelim; kendinizi tepecikler, ağaçlar ve çukurlarla dolu bir alanda, bir yerlere ulaşmaya çalışırken bir düşünün, üstelik de hiç bir yardımcı aletiniz (araba, şemsiye vs.) olmadan, yürüyerek, sıcak güneşin altında... Ne kadar yorucu olacağını tahmin edersiniz.
Boyutunun küçüklüğünü düşündüğümüzde sivrisinek için de uygun bir yer bulmak böylesine zordur.Ama onun böyle bir arama yapacağı önceden bilindiği için, ihtiyacı da düşünülmüştür ve tetkiklerinde gerekli olacak en mükemmel sistemle donatılmıştır. İşte bu yüzden, yumurtalarını bırakacağı yeri kolaylıkla buluverir: Karnının altında bulunan bir alıcı sayesinde, toprağın nem ve sıcaklık bakımından yumurtalarını bırakmaya uygun olup olmadığını tespit eder. En uygun yeri bulabilmek için de toprağı santim santim, hiç yorulmadan tarar.
10 mm.`lik bir canlının toprağın nemini ve sıcaklığını ölçmesinin nasıl bir işlem olduğunu biraz düşünelim... Toprak ile ilgili bir araştırma yapmak oldukça zahmetli bir iştir.Toprağın neminin, yaşının, verimliliğinin ölçülmesi, içindeki minerallerin, madenlerinin tespit edilmesi, kısacası toprakla ilgili olup insanın işine yarayacak her şeyin belirlenmesi için bu işi için özel tasarlanmış aletlerden faydalanılır.
Ya dedektörler kullanılır, ya da toprağa sondaj yapılıp elde edilen numuneler laboratuvarlarda incelenir. Çünkü neyin, ne kadar derinlikte ve ne yoğunlukta bulunduğunu bilmeden yapılacak bir çalışmadan—örneğin bir kazıdan—sağlıklı bir sonuç elde etmek oldukça zordur. Yapılacak bir hata sonucunda, telafisi güç, emek, zaman ve para kaybı doğar.
Sivrisinek de kesin netice alabilmek için toprağı öncelikle tarar.Genel durumu hakkında bilgiler alır, bunları değerlendirir ve sonucuna göre karar verir. Burada tam donanımlı teknik bir aletten değil, yalnızca 10 mm. boyunda olan küçücük bir canlıdan bahsediyoruz… Karnının altındaki küçük alıcısıyla toprağı adımlayan ve tek düşüncesi yumurtalarına uygun bir yer bulmak olan sivrisinekten…
Buraya kadar anlatılanları kısaca tekrar gözden geçirerek, bunların nasıl ortaya çıkmış olabileceklerini düşünelim.
10 mm. büyüklüğünde bir canlı bilinçli bir arayış içindedir.Amacı yumurtalarının ve yumurtalardan çıkacak yavruların ihtiyaçlarını karşılayacak bir ortam bulmaktır.Bunun için oldukça zahmetli bir işe girer ve söz konusu yeri yürüyerek arar.
Burada ilk olarak üzerinde durulması gereken, sivrisineğin yumurtanın ihtiyaçlarını nereden bildiğidir.
Sivrisineğin ısı değişimi, nem oranı gibi kavramlardan haberi yoktur.Örneğin nemin, birim hacim topraktaki su miktarı olduğunu bilmez.Uygun nemin ve ısının yumurta içindeki enzim ve proteinleri harekete geçireceğinden de haberi yoktur. Proteinin ve enzimin ne demek olduğunu, ne işe yaradığını, hangi şartlarda bunların harekete geçerek yumurtanın gelişimini sağlayacağını sivrisineğin bildiğini, bu bilgi doğrultusunda ileriyi görerek hareket ettiğini düşünmek elbette akıl karı değildir. O halde sivrisinek neden uygun nem ve sıcaklığı aramaktadır?
Sivrisinek düşünme yeteneği olmayan, 1 cm. büyüklüğünde bir böcektir. Hiçbir eğitim almayan, zaten öğrenme yeteneği bile bulunmayan bu böcek hangi bilgi sayesinde, özel bir amaç doğrultusunda hareket eder?
İkinci önemli ayrıntı ise sivrisineğin araştırma yaparken kullandığı teknik donanımdır: Isı ve nemi en hassas biçimde ölçen ve en uygun yere doğuştan yerleştirilmiş bir organ.
Peki sivrisinek bu alete nasıl sahip oldu? Acaba yavrularının ihtiyaçlarını gözlemlerle ve deneylerle tespit eden sivrisinek, kendi vücuduna bir tür "dedektör" eklemeye mi karar verdi? Daha sonra bu karar doğrultusunda kendi vücudunda değişiklikler mi yaptı?
Yoksa "evrim süreci" içinde, bir gün tesadüfen, bir sivrisineğin vücuduna ısı ve nem ölçümü yapabileceği bir organ mı eklendi?
Bu son ihtimal her ne kadar insana garip ve mantıksız da gelse, temeli şuursuz tesadüflere dayanan evrim teorisinin görüşü budur. Teoriye göre bütün canlıların özellikleri, birbirinden bağımsız tesadüflerin yaptıkları değişimlerin, birbirlerine eklenmesiyle ortaya çıkmıştır.
Oysa üstteki soruların yanında, bu tesadüf açıklamasını geçersiz kılan yüzlerce soru vardır. Öncelikle eğer organ tesadüfen ortaya çıktıysa, sivrisinek bu organı hangi amaç için, ne şekilde kullanacağını nasıl öğrenmiştir? Eğer bu organ tesadüfen oluştuysa, bunun bir kerede olması gerekir.Tam çalışmayan ya da eksik ölçüm yapan —örneğin yalnızca nemi veya yalnızca ısıyı ölçen— bir organ işe yaramaz.İşe yaramayan bir organın muhafaza edilmesinin, evrim teorisinin kendi mantığı içinde bile anlamı yoktur.
Sivrisineğin kendi vücuduna özel bir tarayıcı yerleştiremeyeceği, bu tarayıcının hangi amaç uğruna ve nasıl kullanılacağını içeren bilgilerini bir sonraki nesle aktaramayacağı da açıktır.
Ortada kusursuz bir uyum vardır ve tesadüflerin hiçbir şekilde böyle bir uyum yaratamayacağı ortadadır. Kaldı ki bu uyum yalnızca sivrisineğin hayatında değil, bütün canlılarda ve doğanın her köşesinde görülür.


Kanatların Titreşimi ve Neslin Devamı
1920`li yıllarda, Kanada`da yeni inşa edilmiş bir elektrik santralındaki bütün jeneratörler çok kısa bir süre sonra bozulmuştu.Sebep jeneratörlerin motorlarına sıkışmış yüzbinlerce sivrisinekti.Acaba bu sinekleri jeneratörler çeken neydi?Jeneratörler temizlendikten kısa bir süre sonra yine aynı olay tekrarlanınca, sineklerle ilgili bir uzmana başvuruldu ve sorun bu sayede çözümlendi.
Jeneratörlere saldıranların tümü erkek sivrisineklerdi. Sebebi de bu makinelerin içinde kendilerine kur yapan dişilerin var olduğunu düşünmeleriydi! Jeneratörlerin vızıltısıyla dişilerin vızıltısını birbirine karıştırmışlardı.Jeneratörlerin hızının değiştirilmesiyle sivrisineklerin aklının karışması da önlendi.
Bu ilginç olay, sivrisineklerin çiftleşmesini sağlayan çok daha ilginç bir sistemi hatırlatır bize: Erkek sivrisineklerin dişilerini, onların çıkardığı kanat seslerinden tanımalarını. Şimdi bu konunun detaylarına bir göz atalım.
Sivrisineklerin çiftleşmesi havada uçarken gerçekleşir. Fakat erkekler erişkin bir sivrisinek olana kadar, yani kısa yaşamlarının ilk 24 saati boyunca çiftleşemezler. Çünkü bu süre içinde antenleri henüz kurumadığından sağırdırlar.Bu yüzden dişilerin kanat seslerini —yani çiftleşme çağrılarını— duyamazlar.
Sivrisineklerde işitme yeteneği çok gelişmiştir. Erkeğin kafasından çıkan 2 tane küçük ve tüylü antende bulunan çok sayıda duyu hücresinden meydana gelmiş "Johnston organı", ses dalgalarının titreşimlerini alır ve ayırt eder. Bu tüylü duyargalar yalnızca dik durumdayken ses titreşimlerine karşı duyarlıdırlar.
Dişi sivrisineğin kanatlarından çıkan ses erkek sivrisineği etkileyen en önemli faktördür. Dişinin kanat sesleri, erkeğin antenindeki reseptör hücreleri titreştirir ve sivrisineğin beynine elektrik sinyallerini gönderir.Dişiler kanatlarını erkeklerden daha hızlı çırparlar ve dişinin kanatlarından çıkan titreşimler erkeklerde çiftleşme isteğini artırır.Sivrisineklerin bol olduğu yaz günlerinde etraftaki sesleri bir düşünelim. Taşıt sesleri, insan sesleri, hayvan sesleri… Kısacası insanın duyabildiği ve duyamadığı frekanslardaki pek çok ses. Bu kadar ses arasında erkek sineğin, dişisinin cılız kanat sesini duyması oldukça zor bir iş olmalıdır. Ama yine de erkek sivrisineğin hassas "kulakları", bütün bu seslerin arasından dişisinin sesini ayırdeder ve böylece erkek sivrisinek çiftleşmek için dişiye doğru uçar.
Sivrisinek sürüsünün içine düşen bir dişi, erkeklerden biri tarafından farkedildiğinde, erkek sivrisineğin cinsel organının yanında bulunan özel kıskaçlarla tutulur ve çiftleşme genellikle havada bazen de yerde gerçekleşir.Çiftleşmeden sonra erkek, sürüsüne geri döner ve bir süre sonra da ölür.
Bu noktada konuyu daha derin incelemek gerekir. Ortada çok ilginç bir sistem bulunmaktadır. Sivrisinekler karşı cinsi kanat çırpma sesinden tanımaktadırlar.
Peki nasıl olur da, her yıl dünyaya gelen trilyonlarca sineğin herbiri kanatlarını kendi cinsiyetlerini belli edecek frekansta çırparlar?
Her dişi kanatlarını daha yavaş, her erkek de daha hızlı çırpma kabiliyetine sahiptir. İşte burada evrim teorisinin cevaplaması gereken bazı sorular ortaya çıkar.
Eğer sivrisinek yaratılış değil, tesadüflerin sonucunda varolmuş olsaydı, doğan her sivrisineğin kanatlarını rastgele bir hızda çırpması ve bir kaos yaşanması gerekirdi. Çünkü erkeğin daha yavaş, dişinin daha hızlı kanat çırpmasını gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Ancak her cinsiyet mensubu, adeta bir emre uyarcasına, hiçbir mecburiyetleri yokken, kendi cinsiyetlerini belli edecek hızda kanat çırparlar.
Ancak bu frekans farkının gerçekte tek başına bir anlamı yoktur. Eğer erkek sivrisinekte yaratılıştan bulunan üstün algılama yeteneği olmasaydı, bu kanat çırpışların hiçbir anlamı olmazdı. Dişi sivrisineğin çıkardığı titreşimler, insan için ne kadar anlamsızsa, erkek sivrisinek için de o kadar anlamsız olurdu. Böyle bir durumda erkek dişiyi algılayamayacağından, çiftleşme gerçekleşmezdi.
Kuşkusuz bunun tersi de mümkündür. Erkek sivrisinekte üstün bir algılama yeteneği olsa, fakat erkeği de dişisi de bütün sivrisinekler farklı farklı frekanslarda kanat çırpsalardı, bu kez de erkekte üstün bir algılama yeteneğinin bulunmasının bir anlamı olmazdı. Bu, her iki durumda da sivrisineklerin daha o nesilde yokolması anlamına gelirdi.
Bu durum bizlere sivrisineklerin çiftleşmek için birbirlerini tanımalarını sağlayan sistemin, daha ilk sivrisinek çiftinden itibaren varolması gerektiğini gösterir. Bu denli hassas bir mekanizmanın birdenbire ortaya çıkmasının tek açıklaması ise bilinçli bir yaratılıştır.
Çiftleşme gerçekleştikten sonra dişi sivrisinek, erkeğin spermlerini özel bir kesede muhafaza ederek, haftalar boyu döllenmiş yumurta yumurtlayabilir. Dişi sivrisinek çiftleşme anından itibaren kan emmeye başlar, çünkü yumurtalarının gelişebilmesi için kana ihtiyacı vardır.

YUMURTA DÖNEMİ
İnsanlar için gerçekleşmesi imkansız gibi görünen pek çok şey, hayvanlar tarafından şaşırtıcı bir rahatlıkla yapılabilir. Örneğin insan gebelik süresini uzatamaz ama sivrisinekler bunu yapabilirler.
Bazı sivrisinekler, ilk yağmurdan sonra değil, ikinci hatta üçüncü yağmurdan sonra yumurtlarlar. Bu sayede sivrisinek nesli bir anlamda koruma altına alınmış olur.
Sivrisineklerin yumurtalarını bırakmayı geciktirmelerinin önemli bir nedeni vardır. İlk yağmurun neden olduğu zemin nemi ve yerüstü su birikintileri kısa zamanda kuruyabileceği için, larvaların kuru yerde kalma, gelişememe tehlikesi sözkonusu olabilir. Ancak sivrisinek bunu bilir ve çok akıllıca davranır. İlk yağmura kanmaz ve daha sonraki yağmurları bekler.
Doğruyu bulabilmek için soru sorma yöntemini kullanmaya devam edelim.
Sivrisinek ilk yağmur sonucunda topraktaki nemin yeterli olmayacağını, ortaya çıkan su birikintilerinin kısa zamanda kuruyacağını nereden bilmektedir? Sivrisineğin böyle bir tedbir alması için buharlaşma etkisinden haberdar olmalı ve "bu daha ilk yağmur, zamanla toprağın içindeki ve yüzeyindeki su buharlaşabilir, bu yüzden yumurtlamak için bir süre daha bekleyeyim" diye ciddi bir şekilde düşünmesi gerekir.
Sivrisinek bu çeşit bir bilgiyi tecrübe sonucunda elde edemez çünkü bir sonraki yağış mevsimini göremeden ölecektir. Karar vermek için tek bir şansı vardır. Bu şansı doğru kullanabilmesi için de mutlaka daha önceden eğitim görmüş olması gerekir. Fakat daha bir kaç hafta önce dünyaya gelmiştir ve eğitim görmesi de mümkün değildir.
Olayın daha iyi anlaşılabilmesi için bu örnekler verilse de, daha önce de belirtildiği gibi sivrisineklerin zaten öğrenmek gibi bir kabiliyetleri yoktur. Ancak nasıl olursa olur ve sivrisinek son derece doğru ve ileri görüşlü bir karar verir. Bu karar doğacak sivrisineklerin hayatlarını kurtarır.
Bir soru üzerinde durmakta yarar var. Bilgi nasıl olur da nesilden nesle aktarılır? Eğer söz konusu yeni doğmuş bir insan olsa, insanın eğitilmesi yıllar sürer. Bildiği herşeyi doğumdan sonra tecrübe ve eğitim ile elde eder. Ancak bütün ömrü birkaç hafta olan her dişi sivrisinek, ihtiyacı olan bilgiye doğuştan sahiptir. Acaba bu bilgiyi ona kim vermiştir? Sivrisinek kimin emriyle hareket etmektedir?
Bu soru çoğu insanın ilgisini çekmeyecek bir konu _sivrisineklerin üremesi_ üzerine olsa da, cevap bütün insanları ilgilendiren en önemli konuyu içerir.
Çünkü sivrisinek, diğer bütün canlılar gibi göklerin ve yerin Rabbi`nin ilhamıyla hareket etmektedir. Tek gerçek cevap budur. İster bir sivrisinek olsun, ister dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hükümdarı, isterse bu yazıyı okuyan herhangi bir kimse, _ farkında olsa da olmasa da _ Allah`ın kesin kontrolü altındadır. Bir Kuran ayeti bu gerçeği şöyle bildirir:
Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah`a tevekkül ettim. O`nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.) (Hud, 56)


Zor Günlerden Sağ çıkabilmeyi Başarmak…
Sivrisinekler, yumurtalarını yaz aylarında ya da sonbaharda bırakırlar. Bulundukları yerin ısısı, sivrisinek larvalarının gelişebilmesi için çok önemli bir faktördür. Isı belirli bir dereceye ulaştığında (en az 10 0C, en fazla 30 0C) gelişme hızlanabilir, bu sınırlar aşıldığındaysa ya gelişme yavaşlar ya da larva ölür.
Larvaların bu hassas durumlarına karşın yumurtalar, kuraklığa ve soğuğa karşı oldukça dayanıklıdırlar. Gereken koşullar oluşmazsa çatlamadan, yağmurları ve sıcak havayı bekleyebilirler…
Bu cümleyi okudunuz ve geçtiniz, eğer dikkatli bir insansanız "yumurtanın çatlamadan beklediğini" farketmiş olmanız gerekiyor. Süresi dolmuş olmasına rağmen çatlamayan ve bekleyen bir yumurta…
Gereken şartlar oluşmazsa, yumurtanın gelişmesi durur. Bu bir ölüm türü değildir, sadece şartlar iyileşene kadar alınmış bir tedbirdir. Genellikle yumurta evresinde görülen bu gecikme hareketine "diapoz" denir.
Yumurtanın büyümesi için gerekli olan nem ve ısı yeterli olmadığı zaman gelişme durur ve yumurta bozulmadan yıllarca varlığını sürdürür. Yani yumurtada bir nevi ısı-nem sigortası bulunmaktadır. Şartlar uygun olmadığında sigorta devreye girer ve gelişim programını durdurur.
Aslında buna programı durdurur demek o kadar doğru olmaz çünkü uygun şartları beklemek de programın bir parçasıdır. (İçinde bir program olduğu kabul edilen bu küçük canlının boyu yaklaşık 1 mm`dir. 1 mm. ise kurşun kaleminizin ucu kadardır.)
Bu konuda hangi kaynağa başvurulursa başvurulsun, en tutucu evrimciler bile embriyoda bir programın olduğunu kabul ederler. Bu program embriyonun anne karnında veya yumurtada geçirdiği gelişim programıdır ve bir bakıma bilgisayar programına benzer. Programın bütün detayları ise hücre çekirdeğinde bulunan DNA molekülüne yazılmıştır.
Bir sivrisinekle insan veya bir fille papağan arasındaki fark da hücrelerdeki bu yazılım farkından doğar. Yeni döllenmiş bir hayvan hücresi veya yeni döllenmiş bir insan hücresi arasında ilk bakışta bir fark gözükmez. Ancak her hücre, içinde yazan programa sadık kalarak bölünür ve sonuçta ortaya bir sivrisinek çıkar.
Ancak burada aydınlatılması gereken bir nokta vardır: Eğer ortada bir program varsa, onu yazan bir programlayıcı akıl olması gerekir.
En basit bilgisayar programının bile kendiliğinden —yani bilgisayar içindeki bilgilerin tesadüfi etkileşimi sonucunda— var olduğunu iddia etmek oldukça akıl dışı olur. Peki bu durumda, belki de en gelişmiş bilgisayar programlarından üstün olan ve daha insan aklının çözemediği embriyoloji programının tesadüfler sonucunda meydana geldiğini iddia etmek ne kadar mantıklıdır?
Evrimciler işte bunu açıklayamaz ve konuyu oldukça ilginç bir kelimeyle geçiştirmeye çalışırlar. birçok olayda sık sık kullandıkları bu kelime "evrimsel mucize"dir.
Oysa mucize doğaüstü olaylara verilen bir isimdir. Evrim ise bütün varlıkları doğanın kendisinin bugünkü haline getirdiğini iddia eder. Doğanın kendisi doğayı aşıp, doğaüstü birşey gerçekleştiremeyeceğinden evrim mucizesi diye bir kavram söz konusu olamaz. Kısaca, evrim teorisi kendi kendisini çürütür.
Şimdi esas konumuza, sivrisinek yumurtasının gelişmesini durdurup uygun ortamı beklemesine dönelim. Bu özellik sivrisinek açısından son derece önemlidir. Çünkü sivrisinek neslinin devamını sağlar.
Örneğin çöl sivrisineklerinden bir tür, 1-2 yıl sonra bile çatlayabilen kalın kabuklu yumurtalar bırakır. Bu yumurtalar hiç bozulmadan seneler sonra çatlar ve içindeki larvalar sanki hiç bir şey yokmuş gibi gelişme evrelerini tamamlarlar.
Bu dayanıklılıkları sayesinde dünyanın hemen hemen her yerinde sivrisineklere rastlayabiliriz; eksi 60 dereceye varan kutup soğuklarının hakim olduğu alanlarda, maden ocaklarının nemli, sıcak ve havasız ortamlarında, 2-3 kuyudan başka su kaynağı olmayan kilometrelerce genişlikteki çöllerde... İzlanda`nın kuzeyinde, Kutup Dairesi`nin üzerinde "Sivrisinek Gölü" adında bir göl bulunur. Buz göllerinin içinde donmuş olarak bulunan larvalar, buzların çözülmesiyle birlikte, sanki olağanüstü hiçbir şey yokmuş, aylardır buzların altında donmuş olan kendileri değilmişçesine yumurtalardan çıkarlar. Gelişmelerine kaldıkları yerden devam ederler ve erişkin sivrisineklere dönüşürler.


Zor Günlerden Sağ çıkabilmeyi Başarmak…
Sivrisinekler, yumurtalarını yaz aylarında ya da sonbaharda bırakırlar. Bulundukları yerin ısısı, sivrisinek larvalarının gelişebilmesi için çok önemli bir faktördür. Isı belirli bir dereceye ulaştığında (en az 10 0C, en fazla 30 0C) gelişme hızlanabilir, bu sınırlar aşıldığındaysa ya gelişme yavaşlar ya da larva ölür.
Larvaların bu hassas durumlarına karşın yumurtalar, kuraklığa ve soğuğa karşı oldukça dayanıklıdırlar. Gereken koşullar oluşmazsa çatlamadan, yağmurları ve sıcak havayı bekleyebilirler…
Bu cümleyi okudunuz ve geçtiniz, eğer dikkatli bir insansanız "yumurtanın çatlamadan beklediğini" farketmiş olmanız gerekiyor. Süresi dolmuş olmasına rağmen çatlamayan ve bekleyen bir yumurta…
Gereken şartlar oluşmazsa, yumurtanın gelişmesi durur. Bu bir ölüm türü değildir, sadece şartlar iyileşene kadar alınmış bir tedbirdir. Genellikle yumurta evresinde görülen bu gecikme hareketine "diapoz" denir.
Yumurtanın büyümesi için gerekli olan nem ve ısı yeterli olmadığı zaman gelişme durur ve yumurta bozulmadan yıllarca varlığını sürdürür. Yani yumurtada bir nevi ısı-nem sigortası bulunmaktadır. Şartlar uygun olmadığında sigorta devreye girer ve gelişim programını durdurur.
Aslında buna programı durdurur demek o kadar doğru olmaz çünkü uygun şartları beklemek de programın bir parçasıdır. (İçinde bir program olduğu kabul edilen bu küçük canlının boyu yaklaşık 1 mm`dir. 1 mm. ise kurşun kaleminizin ucu kadardır.)
Bu konuda hangi kaynağa başvurulursa başvurulsun, en tutucu evrimciler bile embriyoda bir programın olduğunu kabul ederler. Bu program embriyonun anne karnında veya yumurtada geçirdiği gelişim programıdır ve bir bakıma bilgisayar programına benzer. Programın bütün detayları ise hücre çekirdeğinde bulunan DNA molekülüne yazılmıştır.
Bir sivrisinekle insan veya bir fille papağan arasındaki fark da hücrelerdeki bu yazılım farkından doğar. Yeni döllenmiş bir hayvan hücresi veya yeni döllenmiş bir insan hücresi arasında ilk bakışta bir fark gözükmez. Ancak her hücre, içinde yazan programa sadık kalarak bölünür ve sonuçta ortaya bir sivrisinek çıkar.
Ancak burada aydınlatılması gereken bir nokta vardır: Eğer ortada bir program varsa, onu yazan bir programlayıcı akıl olması gerekir.
En basit bilgisayar programının bile kendiliğinden —yani bilgisayar içindeki bilgilerin tesadüfi etkileşimi sonucunda— var olduğunu iddia etmek oldukça akıl dışı olur. Peki bu durumda, belki de en gelişmiş bilgisayar programlarından üstün olan ve daha insan aklının çözemediği embriyoloji programının tesadüfler sonucunda meydana geldiğini iddia etmek ne kadar mantıklıdır?
Evrimciler işte bunu açıklayamaz ve konuyu oldukça ilginç bir kelimeyle geçiştirmeye çalışırlar. birçok olayda sık sık kullandıkları bu kelime "evrimsel mucize"dir.
Oysa mucize doğaüstü olaylara verilen bir isimdir. Evrim ise bütün varlıkları doğanın kendisinin bugünkü haline getirdiğini iddia eder. Doğanın kendisi doğayı aşıp, doğaüstü birşey gerçekleştiremeyeceğinden evrim mucizesi diye bir kavram söz konusu olamaz. Kısaca, evrim teorisi kendi kendisini çürütür.
Şimdi esas konumuza, sivrisinek yumurtasının gelişmesini durdurup uygun ortamı beklemesine dönelim. Bu özellik sivrisinek açısından son derece önemlidir. Çünkü sivrisinek neslinin devamını sağlar.
Örneğin çöl sivrisineklerinden bir tür, 1-2 yıl sonra bile çatlayabilen kalın kabuklu yumurtalar bırakır. Bu yumurtalar hiç bozulmadan seneler sonra çatlar ve içindeki larvalar sanki hiç bir şey yokmuş gibi gelişme evrelerini tamamlarlar.
Bu dayanıklılıkları sayesinde dünyanın hemen hemen her yerinde sivrisineklere rastlayabiliriz; eksi 60 dereceye varan kutup soğuklarının hakim olduğu alanlarda, maden ocaklarının nemli, sıcak ve havasız ortamlarında, 2-3 kuyudan başka su kaynağı olmayan kilometrelerce genişlikteki çöllerde... İzlanda`nın kuzeyinde, Kutup Dairesi`nin üzerinde "Sivrisinek Gölü" adında bir göl bulunur. Buz göllerinin içinde donmuş olarak bulunan larvalar, buzların çözülmesiyle birlikte, sanki olağanüstü hiçbir şey yokmuş, aylardır buzların altında donmuş olan kendileri değilmişçesine yumurtalardan çıkarlar. Gelişmelerine kaldıkları yerden devam ederler ve erişkin sivrisineklere dönüşürler.



Batmayan Yumurtalar
Yumurta denildiğinde akla klasik yumurta şekli gelir. Oysa sivrisinek yumurtaları türlerin yaşadığı yerlere, o ortamdaki düşmanlarına ya da karşılaşabilecekleri tehlikelere göre değişik özelliklerde yaratılmışlardır. Kimi çok özenle paketlenmiş, kimileri sıkıca bir yerlere tutturulmuş, kimileri de batmamaları için hava yastıklarıyla desteklenmiştir.
Dişi sivrisinekler bir seferde 40 ila 200 arasında yumurtayı suya bırakabilirler. Her üç haftada bir yumurtlayanları olduğu gibi, senede bir yumurtlayanları da vardır. Bu yumurta çeşitlerinden belli başlıları şunlardır:



Disk Yumurtalar
Culex türünün yumurtası, alt kısmında huni şeklinde bir oyuk taşır. Bu oyuğun, insana, ilk bakışta bir anlamı yok gibi gelir. Oysa ileri aşamalarda son derece önemli bir görevi olduğu ortaya çıkar: Bu oyuk, içine dolan hava sayesinde bir cansimidi işlevi görmekte ve yumurtanın su üzerinde kalmasını sağlamaktadır.
Ancak dikkat edilirse ortada ciddi bir sorun vardır: Yumurtanın altında yeralan bu cansimidinin, yumurtanın "alabora" olması sonucunda işe yaramaz hale gelmesi çok kolaydır. Bu nedenle bu yumurta tek başına suya bırakıldığında, uzun süre su yüzeyinde kalamaz. En ufak bir sallantıda dengesini yitirir, devrilir ve alt tarafında hava bulunan delik su dolarak yumurtanın batmasına neden olur.
Oysa yumurtaların yaşayabilmeleri için suyun üzerinde kalmaları gerekir. Çözümü size, akıl sahibi insanoğluna soralım; yumurtaların batmaması için siz olsanız ne yapardınız?
Sivrisinek bu problemi çözecek en akılcı yolu kullanır. Yumurtaları birbirine yapıştırarak sorunu çözer. Bir disk şeklinde birbirine yanyana yapıştırılan yumurtalar, suyun üzerinde yüzen bir sal oluştururlar. Çapı yaklaşık 11 mm. olan bu disk suyun üzerinde kolaylıkla yüzer. Yumurtaların altındaki oyukta bulunan hava ve yumurtalar arasındaki boşluk, bir hava yastığı görevi görür ve diski suyun üzerinde tutar. Böylesine akılcı bir yöntem kullanılmazsa, yumurtalar suyun içine batar ve ölürler.
Peki suyun kaldırma kuvvetinden haberi bile olmayan sivrisinek, probleme en uygun çözümü nasıl bulmuştur. Dahası ortada bir problem olduğunun farkında mıdır ki, probleme bulduğu çözümden bahsedilebilsin?
Yumurtaları tek tek birbirine yapıştırmak ve özenle bir sal yapmak oldukça zahmetli bir iştir. Bu yumurtaların bir sonraki mevsimde çatlayacağı düşünülürse, sivrisinek uğraşısının sonucunu göremeden ölecektir. Yumurtladıktan sonra yumurtalarıyla hiçbir bağı kalmadığı, kendi yaşamını sürdürmek açısından hiçbir çıkarı olmadığı, kısa bir süre sonra öleceği halde, kendi ölümünden sonra yumurtalarının güvenliğini sağlamak için büyük bir çaba harcamaktadır.
Burada özellikle altını çizmemiz gereken nokta, sivrisineğin bu çabası sonucunda hiçbir çıkarı olmadığıdır. Yaptığı bu zahmetli işin kendi hayatına hiçbir etkisi yoktur. Yani hayatta kalmak için değil, gelecek bir nesli kurtarmak için çaba göstermektedir. Hiçbir zaman göremeyeceği, nasıl bir ortamda, hangi şartlarda gelişeceklerini, ne gibi tehlikelerle karşılaşacaklarını bilemeyeceği bir nesli kurtarmak amacıyla, en doğru kararı verir ve oldukça zor bir iş başarır.
Normal olarak bir böceğin yapması gereken, yumurtlama zamanı geldiğinde, yumurtalarını rastgele yerlere yumurtlamasıdır. Tek amacı hayatta kalmak, yemek yemek ve çiftleşmek olan bu böcek, sonucunu bile göremeyeceği bir iş için neden çaba göstermektedir? Bu çabayı sivrisineğe gösterten güç nedir?
Çok açıkça görülmektedir ki, sivrisineğin bir yaşam kavgası yoktur. O, yapılabilecek en doğru ve sağduyulu hareketi, kendisine verilen ilham sonucunda yapmaktadır.
Evrimcilerin, daha doğrusu yaratılışa körü körüne karşı olan kimselerin yanıtlamaları gereken bir başka soru vardır. Sivrisinek, yumurtaların batmaması için en uygun çözümü nasıl bulmuştur?
Evrimcilerin hiçbir şekilde cevaplayamadıkları bu soruyu bir an için gözardı edelim.
Her ne kadar imkansız da olsa, sivrisineğin başka yumurtaları gözlemlediğini, uzun uzun düşünerek böyle bir çözümü kendisinin bulduğunu varsayalım. Durum böyle olsa bile, eğer yumurtaların altında doğuştan bir hava oyuğu bulunmazsa, sivrisineğin yapmaya çalışacağı sal bir işe yaramayacaktır.
Dahası sivrisinek, yumurtalarını birbirlerine yapıştıracak ve suda etkisini zamanla yitirmeyecek doğal bir yapıştırıcıya doğuştan sahiptir. Bu yapıştırıcı olmazsa ne yumurtaların altındaki hava deliğinin, ne de sivrisineğin bir sal yapmaya karar vermesinin bir anlamı olmaz.
Sivrisineğin yaptığı salın disk şeklinde olmasının da bir anlamı ve amacı vardır. Sal için disk en uygun şekildir. Eğer sivrisinek başka bir geometrik şekil kullansa (örneğin ince uzun bir dikdörtgen yapsa), sal kolaylıkla alabora olur. Disk şekli, su kuvvetiyle oluşması muhtemel momentleri en uygun şekilde dağıtarak, güvenliği sağlar.
Birbiriyle bu kadar uyumlu bir sistemi oluşturan detayların, zaman içinde, şuursuz tesadüfler sonucunda, kendi kendine oluştuğunu iddia etmek ise akılla uyuşmayan bir durum teşkil eder. Dahası, bu detayların birinin eksik olması bütün sistemin bir daha geri gelememek üzere yokolmasına sebep olur. Sivrisinek, "deneme-yanılma" gibi bir yolla geliştiremeyeceği, tesadüfler sonucunda kesinlikle oluşamayacak bir biçimde yumurtalardan oluşan bir sal yapmaktadır. Bu durumun yegane açıklaması ise, doğumundan en fazla bir kaç hafta sonra bu salı yapan canlının, bu iş için gerekli bilgi ve donanıma sahip kılınmış ve bu iş için "programlanmış" olduğudur.



Jelatinlenmiş Yumurtalar
Gıdaların bozulmadan saklanmaları için son birkaç on yılda oldukça etkili yöntemler geliştirilmiştir. Bunlardan en önemlisi, ambalajlamadır.
Sürü sivrisinekleri olarak bilinen sivrisinek türü de, yumurtalarını saklamak için bu yöntemi kullanır.
Yumurtalar, jelatinimsi bir madde yığının içine, bir çerçeve veya ip şeklinde bırakılır. Jelatinimsi kitle yumurtaları mekanik etkilerden, kurumaktan, ani ısı değişimlerinden ve düşmanlardan korur. Ayrıca sivrisinek, bu madde sayesinde, yumurtaları bitki ya da taşlara yapıştırır ve böylece yumurtaların suyun içinde kaybolmalarını engeller.



Cansimidi Yumurtalar
Sıtma mikrobunu taşıyan sivrisinek olan Anopheles`in yumurtaları, suya batmalarını engelleyecek ve su yüzeyinde kalmalarını sağlayacak özel bir şekle ve yapıya sahiptirler. Yumurta kabuğunun dışındaki hava odacıkları ve yumurtayı saran yüzme kenarları yumurtayı su üstünde tutar. Yüzme kenarları suyun yüzey gerilimini artırır ve yumurtanın bu gerilim sayesinde batmamasını sağlar.
Yüzey gerilimi suyun yüzeyinde oluşan bir güçtür. Özellikle küçük canlılar bu gücü aşamazlar. Ancak bu çoğu kez olumsuz bir durum değildir çünkü bu sayede böcekler suyun üzerinde rahatlıkla yürüyebilirler. Kimi böcekler bacaklarında bulunan destek yapıları sayesinde _ayaklardaki tüycükler, ayağı kaplayan yağlı salgılar gibi_ su üzerinde çok daha kolay hareket edebilirler.
Anopheles sivrisineğinin yumurtalarının üzerindeki hava odacıkları ve yüzme kenarları da, yüzey gerilimi kanunundan en yüksek verimle yararlanacak biçimdedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, ne yumurtaların içindeki larvaların, ne de kendisi de bir zamanlar bu yumurtadan çıkmış olan anne sivrisineğin, yüzey gerilim kuvvetinden ve bu kuvvetten yararlanmak için yumurtaların üzerinde bulunan yapılardan haberleri yoktur.
Böyle bir özelliğin zaman içinde kazanılmasına da imkan yoktur. Eğer bu yapı yumurtanın üzerinde bir seferde ortaya çıkmazsa, Anopheles`in bütün yumurtaları suyun dibine batar ve sivrisineğin nesli tükenir.
Ancak böyle bir durum söz konusu olmaz. Çünkü Anopheles`in de, diğer canlıların da varlıklarını sürdürmeleri için ihtiyaçları olan en uygun tasarım, kendileri için Allah tarafından yapılmıştır.



Marangoz Sivrisinek
Sivrisinekler yumurtalarını her zaman durgun bir su birikintisinin içine bırakmazlar. "Cylindrotoma Sivrisineği", yumurtalarını bırakmak için daha ilginç ve zor bir yöntem kullanır. Bu türün dişisi, yumurtalarını bir bitkinin dokusuna yerleştirir.
Burada çok önemli bir ayrıntı vardır. Herhangi bir böcek, bitki dokularını kolay kolay kesemez. Özellikle sivrisineğin boyutu düşünüldüğünde bu zorluk, insanın elinde hiç bir aleti olmadan kalın bir ağacı kesmesine benzer ki, bu imkansızdır. Peki o halde sivrisinek ne yapar?
Sivrisinek bu problemi, kendisine yaratılıştan verilen bir özellik sayesinde aşar. Başının üzerinde bulunan ve bir testere görevi gören kesici organla, bitki dokularını rahatlıkla keser. Üst kısmından kestiği bitkilerin içine yumurtalarını iter. Bazen bir yaprakta bu şekilde bırakılmış 70 yumurtaya rastlanabilir.
Rastgele bir yere bırakmak varken, zahmet gerektiren bir şekilde, üstelik de zorlu bir yeri yumurtalarını bırakmak için seçmiştir. Tek amacı yemek ve yaşamak olan bir böcek niçin kendisini zora sokar ve oldukça zahmetli bir işe kalkışır?
Cylindrotoma zorluklardan hoşlandığı için mi böyle yapar?
Neden diğer türlerde değil de sadece bu türdeki sivrisineklerin başında kesici organ vardır?
Bu organı bir alet gibi kullanma bilgisi, doğan her sineğe kim tarafından verilmiştir?
Yumurtalarını güvenliğe almak için bitki dokularını kesmeyi sivrisinek nasıl akıl etmiştir?
Tüm bu sorular bizi yine aynı cevaba götürür: Sivrisinek, yaptığı işi yapabilmesini sağlayacak özel bir dizayn ile ve kendisine bu işi yaptıracak bir tür "programla" birlikte yaratılmıştır.



Bambu Sivrisineği
"Leicester sivrisineği" yumurtalarını bambu saplarının deliklerine bırakır. Bambu saplarının içi güvenli olduğu kadar, larvaların ihtiyaçlarına da cevap verebilecek bir ortamdır.
Sivrisinek yumurtalarını bırakırken —tıpkı diğer sivrisinekler gibi— kendisine özgü akılcı bir yol izler. Leicester arka bacaklarını bambu saplarındaki deliklerden, içeride birikmiş suya sokar, yumurtalar suya düşer ve gelişimlerini burada sürdürürler.
İlk yağmurlarla birlikte yumurtalar kuluçka dönemine girerler. Yumurtlamayı takip eden 2-3 gün içinde kuluçka dönemi biter ve kurtçuklar çıkmaya başlar. Yumurtanın içinden kurtların olgunlaşarak çıkmaları hemen hemen aynı dakika içinde olur. Bir dakika içinde bütün kurtlar suda gezmeye başlar. Bunlar hiç durmadan, ne bulurlarsa yer ve müthiş bir süratle büyürler.
Acaba bu sivrisinek türünün ataları, yaptıkları gözlemler sonucunda yavrular için en güvenli ortamın bambu sapları olduğunu tespit etmiş, daha sonra bütün soyun bu yöntemi izlemesine mi karar vermişlerdir? Sonra da bu emir nesilden nesile, doğan her dişi sivrisineğe ulaştırılmış mıdır?
Görüldüğü gibi bu tip sorular her aşamada kaçınılmaz olarak insanın karşısına çıkar. Bu soruların cevapları normal ve vicdanlı bir insanı tek noktaya yani bilinçli yaratılışa götürür. Dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir bambu sapının içindeki bir su birikintisinde, bilmediğimiz, aklımıza dahi gelmeyen bir hayat vardır ve bu hayat son derece ustaca bir biçimde yaratılmıştır. İnsana düşen ise, bu yaratış örneklerini görmek ve bunları yaratan Allah`ın gücünü takdir etmektir. Çünkü Kuran`a göre;
Allah`ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, (ve) her canlıyı orada üretip-yaymasında düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır. (Bakara, 164)



LARVA DÖNEMİ
Yumurtadan çıkan yavru sivrisinek, erişkin haliyle hiç ilgisi olmayan bir görünümdedir. Sanki bambaşka bir canlıdır. Yaklaşık 1-1,5 mm. uzunluğunda olan larvanın vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere 3 bölüme ayrılmıştır. Başı oval görünümdedir ve iki yanında birleşik gözler ve gözlerin önünde de kısa bir anten mevcuttur. Ancak larva, bu hale gelip erişkin bir sivrisineğe dönüşünceye kadar çok zorlu bir yolculuk geçirir.
Larvalar su altında yaşarlar. Sürekli yedikleri için, bir hafta içinde 6-7 kat büyürler. Bu dönem sivrisineğin yaşamı boyunca büyüdüğü tek dönemdir. Larva sadece acıkır, yemek yer ve büyür.
Larvanın bu dönemde nefes alabilmesi için su üzerinde boğulmadan asılı durması gereklidir. Ancak ortada bir problem vardır. Sürekli beslenmesi gereken sivrisinek, suyun üzerinde asılı dururken yemeğine nasıl ulaşacaktır? Bunun için çok özel bir yöntem bulması gerekir, ancak sözünü ettiğimiz canlı ne bir şey düşünebilen ne de bir yöntem geliştirme kabiliyetine sahip olan, yalnızca bir buçuk milimetre büyüklüğünde bir larvadır. Ve bu larvanın acilen beslenmesi gereklidir, yoksa ölecektir.
Larva zorunlu durumlarda suyun içine dalabilir. Ancak bu uzun süremez çünkü nefes almak için tekrar su yüzeyine dönmek zorundadır.
Larvanın başaşağı su içinde dururken yemek yiyebilmesi için, doğuştan kendisine verilmiş çok önemli bir mekanizma vardır. Avına her zaman kendisi gidemeyen larva, suyu hareketlendirerek avını ayağına getirir. Ağzının iki yanında, 4 set halinde bulunan ince tüylü bir fırçayı hızlı bir şekilde sallayarak suda bir akıntı yaratır. Böylece suda bulunan bakteriler, suyun hareketiyle larvanın ağzına gelirler. Larva fırçalara takılan bakterileri yer. Bir sivrisinek larvası günde 100-1000 cm3 suyu süzebilir.
Burada çok açık bir dizayn vardır; larvanın ağzının etrafındaki fırça, hayvanın beslenebilmesi için yapılmış özel bir alettir. Larvanın sahip olduğu bu sistem sayesinde boğulmadan besinine ulaşması ise, küçücük bir larvanın bile Allah`ın "rızık veren" (Rezzak) sıfatının koruması altında olduğunu gösterir. Nitekim Kuran bu gerçeğe özellikle dikkat çekmektedir:
Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir. (Ankebut, 60)



Yanıbaşındaki Düşman
Tüm sivrisinek larvalarını, suda kendi halinde yüzen ve beslenmek için bakterilerle yetinen sakin canlılar olarak tanımlamak doğru olmaz Bazı türlerin larvaları oldukça yırtıcıdır. Bu dönemde sürekli olarak beslenen kimi larva türleri yiyecek bulamadıklarında birbirlerini yerler. Bu yüzden larvalar için temiz sular değil, bakterice zengin kirli sular daha uygundur. Bu tür larvaların olduğu temiz sularda, sal şeklindeki bir yumurta grubunun içinden yalnızca birkaç tane larva hayatta kalır.
Ancak anne sivrisinek adeta bunu bilir ve yumurtalarını bırakmak için daha çok kirli suları seçer! Kirli sularda, sal şeklindeki bu yumurtalardan yaklaşık 100 tanesi sağlam olarak çıkar.
Burada sivrisineğin yaptığı bir seçim söz konusudur. Sivrisinek biri temiz biri kirli iki farklı suyla karşılaştığında seçimini kirli sudan yana kullanır.
Acaba sivrisinek, türünün devamı için geçerli olan bu önlemleri düşünerek mi yoksa gözlemleyerek mi bulmuştur. Hayır, sivrisinek bu ikisini de yapamaz. Sivrisineğin tecrübe kazanması, bu doğrultuda kararlar vermesi ve bunu gelecek nesillere aktarması elbette ki söz konusu değildir.




Su Yüzüne Çıkmadan Nasıl Nefes Alınır?
Mansonya türünün larvası, soluk alabilmek için suyun yüzeyine çıkmaz. Bunun yerine oldukça akıllıca ve zor bir yöntem izler.
Su altındaki oksijen, suda çözünmüş olarak bulunur ve burada yaşayan bütün canlılar (bitkiler ve hayvanlar) bunu kullanırlar. Bitkiler köklerinde ve dokularında bu oksijeni biriktirirler.
Mansonya larvası bitkilerdeki bu "paketlenmiş" oksijeni kullanır. Larvada, su bitkilerinin köklerini ve dokusunu delmeye ve bunların içindeki havayı çekmeye yarayan testere biçiminde bir organ vardır. Bunu kullanarak oksijen ihtiyacını rahatlıkla karşılar ve suyun altında sürekli olarak kalabilir.
Burada yine büyük bir dizayn görülür. Su yüzeyine çıkmayan mansonya larvasının yapısında, bitki köklerini delebilmesi ve bu köklerin içlerindeki havayı çekebilmeleri için gerekli olan herşey vardır.
Dahası larva, vücudundaki bu "alet"lerin ne amaçla kendisine verildiğini bilir. Larvanın bildikleri bununla bitmez. Larva oksijene ihtiyacı olduğunu ve bu oksijenin bitkilerin köklerinde bulunduğunu da bir şekilde bilmektedir. Yalnızca 1.5 mm. boyunda ve dünyaya yeni gelmiş bir larvanın nasıl olup da bütün bunları bildiği ise evrimciler açısından cevaplanamayan bir sorudur.



Akıntılı Sularda Ne Yapılır?
Akıntılı yerlerdeki larvalar yaşamak için bir yerlere tutunmak zorundadırlar. Vücutlarındaki destek sistemleriyle bu problemin altından kolayca kalkarlar.
Çok hızlı akan sularda bulunan bazı larva türlerinin arkalarında 45 derece eğimle vücutlarıyla birleşmiş uzun bir itici bulunur. Bu iticinin ucunda bulunan küçük kitin kancaları sayesinde larva herhangi bir yere tutunabilir ve kendisini akıntıya karşı korumaya alır. Özellikle Heptegina cinsi sivrisineğin larvası bu vantuz sayesinde güçlü akıntılara dayanabilir.



Sivrisineğin Evi
Bazı sivrisinek larvaları doğuştan mimardırlar. Kendilerini bir yerlere yapıştıracak vantuzları olmayan bu larvalar, hem düşmanlarından korunmak hem de akıntıya karşı koyabilmek için kendi evlerini kendileri yaparlar. Bu ise başlı başına ilginç ve şaşırtıcı bir iştir, çünkü her aşaması zorluklarla doludur.
Öncelikle yumurtadan çıkan larvanın, güvenliğini sağlamak ve akıntıya karşı koyabilmek için bir eve ihtiyacı olduğunu fark etmesi, bunun üzerine bir ev yapmaya karar vermesi gerekir.
İkinci aşamada larva bir plan yapmalıdır.Ancak ortada bir sorun vardır. Larvanın elinde ne bir teknik alet ne de bir alet gibi kullanabileceği bir organ —gaga, pençe, el vs.— vardır. Dahası ev yapabilmek için su altında pek fazla malzeme de yoktur.
Ancak bütün ihtiyaçları önceden düşünülmüş olan larva, ev yapması için gerekli malzemeye doğuştan sahiptir. Kolaylıkla şekil verebileceği jelatinimsi bir madde salgılar. Bu malzemeyi en doğru şekilde kullanan larva, kendisi için en uygun şekilde, iki tarafı açık boru benzeri bir yuva yapar. Bu yuvayı ya çamur veya kuma gömer, ya da yanında taşır.
Burada dikkat edilmesi gereken, larvanın doğar doğmaz kendini güvenceye almak için ev yapmaya başlaması ve ihtiyacı olan maddeyi vücudunda hazır bulmasıdır.
Larva bir kimyager olmadığına göre bu salgıyı larvanın kendi zeka ve bilgisiyle ürettiğini düşünmek pek akıllıca olmaz. Kendi aklı ve zekasıyla üretse bile bunu üreten bir sistemi kendi vücuduna yerleştirmesi gibi birşey düşünülemez. Mimari bir eğitimi olmadığına göre, böyle bir yuva yapıp kuma gömmeyi planlayamayacağı da ortadadır.
Herhangi bir larva, evrimcilerin iddia ettiği gibi bu özellikleri tesadüfen veya tecrübeyle kazanmış olsa, edindiği bilgileri bir sonraki nesile da aktaramaz. Yeni doğan bir canlı, kendisine öğretecek biri olmadan öğrenemez.
Eğer bir canlı bir bilgiye doğuştan sahipse, bu bilgiyi en doğru şekilde kullanıyorsa ve bu bilgiyi kullanabileceği bütün imkanlara ve malzemelere doğuştan sahipse, bunun tek bir anlamı vardır: Bu bilgi ve özellikler, canlıya, kendisini yoktan vareden Allah tarafından verilmektedir.



Başaşağı Nefes Almak
Larva gelişme döneminde sürekli yemek yer. Bunun için de ağzının sürekli suyun içinde olması ve başaşağı durması gerekir. Ancak larvanın ikinci bir temel ihtiyacı da nefes almaktır. Peki bu iki temel ihtiyacı —yemek yemek ve başaşağı dururken nefes almak— aynı anda nasıl karşılayacaktır?
İnsanlar suyun içinde nefes alabilmek için bir takım özel aletlerden (oksijen tüpü, şnorkel, hava pompası, vs.) yararlanırlar.
Sivrisinek larvası da, doğuştan bir dalış teçhizatına sahiptir. Suyun içinde başaşağı dururken, vücudunun arka tarafında bulunan solunum borularıyla nefes alır. Kimi larvalar da suya paralel durur ve karınlarında bulunan üç solunum deliğini kullanırlar. Bu sistemler, dalgıçların kullandığı şnorkel ve hava pompalarının bir benzeridir.
İnsana belki de biyolojik bir ayrıntı gibi gelen bu cümleler aslında bir gerçeği ortaya çıkartır: Eğer ortada böylesine akılcı bir dizayn varsa, mutlaka onu yaratan bir akıl vardır. Bu akıl, "alemlerin Rabbi", yani en küçükten en büyüğe kadar tüm dünyaların, tüm boyutların hakimi, eğiticisi ve düzenleyicisi olan Allah`a aittir.
Allah yarattığı varlıklar üzerinde sanatını tecelli ettirerek insanlara kendi varlığının delillerini gösterir. Bu sanat _ ister insan beyninin karmaşık yapısında olsun, isterse bir sivrisinekte_ her yerde kendini gösterir. İşte bu yüzden Bakara Suresi`nin 26. ayetinde, tek başına bir sivrisineğin bile, Allah`ın vermekten çekinmeyeceği kadar büyük bir örnek olduğu belirtilir:
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara, 26)



Şnorkele Su Kaçarsa...
Sivrisineğin şnorkel benzeri bir solunum borusuyla nefes aldığını yukarıda belirttik. Ancak şnorkelle nefes almanın bir tehlikesi vardır. Eğer suda oluşacak bir dalgalanma ya da rüzgar şnorkelin içine su kaçırırsa bu, sivrisineğin boğulmasına neden olur.
Ancak çok özel bir tedbir sayesinde bu durum engellenmiştir. Şnorkellerin havayla temas eden uç kısmı özel bir yağla doğuştan kaplıdırlar. Bu yağın özelliği suyu iten (hidrofob) bir yağ olmasıdır. Larva başaşağı su içinde dururken, bu yağ sayesinde solunum borusunun deliklerinden içeri su giremez.
Bu salgı özel olarak su için yaratılmıştır. Larva sudan başka bir sıvının, örneğin petrolün içine konulduğunda, salgı görevini yapamaz. Petrol şnorkelden içeri girer ve larvanın boğulmasına neden olur.
10 milimetrelik bir larvanın, birkaç milimetre uzunluğundaki solunum borusunun ucunda böyle özel bir yağın varolması, üzerinde durulmadan geçilebilecek bir konu değildir. Ayrıntılara dikkat edelim:
- Suyun şnorkelden içeri girme riskine karşı böyle özel bir önlem alınması.
- Salgının tam ihtiyaç duyulan yerdeki, yani solunum borusunun ucundaki hücreler tarafından salgılanması.
- Bu yağlı salgının her yeni nesilde kendiliğinden varolması...
Bütün bunların varlığı tesadüflerle açıklanabilir mi?
Elbette ki hayır.
Çünkü tesadüfler karmaşaya neden olur. Milyarlarca tesadüfün ardarda sıralanması ise kaos anlamına gelir. Birbirinden bağımsız parçalardan oluşan ama bu parçaların uyumu sayesinde ortak bir amaca hizmet eden sistemler ve mekanizmalar, kaos sonucunda değil, ancak bilinçli bir dizayn sonucunda ortaya çıkabilirler.
Evrim teorisi ise mevcut canlıların bugünkü hallerine daha basit yapıda olan canlıların zamanla gelişmesi sonucunda ulaştığını öne sürer. Evrime göre bu gelişim, zamanla meydana gelen tesadüfi değişimlerin, basamak basamak birbirine eklenmesi sonucunda gerçekleşmiştir.
Her ne kadar Latince isimler ve karmaşık terimlerle "bilimsel" bir kılıfa sokulmaya çalışılsa da, evrim teorisinin temel mantığı tek kelimeyle ifade edilebilir: "Tesadüf".
Şimdi sivrisineğin nefes almasını sağlayan özel yapısının nasıl varolmuş olabileceğini, evrim teorisinin iddialarını da göz önüne alarak inceleyelim.
Evrime göre bundan binlerce yıl önce daha basit yapılı sivrisineklerin bulunması gerekirdi. Bu hayali senaryoya göre, o zamanki sivrisineklerin solunum borularının daha oluşmadığını varsayalım. Peki o zaman sivrisinek larvaları ne yapacaklardı?
i) Larva suyun içinde başaşağı durmayacak, nefes almak için başını suyun üzerinde tutacaktı. Bunun kaçınılmaz sonucu bütün larvaların açlıktan ölmesi olurdu.
ii) Tesadüfen larvanın vücuduna bir solunum borusu eklendiğini varsayalım (bunun teknik olarak imkansızlığına ileride değineceğiz), solunum borusunun ucunda bulunan ve suyun boruya girmesine engel olan yağ olmadığından larva boğularak ölecekti. Larvanın, bu yağı sentezleyen hücrelerin vücudunda oluşmasını bekleyebileceği tek bir saniyesi bile olamayacaktı. Kısaca bu evrim teorisinin kendi içerisinde çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
iii) Solunum borusunun ve borunun ucunda bulunan yağın aynı anda bir şekilde larvanın vücuduna eklendiğini varsayalım. Bu yalnızca o larvanın hayatını kurtarırdı. Çünkü vücudunda oluşan bir değişimi bir sonraki nesile aktaramayacaktı. (Parmağı kesilen bir kadının çocuğunun eksik parmakla doğmayışı gibi.) Oysa, vücuttaki değişimin bir sonraki nesle aktarılabilmesi için, evrimin yeni organ veya organel oluşturmakla kalmayıp bunun genetik kodunu da canlının üreme hücrelerinde bulunan DNA`ya eksiksiz olarak eklemesi gerekmektedir.
Bu nokta çok önemlidir. Bu yüzden konuyu bir başka örnek üzerinde inceleyelim. Örneğin insanın atası olduğunu varsayacağımız bir canlının vücuduna yeni bir organ, mesela karaciğerin eklenmesini düşünelim. Karaciğerin genetik kodu, milyonlarca şifreden oluşur. Bu şifrelerin hepsinin aynı anda, o canlının üreme hücrelerindeki DNA`ya katılması gerekir ki bir sonraki nesilde de ortaya bir karaciğer çıksın. Milyonlarca şifre içinde yapılacak tek bir hata, karaciğerin oluşamamasına, daha doğrusu işe yaramamasına ve canlıya yarar değil zarar vermesine yol açar. Sözünü ettiğimiz hayali canlı yaşamını sürdüremez ve yokolur gider.
Burada bir nokta daha vardır. Söz konusu canlı, vücudunda bir karaciğer oluşana kadar ne yapacaktır? Karaciğerin vücutta yürüttüğü hayati fonksiyonları hangi organ yapacaktır? Kısacası böyle bir canlının bir zamanlar varolduğunu düşünmek bile mantıksızdır. İlk insan, tam ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmış; yani yaratılmış olmalıdır.
Aynı şekilde sivrisinek de, sahip olduğu özellikleri DNA`sında genetik şifre olarak taşımak zorundadır. Aksi takdirde bir sonraki nesil bundan mahrum kalır. Sivrisineğin atası olduğunu varsaydığımız hayali canlının üreme hücrelerine, hem solunum borusunun, hem de bu borunun ucundaki hücrelerin ürettikleri yağın genetik şifrelerinin aynı anda, eksiksiz, hatasız olarak katılması gerekir ki, bu imkansızdır. Bunun anlamı da yine sivrisineğin eksiksiz ve kusursuz bir şekilde bir anda varolduğu, yani yaratıldığıdır.
Peki sivrisinek soluduğu havayı vücuduna nasıl dağıtacaktır?
Sivrisineğin solunumu şu şekilde gerçekleşir:
Sivrisineğin aldığı hava, iki ufak torbacığa dolar. Bu torbacıklar vücuda yayılan kılcal hatlara bağlıdırlar ve bu hatlarla havayı her yere dağıtırlar.
Torbacıkların arasında sivrisineğin ihtiyacına uygun bir kalp vardır. Kalp, düzenli atışlarla torbacıkları pompalayarak, havanın vücuda dağılmasını sağlar. Kalpten hemen sonra mide ve bağırsaklar gelir.
Burada sözünü ettiğimiz kalp, mide ve bağırsakların da eksiksiz olarak sivrisineğin vücudunda bulunmaları gerekir. Üzerinde uzun uzun durduğumuz solunum sisteminin yanı sıra, bu organlar da sivrisinek için vazgeçilmezdir. Bütün sistemleri bulunan fakat kalbi olmayan bir sivrisinek elbette ki düşünülemez.



Güneş Altında ve Suyun İçinde Saatlerce Kalınca Ne Olur?
Sivrisinek larva ve pupa döneminin tamamını suyun içinde geçirir ve genelde su yüzeyinde ya da yüzeye yakın yerlerde bulunur. Su molekülleri, güneş ışınlarını çok yansıttığı için, doğal olarak, zaman içinde larvanın da bundan olumsuz yönde etkilenmesi gerekir. Oysa larva güneşten hiç etkilenmez. Çünkü bu problem de sivrisineğin vücudunda bulunan bir pigment sayesinde çözülmüştür.
Bu pigment, tamamı ürik asit granülleriyle doldurulmuş olan ürositlere benzeyen hücreler ağından oluşur. Ürik asit, şeffaf olan larva ve pupa için güneşe karşı koruyucu görevi görür, sivrisinek de bu sayede güneş altında kavrulmaktan kurtulur.
Bu bölüme kadar sıraladığımız bütün mucizevi özelliklerin, sivrisineğin vücudunda, yine bir mucize eseri kendiliğinden ortaya çıktığını varsayalım. Yalnızca sözünü ettiğimiz bu kalkan bile larvanın vücudunda bulunmasa, diğer bütün özelliklerin bir anlamı kalmaz, larva güneş altında kavrularak ölür.
Sivrisineklerin çoğunda larva dönemi bir hafta kadar sürer. Bu sürenin uzunluğu daha çok, ısıya bağlıdır ama beslenmeyle de dolaylı olarak ilgilidir.
Larva giderek büyür, derisi kısa bir süre sonra daha fazla büyümesini engelleyecek şekilde gerginleşmeye başlar. Bu da ilk deri değişim zamanının geldiği anlamına gelir. Artık larva pupa dönemine geçmeye hazırdır.



PUPA DÖNEMİ
İyice büyüyen larva sert derisini açabilmek için keskin bir alete ihtiyaç duyar. Ancak dışardan hiçbir canlının yardımı olmadığı için, bu problemi kendisi çözmek zorundadır.
O ana kadar ihtiyacı olan her şeyi kolayca bulmuştur. Tabi ki bu zor anında da onun için bir kolaylık vardır. Her şeyi yerli yerinde yapan Allah, larvanın ihtiyacına yönelik özel bir organ vermiştir.
Larvanın başının arkasında, sert deriyi kırmaya yarayan bir organ vardır. Bu organ deri değişimin hemen ardından vücuttan atılır. Eğer bu organ oluşmasaydı ya da daha geç oluşsaydı, larva derisinin içinden çıkamayacağı için sıkışarak ölecekti.
Alttan gelen yeni deri ise, yumuşak ve esnektir. Larvanın büyümesi de bu esnek deri sayesinde kolaylaşmış olur.
Sivrisinek larvası gelişimini tamamlayıncaya kadar 3 kez daha deri değiştirecektir. Toplam olarak 4 defa deri değiştirerek gelişir ve sonunda 10 mm. uzunluğuna varır.
Sivrisinek kurtçukları artık gerçek bir sivrisinek olmak için son aşama olan "pupa" dönemine girmişlerdir. Bu en fazla birkaç gün süren çok kısa bir evredir ve bu dönemde pupa beslenmez.
Sivrisineğin ileride ayak ve kanatlarının yeralacağı göğüs (toraks) kısmıyla birleşmiş olan kafası büyük ve yuvarlaktır. Bu aşamada da sivrisinek yepyeni bir canlı gibidir ve ihtiyaçları da değişmiştir.

Yeni Beden, Yeni İhtiyaçlar, Yeni Çözümler...
Larvadan pupaya geçiş döneminde solunum şnorkelleri kapanır. Bu, larvanın nefessiz kalması anlamına gelir. Ancak oldukça ilginç bir gelişme olur ve pupanın ön tarafında iki yeni hava borusu çıkar. Bir kez daha sivrisinek, kendisi için çok özel tasarlanmış bir gelişim programı sayesinde hayatta kalmayı başarır. Larva bu iki yeni hava borusunu su yüzeyine çıkartarak nefes almaya başlar.
Pupalar, soluk alabilmek için suyun yüzeyine yakın dururlar. Hareketleri çok süratlidir, ama beslenmeye ihtiyaçları yoktur. Pupa dönemi 3-4 gün içinde son bulur.
Pupa döneminin sonuna doğru, sivrisineğin rengi iyice esmerleşir, derisi şeffaflaşır. Beş gün içinde, pupanın şeffaflaşan derisi açılır ve erişkin sivrisinek sudan dışarı çıkacak hale gelir. Bu çıkış anı, gerçekten de insanı hayran bırakacak bir ustalık gösterisidir. Çünkü genç sivrisinek, suyun içinde yüzmekte olan pupasından, suya hiç değmeden çıkar. Bunu başarması ise şarttır, çünkü ıslanmış kanatlarla uçamaz.
Kanatlar ve bacaklar pupa evresindeyken gelişimlerini tamamlamışlardır ve pupanın içinde kullanıma hazır bir şekilde beklerler.
Kozasından çıkmadan hemen önce pupa nefes alarak genişler. Bu genişlemenin etkisiyle koza ilk olarak baş tarafından çatlar. Ancak eğer bu çatlama baş taraftan değil de, alt taraftan başlasaydı, sivrisinek suyun yüzeyine çıkamazdı ve boğularak ölürdü.
Çıkmaya hazırlanan sivrisinek bu aşamada büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Çatlayan kozanın içine su girerse bu onun sonu olacaktır. Fakat tabi ki bunun da tedbiri önceden alınmıştır. Kozanın yırtılan baş tarafı, sivrisineğin kafasının su ile temasını engelleyecek özelliklere sahip, yapışkan bir sıvıyla kaplanmıştır. Bu sıvı, tıpkı hayvanın daha önce kullandığı "şnorkel"in sıvısında olduğu gibi, suyu iten (hidrofob) bir yapıya sahiptir. Bu özel sıvı pupanın baş tarafında bulunmasaydı, çatlayan kozanın içine su dolardı. Kanatları ve vücudu ıslanan sivrisinek, kozayla beraber batardı.
Sivrisineğin kozasından çıkarken karşı karşıya olduğu tehlikeler bununla da sınırlı kalmaz, onu yeni zorluklar beklemektedir. Suyun içinde kendisini sımsıkı çevreleyen kozanın içinden çıkmaya çalışan sivrisineğin durumunu bir düşünelim:
Dengesi bozulup kozayı ters çevirebilir. Çıkarken suya temas edip ıslanabilir. Her iki durumda da boğulur.
Pupa nefes almaya devam eder. Esebilecek en ufak bir rüzgar onun suya değip ıslanmasına ve böylece ölmesine neden olacağı için, sivrisinek pupadan çıkmak için rüzgarsız bir anı seçer. Sonra başını ve ön ayaklarını kozanın içinden yavaş yavaş çıkarır.Ön ayaklarını su yüzeyine yaslayıp, vücudunun kalan kısmını suyun içindeki kozadan dışarı çeker.Burada sivrisineğin ayaklarında mükemmel bir tasarımla yaratıldığı bir kez daha görülür.Sivrisineğin ayaklarında, suya batmayı engelleyecek bir yapı vardır.
Eğer sivrisineğin ayaklarında bu özellik bulunmasaydı, hayvan suyun üzerine çıkamadan, kozanın içinde boğularak ölürdü.
Kozadan çıktıktan sonra sivrisinek bir süre suyun üstünde dinlenir ve daha sonra da uçup gider.Artık gerçek hayata başlamıştır.
Ancak dikkatle düşünülmesi gereken başka noktalar da vardır:
- Suyun içinde yaşayan larvanın, uçmanın ne demek olduğunu bilmesine imkan yoktur. Ancak uçuş için gerekli kanatlar, o daha suyun içindeyken eksiksiz yaratılırlar.
- Eğer uçabileceği kanatların ve suyun üzerinde durmasını sağlayacak yapıdaki ayakların gelişimi, sivrisinek suyun içindeyken bitmeseydi, bu onun sonu olurdu. Sivrisinek pupadan çıkar çıkmaz boğulurdu.Oysa her şey tam zamanında hazırdır.
Sivrisineğin dünyaya gelmesindeki tüm aşamaları başından itibaren düşündüğümüzde hayvanın yumurta olarak suya bırakılmasından uçmasına kadar geçen çeşitli aşamaların hepsinin, başlı başına birer harika olduğunu görürüz. Sivrisinek gözlerini dünyaya açana kadar yüzlerce tehlikeli dönemeçten geçer. Bunların herbirindeki hassas dengeler ve ince ayarlar sayesinde bu dönemeçleri aşarak hayata gözlerini açar.
Belki bu kadar çarpıcı denge ve ayarlamalara gerek olmayabilirdi. Hayvan, daha basit, daha sade yollardan dünyaya gelebilirdi. Ancak, son derece etkileyici bir dizayn vardır ortada.İşte bu nedenle, tek bir sivrisinek dahi Allah`ın yaratışındaki muhteşemliği gösterdiği için önemli bir delildir.Ve yine bu nedenle "Allah bir sivrisineği örnek vermekten çekinmez" (Bakara, 26).Çünkü evrendeki diğer herhangi bir varlık gibi bu küçücük hayvan da O`nun ayetleriyle doludur.


YEPYENİ BİR BEDEN
Suyun içindeki dünyasını geride bırakıp yeni bir dünyaya adım atan sivrisinek artık bambaşka bir canlıdır.Bu canlının yeni bedeni önceki halleri gibi sayısız mucizelerle doludur.Eğer sivrisineğin vücudu yakından incelenirse her ayrıntıda çok özel bir yaratmanın izleri görülür.Şimdi bu mucizelere tanık olmak için sivrisineğin yapısını bölüm bölüm ele alalım.
Sivrisineğin vücudunda 3 bölge bulunur: baş, göğüs ve karın kısımları. Herbiri ayrı birer tasarım harikası olan bu bölümleri ayrı ayrı inceleyeceğiz.


Baş Kısmı
Sivrisineğin başının üst yanından iki anten çıkar.Bu antenler duyu hücrelerince zengin, çok hassas algılayıcılardır.Erkek sivrisineklerin antenleri, dişilere göre çok daha hassastır. Çünkü bu antenler sayesinde, çiftleşme zamanı geldiğinde, binlerce ses arasında dişisinin kanat çırpma frekansını algılar
Dişi sivrisineklerde, antenlerin arasında, sivrisineğin kan emmek için kullandığı emme tüpü ya da diğer adıyla hortumu bulunur. Bu hortum basit yapıda bir hortum değildir.İçinde oldukça karmaşık bir sistem barındırır.Aslında hortum, çok özel bir kesme ve vakumlama mekanizmasının kılıfıdır.Bu mekanizmanın bir adı da "labium"dur.
Sivrisinek ısırdığında bu kılıf geriye doğru esner ve kesici mekanizma devreye girer.Bu mekanizma 6 parçadan oluşur.Bunlardan 4 tanesi kesici bıçaktır ve bu bıçaklar oldukça etkilidirler.Bir insan derisini kolaylıkla kesebildikleri gibi, kurbağanın ya da bir yılanın pullu derisini de kesebilecek güçtedirler.
Diğer iki parça ise birleşerek içi boş bir boru meydana getirirler.Sivrisinek bu tüpü bıçakların açtığı yaradan içeri sokar ve bu sayede kurbanının kanını emebilir.
Bıçaklardan birinden yaranın içine akıtılan bir sıvı dokuları uyuşturur.Bu bir nevi lokal anestezidir.Böylece sivrisinek derinizi kesip, kanınızı emerken siz bir şey hissetmezsiniz. Ayrıca bu sıvı kanın pıhtılaşmasını engelleyerek, sivrisineğin kan emmeye devam etmesini sağlar. Sivrisineğin ısırdığı bölgenin daha sonra kaşıntı yapması ve şişmesi bu sıvı yüzündendir.




Göğüs Kısmı
Bu bölüm, sivrisineğin kafasının arka tarafında bulunur.Sivrisineğin 6 ayağı da göğüsten çıkar.Ayrıca yine burada 1 çift kanadı bulunur.Bu kanatlar pullarla kaplıdır ve içlerinden damarlar geçer.
Bazı böcek türleri 2 çift kanada sahiptir. Ancak sivrisineklerde ikinci bir kanat takımı yerine kalın ve küt yumrular ("stubby knob"lar) vardır. Bunlar uçuş esnasında titreşerek kontrol sağlamaya yardımcı olurlar.
Sivrisineğin vücudu kıllıdır.Ayrıca kafa, kanat ve bacaklarda pullar vardır.Bu pullar kelebek pullarını andırır.

Karın Kısmı
Sivrisinekler bir seferde ortalama 2.8 mg. kan emerler ki, bu kendi ortalama ağırlıklarından (2.5 mg.) daha fazladır. (Bu, 70 kg.`lık bir insanın bir seferde, üstelik de kısa bir sürede 70 kg`ın üzerinde yemek yemesine benzer) Acaba bu kadar hassas bir yapıya sahip bir böcek nasıl olup da kendi ağırlığınca kan emebilmektedir?
Bu sorun da çok kolay bir şekilde çözülmüştür. Sivrisineğin karın bölümündeki deri esnek ve saydam bir zardan oluşur. Kan içeri çekilirken bu zar açılarak karın kısmının genişlemesini sağlar. Bu sayede sivrisinek de dilediği kadar kan emebilir.
Yapılan deneylerde, sivrisineğin karnının içindeki gerilim sensörlerinin bir operasyonla alınması durumunda, sivrisineğin kan emmekten patladığı görülmüştür. Buraya kadar belirtilen bütün sistemlerin yanında, sivrisineğin karnında bir de kapasite kontrol sinirlerinin bulunması, yaratılıştaki üstün sanatın bir başka örneğidir.
Sanıldığının aksine, sivrisinekler kanla beslenmezler. Sivrisinek gıdasını bitki özlerini yiyerek temin eder. Erkek sivrisinekler yaşamları boyunca hiç kan emmezler.
Ancak dişi sivrisinekler, yumurtlama döneminde yumurtaların protein ihtiyacını karşılamak için kan emerler. Emilen kanı sindirmek 3-4 gün sürer. Daha sonra kan emme işlemi tekrarlanır. Bu döngü yumurtlama evresinin sonuna kadar sürer.


Avın Yerini Tesbit Eden Hassas Alıcılar
Geceyarısı zifiri karanlık bir odada da uyusanız, sivrisinek kolaylıkla sizi bulur. Bütün vücudunuz yorganla örtülü olsa, ancak sadece bir eliniz açıkta kalsa, sivrisinek anında bu eti tespit eder ve kanı oradan emer. Peki bu hayvan bu işi, _insanlar için genellikle son derece tatsız ve üzerinde düşünmek istemedikleri bir konu da olsa_ bu harika işi nasıl başarmaktadır? Karanlıkta avını eliyle koymuş gibi bulabilmesinin sırrı nedir?
Cevap yine çok üstün bir dizaynı gösterir: Sivrisinek avını bulabilmesi için üstün bir sistemle donatılmıştır. Bu sistem ısı, gaz, nem ve çeşitli kimyasal maddelere duyarlı çeşitli reseptörler içerir. Bu sayede sivrisinek, avının yerini karanlıkta çok kolay tespit eder.
Isıya hassas algılayıcılar kullanmak, günümüz askeri teknolojisinde de sık sık kullanılan ve özellikle karanlık ortamlarda oldukça etkili olan bir yöntemdir.Sivrisineğin vücudunda da çok hassas bir ısı algılayıcısı vardır."Tarsi" adı verilen bu organ, sivrisineğin ön ayaklarında bulunur.Bunlar, bir vücuttan gelen ısı dalgalarını keşfettiklerinde sivrisinek adeta ona doğru çekilir ve hiç yanılmadan hedefine ulaşır.Dahası bu ısı algılayıcısı sayesinde, derinin altında kanın yoğun olduğu bölgeleri —çünkü damarlar dokulardan daha sıcaktır— kolaylıkla bulur.
Bir başka deyişle, zifiri karanlıktaki bir yatak odasına giren bir sivrisinek, uyuyan kişinin açıktaki bedenini, hatta cilde yakın damarlarını gayet net bir biçimde algılar.
Sivrisineği çeken bir başka unsur karbondioksit gazıdır.İnsan ve hayvanların nefesinde bulunan bu gaz, sivrisinekler için oldukça çekicidir ve avını bulmasına yarayan önemli bir ipucudur.
Karbondioksitin sivrisinekler üzerindeki etkisini kanıtlamak için yapılan bir deneyde, iki insan maketi birbirlerinden 2 metre uzağa konulmuştur.Daha sonra da, bu maketlerin ağız kısmına yerleştirilmiş bir mekanizmadan dışarıya, nefes alıp verme hızıyla karbondioksit verilmiştir.Bunun hemen ardından sivrisinekler kuklaların başlarının etrafında dönmeye başlamışlardır.İşte bu yüzden sivrisinekler, başın etrafında diğer bölgelere oranla daha çok dönerler.
Kanda bulunan aminoasitlerin, aminlerin ve amonyağın ve laktik asitin karışımı da sivrisineği cezbeder; bu maddelerin 2000 defa seyreltilmiş derişimi bile, sivrisinek için, saf sudan 5 kat daha fazla çekicidir. Nem de sivrisineği çeken önemli faktörlerdendir.
Kısacası, sivrisinek, ısı, gaz, nem ve koku dedektörleriyle yüklü bir savaş uçağı gibidir.Avını karanlıkta göremese bile, hedefi yanılmadan bulabileceği üstün sistemlerle donatılmıştır. Yaklaşık 25 ila 30 metreden avının varlığını ve yerini tespit edebilir.
Peki böylesine özel bir yapı tesadüflerin ardarda eklenmesi sonucunda oluşmuş olabilir mi?
Bilindiği gibi yumurtalarının protein ihtiyacını karşılayabilmek için, dişi sivrisineğin kurbanlarından emdiği kana ihtiyacı vardır. Bu kanı temin etmesi için de kurbanını bulabilmesi zorunludur.
Evrim teorisine göre, sivrisineğin yukarda sıraladığımız algı yeteneğini zaman içinde, aşama aşama kazanmış olması gerekir.Ancak sivrisineğin binlerce yıl boyunca, kendi vücudunda tesadüfen bir ısı reseptörü oluşmasını bekleyecek zamanı yoktur.Eğer bu algılama sistemi doğuştan olmazsa sivrisinek avını bulamaz ve yumurtalar ölür.Yani zaman içinde gelişim diye bir olasılık söz konusu değildir.
Sivrisineğin sahip olduğu algılayıcıları bir kez daha tekrar edelim; Isı, nem, gaz ve kimyasal madde algılayan sistemler.Bunların yanında bir de, karşı cinsi algılamasını sağlayacak titreşim duyargaları.
10 mm. boyundaki sivrisineğin, bu kadar etkili algılama sistemleriyle donatılmış olması, ihtiyaçlarının bilinçli bir "yaratıcı" tarafından düşünüldüğü ve doğuştan karşılandığı anlamına gelir. Bu ihtiyaçları karşılayan ise, sivrisineği yoktan vareden Allah`tır.Allah yeryüzündeki her canlıya rızkını verdiği gibi, bu rızıklara ulaşmalarını sağlayan yetenek ve donanımları da vermiştir. Bir ayet, bu gerçeği şöyle haber verir:
Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı ona ait olmasın.Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. Tümü apaçık bir kitaptadır. (Hud, 6)



Avını Sokması
Isı, gaz, nem veya kimyasal salgı uyarılarından birini algılayan sivrisinek hemen avına yönelir. Sivrisinek avının üzerine o kadar yumuşak konar ki, bu çoğu zaman hissedilmez bile. Daha sonra ağız bölgesinde bulunan bir çift alet yardımıyla, delmek için en uygun olan noktayı bulur. Bu aletlere "palpi" denir.
İlk delme işlemi alt ve üst çene tarafından yapılır. Hortumun içinde bulunan 4 kesici bıçak deriyi derinlemesine keser. Sıcaklık, koku, tat ve dokunma duyu organları, deri altındaki kılcal damarların sık olduğu yerleri saptamada önemli rol oynar. Birkaç denemeden sonra sivrisinek damarı bulur.
Sivrisinek açtığı delikten içeri uzattığı tüp yardımıyla kanı emer. Bu tüp sayesinde küçük bir kan damarına girip, kanı doğrudan buradan içebilir. Ya da deriyi kestiğinde çevredeki dokularda biriken kanı emer.
Çoğu kez delici iğneler deriye dikine girer. Sivrisineğin iğnesinin en önemli özelliği belirli bir derinlikte eğilebilmesidir. Bu muhteşem özelliği sayesinde iğne deri altında kolaylıkla hareket eder, hatta derinin yüzeyine paralel uzanacak hale bile gelebilir. Böylece iğnesini damarca en zengin bölgeye ulaştırır.
Ancak burada sivrisineği bekleyen önemli bir sorun vardır. Sivrisinek bir insanı ısırdığı anda, insan vücudunda bulunan bir tür savunma sistemi devreye girer. Vücuda mikropların girmesini engellemek ve kanı durdurmak için gerekli olan enzim, yara bölgesine salgılanmaya başlar. Bu enzim kanın pıhtılaşmasını sağlar. Kanda pıhtılaşmanın başlaması ise, sivrisineğin kan emişini imkansız hale getirecektir. (Pıhtılaşma, özetle plazma proteinlerinden biri olan fibrinojenin fibrin haline dönüşmesidir.)
Fakat bunu "bilen" (!) sivrisinek, kesici bıçaklarından birisinin içinden yaraya, pıhtılaşmayı engelleyen bir salgı enjekte eder! Bu salgı "anti coagulant" (pıhtılaşma engelleyici) bir enzim içerir. Böylece kandaki enzim etkisiz hale getirilir ve pıhtılaşma durur.
Dahası bu salgı sayesinde sivrisinek kurbanına lokal anestezi yapar. Kestiği bölgeyi uyuşturur. Bu sayede kurban, derisinin kesildiğinin ve kanının emildiğinin farkına varmaz. Deride alerjik reaksiyona, dolayısıyla da kaşınmaya neden olan şey de işte bu salgıdır.
Bütün bu anlatılanlar saniyelerle ifade edilebilecek bir zaman diliminde olup biterken, insan kendisini bir sivrisineğin soktuğunun farkına bile varmaz.
Bir dişi ortalama olarak bir seferde 2,8 miligram kan emer ve bu yaklaşık 2,5 dakika kadar sürer. Emme işleminin tamamlanması ile kan, sindirim sisteminin ön kısmında bulunan emme pompaları sayesinde orta bağırsağa gönderilir. Karın kısmı sindirim sistemine kadar kanla dolar. Kanı sindirme işlemi ortalama 3-4 gün sürer, ondan sonra emme işlemi tekrarlanır.
Tüm bu işlem üzerinde biraz durup düşünmek ise, bizi çok önemli bazı sonuçlara ulaştırır.
Sivrisinek ihtiyacı olan kana ulaşabilmek için yalnızca üstün algılama sistemleri, kesme ve emme mekanizmalarıyla değil, kimyasal bir bilgiyle de donatılmıştır. Çünkü sivrisinek, yukarda belirtildiği gibi, kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir salgı kullanmaktadır. Hem de hiç tanımadığı, bilmediği bir vücudun savunma sisteminde yeralan bir enzime karşı. Dahası bu salgı, sivrisineğin bir cerrah gibi kestiği canlı dokuları uyuşturma özelliğine sahiptir.
Bu bilgiden sonra şu soruları sormak kaçınılmazdır:
Kanın pıhtılaşma gibi bir özelliği olduğunu sivrisinek nereden bilmektedir?
Kestiği dokunun canlı olduğunu, bu işlemin kurbanına acı vereceğini nasıl öğrenmiş ve bu probleme karşı uyuşturma tekniği geliştirmiştir? Ameliyat öncesinde lokal anestezi yapmak insanın tıp bilimi yardımıyla geliştirdiği bir tekniktir. Sivrisinek bu ilme nasıl sahip olmuştur?
Bu sıvıların laboratuvar şartlarında bile sentezlenmesi son derece güçken, sivrisinek bu sıvıya nasıl sahip olmuştur?
Uyuşturan ve kanın pıhtılaşmasını engelleyen sıvının, deriyi parçalayacak ve bu sıvılara en çok ihtiyacı olacak olan kesici bıçakların içinde bulunması yalnızca bir tesadüf müdür?
1 cm`lik bir canlının 0.1 cm. uzunluğunda, yaklaşık 0.01 cm. çapındaki borusunun içinde oldukça üstün bir mekanizmanın yerleştirilmiş olması nasıl açıklanabilir?
Kuşkusuz cevap ortadadır: Sivrisineğin insan vücudundaki kanın kimyasal bileşimi hakkında bilgi sahibi olması ve sonra da bu bilgiyi değerlendirerek kendi bedeninde çözümler geliştirmesi sözkonusu olamaz. Açıktır ki, sivrisinekteki salgı ve bu salgıyı insandaki kan damarına enjekte eden sistem, hem insan bedeninin yapısını hem de sivrisineğin anatomisini en ince ayrıntısına kadar bilen ve bunlara hakim olan tek bir yaratıcının yaratmasıyla varolmuştur.
Kuran, Allah`ın "alemlerin Rabbi" olduğunu bildirir. "Alem" çoğul bir kelimedir ve farklı dünyalar, farklı boyutlar ya da farklı düzen ve sistemler gibi anlamlara gelir. "Rab" kelimesi ise, eğiten, yetiştiren, düzenleyen, hüküm koyan, sahip olan gibi anlamlar taşır. Sivrisineğin insan bedeninde gerçekleştirdiği inanılması zor "operasyon" da, kendi içinde küçük bir alemdir. Bizim ayrıntılarının farkında olmadığımız, bilim yoluyla yeni yeni keşfettiğimiz bu alemdeki üstün "dizayn"ın sahibi, yani bu alemin "Rabbi" ise Allah`tır. Her canlıya farklı rızıklar verdiği gibi, sivrisineğe de insan kanını vermiştir ve dahası bunu ona çok görkemli bir "dizayn gösterisi" ile vermektedir. Bu küçücük hayvana bile kolaylıkla mağlup olan insana düşen görev ise, Allah`ın farklı alemlerde yarattığı delilleri görmeye çalışmak, O`nu hakkıyla takdir etmektir. Bir ayet, insanları bu konu üzerinde düşünmeye şöyle çağırır:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah`ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. Onlar, Allah`ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac, 73-74)

Üstün Uçuş Tekniği
Sivrisinek kanatlarını saniyede yaklaşık 500 defa çırpar. Bu yüzden kanatların sesi insan tarafından bir vızıltı olarak algılanır. İnsana imkansız gibi gelen bu rakam çok hassas ölçümler sonucunda elde edilmiştir ve gerçekten de şaşılacak bir rakamdır.
Bir örnek konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Eğer insanın kolları bir makineye bağlanarak saniyede 500 kere açılıp kapanmaya zorlansa, sonuç oldukça dramatik olur. Kolun omuza bağlandığı eklem parçalanır, bağlantılar yanar, kolu tutan bütün lifler kopar, ve kol tamamen sakat kalır. Eğer hareket bir saniyeden daha uzun bir süre yaptırılırsa, kol omuzdan çıkar ve kopar. İnsan için imkansız olan bu hareket, doğduğu günden itibaren sivrisineğin günlük yaşamının bir parçasıdır.
Elbette bu mucizevi olay, sivrisineğin yaratılıştan sahip olduğu çeşitli destekleyici sistemler sayesinde gerçekleşir.
Öncelikle, kanatları çırpan kasların ve bağlantılarının son derece güçlü ve dayanıklı olmaları gerekir.
Bir ikinci koşul ise bu kaslara enerji sağlanmasıdır. Bilindiği gibi hücreler, enerjiyi oksijen kullanarak sentezlerler. Oksijen kullanım kapasitesinin yükselmesiyle orantılı olarak dayanıklılık artar.
İnsan vücudunda oksijen akciğerden kana karışır ve kan yoluyla hücrelere ulaştırılır. Koşan bir insanın yorulmasının nedeni, zamanla hücrelere gerekli oksijenin ulaştırılamamasıdır. Yorulmanın bir başka sebebi, kas hücrelerinde laktik asidin ortaya çıkmasıdır. Bu asit hücrelerden atılmazsa yorgunluk hissine neden olur.
Bu durum sivrisinekler için oldukça farklıdır. Büyüklüğü kendi vücudunun büyüklüğüne yakın olan kanatlarını saniyede 500 defa çırpabilmek için, sivrisineğin çok fazla oksijene ihtiyacı vardır.
İşte bu yüzden sivrisineğin solunum sistemi tam da bu ihtiyacı karşılayacak şekilde yaratılmıştır. Solunum sistemi hemen hemen her hücreye ulaşan özel bir solunum borusundan oluşur.Bu boru doğrudan dışardaki havaya bağlı olduğundan, hücreler oksijen alışverişini aracı bir madde olmaksızın yaparlar.Artık maddeler de bu borular sayesinde hücrelerden atmosfere verilirler.İşte bu yüzden, sivrisinek bir dakika içinde binlerce defa kanat çırpar ve hiç yorulmaz.
Sivrisineğin kanatlarını bu kadar hızlı çırpabilmesi, ona uçuş için birçok avantaj kazandırır. Dikey durumda aşağı yukarı uçabilir, kolaylıkla ileri geri hareket eder. Sivrisinek, helikopter ve uçaktan çok daha üstün uçuş özelliklerine sahip kusursuz bir makine gibidir.
Bir uçağın veya helikopterin uçabilmesi için, özel olarak rafine edilmiş yakıtlar kullanılır.Oldukça pahalı olan bu yakıtlar, her uçuş öncesinde tekrar doldurulur.Oysa sivrisinek bütün enerjisini yediği bitki özlerinden alır.Uçaklar ve helikopterler her uçuş öncesinde bakımdan geçirilir, motor parçaları sürekli yenilenir.Sivrisinek ise bütün ömrü boyunca, sırtındaki kasların gücü sayesinde uçar ve hiçbir problemle karşılaşmaz.
Günümüz hava taşıtları ancak son yüzyılda geliştirilebilmiştir.Yıllar süren araştırmaların ve uzun çalışmaların sonucunda bugünkü özelliklerini kazanmışlardır.Kullanılan bilgi birikimi ise, yüzyılların bilgi birikimidir.Gelişmenin her aşamasında insan aklının düşünce ve tasarım gücü kullanılmıştır. Ancak teknoloji ne kadar ilerlemiş olursa olsun, insanoğlu doğadaki uçuş teknolojisinin çok gerisindedir. Mevcut hiçbir teknoloji, sivrisineğin boyutlarında ve onun uçuş özelliklerinde bir makine yapamaz.
Unutulmaması gereken, burada makinelerle karşılaştırdığımız varlığın 10 milimetre büyüklüğünde bir canlı olduğu ve bu canlının da milyonlarca küçük canlının (hücreler) biraraya gelmesiyle oluştuğudur. Dolaşım, boşaltım ve sinir sistemleri, her an atan bir kalbi, görebilen bir gözü, algılama sistemleri, protein sentezi yapan milyonlarca hücresiyle sivrisinek, uçak ya da helikopterden çok daha karmaşık bir birleşimdir.
İnsanlar bir uçağın ya da helikopterin nasıl meydana geldiği sorusuna, usta mühendisler ve gelişmiş fabrikalar tarafından yapıldığını söyleyerek cevap verirler. Bu araçların, metallerin tesadüfi birleşmeleri sonucunda oluştuklarını iddia etmenin bir deli saçması olduğunu da gayet iyi bilirler.Ancak aynı insanların bir kısmı, bu iki araçtan da üstün olduğu tartışma götürmeyen sivrisineğin, "evrim sürecinde meydana gelen tesadüfler" tarafından, yani hiç bir planlayıcı olmadan varolduğunu iddia edebilmektedirler. Çünkü bir planlayıcı olduğunu, yani Allah`ın varlığını kabul etmek, onlara "ideolojik" nedenler ya da kendi çıkarlarından kaynaklanan bir takım şartlanmalar nedeniyle zor gelmektedir.
Böyle yapmakla sadece kendilerini aldatmış olurlar.Sivrisinek yoktan varolan, bir bataklıklığın içinde veya bir su birikintisinde, birçok mucizevi aşamadan sonra dünyaya gelen bir böcektir.Teknoloji hangi aşamaya gelirse gelsin, bir canlıyı yoktan varedemez.Tek bir sinek bile yaratamaz.Çünkü yaratmak yalnızca alemlerin Rabbine mahsus bir özelliktir.Ve yaratılan her varlık da O`nun varlığının bir delilidir. Kuran`da verilen "sizin, Allah`ın dışında tapmakta olduklarınız—hepsi bunun için bir araya gelseler dahi— gerçekten bir sinek bile yaratamazlar" (Hac, 73) hükmü, inkarcılar için sonsuza kadar geçerlidir ve onların ne denli büyük bir çelişki ve aldanış içinde olduklarını sonsuza kadar ilan edecektir.


SONUÇ
Dünya literatüründe, sivrisinek hakkında yazılmış birçok kitap, yapılmış sayısız araştırma vardır.Ancak bu kitabın amacı, bu çalışmalardan çok daha farklıdır.Amaç sivrisineğin çiftleşmesi, yumurtlaması, beslenmesi hakkında genel bilgi aktarmak değildir.
Amaç, bu konu vesilesiyle insanın hayatındaki en önemli gerçeği hatırlamasını sağlamaktır.
Amaç, insana, kendisinin gerçek sahibini, yani Alemlerin Rabbi`ni ve O’na karşı olan sorumluluklarını hatırlatmaktır.
Bu kitap ve içinde anlatılan sivrisinekle ilgili mucizevi olaylar, sizin için belki de sandığınızdan çok daha önemlidir.Çünkü bunları kendi varlığının delilleri olarak yaratan Allah, insana bazı sorumluluklar yüklemiştir.Bu sorumlulukları yerine getirmek de —bunun farkında olsa da olmasa da— yeryüzünde insan için en önemli konudur.
Kitapta açıkladığımız bazı mucizeler, kısaca hatırlanırsa, sıradan bir canlı gibi gözüken sivrisineğin, insanlara gösterilmiş ne kadar büyük bir yaratılış delili olduğu bir kez daha anlaşılır:
-Yumurtlama zamanı gelen anne sivrisineğin, karnındaki ısı ve nem reseptörü sayesinde en uygun bölgeyi tespit etmesi..
-Yumurtalarını suya bırakan sivrisineklerin, ilerde yavrularının karşılaşacağı problemleri düşünerek çeşitli tedbirler almaları..
-Yumurtaların olumsuz şartlarda _zamanları geldiği halde_ çatlamadan uygun koşulların oluşmasını beklemeleri..
-Yumurtaların kendi kendilerini kamufle etme yetenekleri..
-Anne sivrisineğin yumurtalardan bir sal yaparak, yumurtaların kaybolmasını ve suya batmasını engellemesi..
-Yumurtaların birleştirildiklerinde bir sal oluşturacak en uygun yapıya sahip olmaları, altlarında bir hava boşluğu bulunması..
-Sıtma sivrisineklerinin yumurtalarının üzerinde bulunan, yumurtaların suya batmalarını engelleyen cansimdine benzer yapılar..
-Marangoz sivrisineğin, bitki köklerini keserek yumurtalarına en uygun ortamı hazırlaması..
-Dünyaya yeni gelen bazı larva cinslerinin, bitkilerin köklerinde oksijen bulunduğunu bilip, kökleri keserek bu oksijene ulaşmaları..
-Larvaların beslenebilmesi için suyu akıntı yaratarak süzmesini sağlayan, ağız etrafındaki özel dizayn edilmiş fırçalar..
-Larvanın kendisine uygun bir ev yapması ve ihtiyacı olan bütün malzemenin doğuştan ona verilmiş olması..
-Akıntılı sularda yaşayan larvaların kuyruklarında bulunan ve bir yerlere tutunarak akıntıya kapılmamalarını sağlayan kancalar.
-Başaşağı suyun içinde duran larvanın, suyun üzerine uzanan ve nefes alabilmesini sağlayan—dalgıçların kullandıkları şnorkellere benzeyen— hava borusu..
-Borunun içinde bulunan ve borudan içeri su kaçmasını engelleyen, özel izolasyon maddesi..
-Güneş altında günlerce kalan ve şeffaf bir deriye sahip olan larvaların, güneşten kavrulmalarını engelleyen özel ürik asit kalkanı..
-Pupa dönemine geçişte, larvanın derisini kırmasına yarayan ve bu aşamadan sonra kaybolan özel organ..
-Pupanın son değişim aşamasında, su yüzeyinde bulunan baş tarafından çatlaması _başka bir noktadan çatlarsa kozanın içi ıslanır_.
-Kozanın baş tarafının yine özel bir maddeyle yalıtılmış olması..
-Sivrisineğin suyun içindeki pupadan, vücudunu ve kanatlarını suya hiç temas ettirmeden çıkması..
-Suyun içinde yaşayan bir canlıyken, buradan kusursuz bir uçuş makinesi olarak çıkması..
-Erkek sivrisineğin, dişisini, kanat çırpma frekansından tanıması..
-Sivrisineğin avını ısırmak için kullandığı, altı parçadan oluşan kesme, delme ve emme mekanizması..
-Açtığı yarayı uyuşturması, böylece kurbanına farkettirmeden kan emebilmesi..
-Açtığı yaraya, kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir sıvı dökerek, kan emme işlemini devam ettirebilmesi..
-Avının yerini saptamada, ısı, nem, karbondioksit ve kimyasal maddelere duyarlı sistemler kullanması..
Bir santimetrelik sivrisinek, ne mutasyon, ne tesadüfler ne de doğal seçilim mekanizmalarıyla varlığı açıklanamayan birçok mucizevi özelliği içinde barındırır. İşte bu yüzden;
Eğer Allah’ın emrettiği hayatı yaşamaya çalışıyorsanız, bu kitap O`na yakınlaşmanız için bir vesile olabilir.Eğer Allah’ın Kuran`da emrettiği hayatı yaşamıyorsanız, Allah`ın varlığının farkına varıp, bu yönde çaba harcamanıza vesile olabilir. Ama eğer hiçbir şekilde Kuran`ı yaşamayı düşünmüyor veya sudan mazeretlerle bunu yapmayı erteliyorsanız, Allah`ın sivrisinekten bahsettiği ayetin son cümlesindeki hüküm çok açıktır ve sizin için yazılmıştır:
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez.Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara, 26)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yaptığınız için teşekkürler