- Kureyş ileri gelenleri Ebu Talib'e geldiler ve -‘Zorluklara Göğüs Germek' konusunda anlatılacağı gibi- Hz. Peygamber'den yakındılar. Ebu Talib Rasûl-ü Ekrem'e hitaben
“Yeğenim! Allah'a yemin ederim ki benim bildiğime göre sen bana itaat edersin. Kavmin yanıma geldi ve iddialarına göre sen kâbelerinde ve meclislerinde onlara varıp hoşlarına gitmeyen sözler söylüyormuşsun. Eğer onlara bu sözleri söylememeyi münasib görürsen (ne âlâ)” dedi. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem (a.s.m)mübarek gözlerini göklere doğru kaldırıp buyurdu:
“Allah'a yemin ederim, vazifemi terketmek hususunda herhangi birinizin şu güneşten bir ateş parıltısını getirmesinden daha güçlü değilim (vazifemi terketmem birinizin şu güneşten bir parça ateş getirmesinden daha zordur)”[1]
- Ebu Talib, Rasûl-ü Ekrem'e
“Ey yeğenim! Kavmin bana geldiler. Şöyle şöyle söylediler. Hem kendine hem de bana acı. Gücümün ve senin gücünün yetmediği bir yükü bana yükleme. Senin sözünden kavminin hoşuna gitmeyeni terket!” dedi. Ebu Talib'in bu konuşmaları üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Talib'in kendi hakkındaki himaye fikrinindeğişmiş, bundan böyle kendisine yardımcı olmayacağını, onu kavmine teslim edeceğini ve onunla beraber olmaya gücü kalmamış zannetti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) “Ey amcam! Eğer güneş sağ elime, ay da sol elime verilse davamı, Allah bu davayı galib getirinceye veya bu dava uğrunda helâk oluncaya kadar davamı terketmem” dedi ve gözyaşları dökerek ağladı.[2]
- Kureyşliler birgün biraraya gelerek şöyle dediler:
“Sihri, kâhinliği ve şiiri en fazla, en güzel bileninizi seçin. Toplumumuzu parçalayan, işlerimizi darmadağın eden, dinimize dil uzatan şu kişiye (Hz. Muhammed'i kastediyorlar) varsın, onunla konuşsun ve onun cevabını dikkatle izlesin”. Onlar (Kureyşliler) Utbe b. Rebia'dan başka bu işi becerecek kimseyi bilmediklerini söyleyince, Utbe'ye hitaben
“Ey Ebu'l-Velid! Şu Muhammed'e bir git” dediler. Utbe de Rasûl-ü Ekrem'e varıp şöyle dedi:
“Ey Muhammed! Sen mi daha hayırlısın yoksa (baban) Abdullah mı?” Rasûl-ü Ekrem (a.s.m)sustu. Utbe
“Ey Muhammed! Sen mi daha hayırlısın yoksâ Abdulmuttalib mi?” dedi. Rasûl-ü Ekrem (a.s.m)yine sustu. Utbe
“Eğer sen Abdullah ve Abdulmuttalib'in senden daha hayırlı olduklarını söylüyorsan onlar senin bugün ayıpladığın, dil uzattığın tanrılara taptılar. Eğer sen onlardan hayırlı olduğunu iddia ediyorsan, konuş senin sözünü dinleyelim. Allah'a yemin ederim ki kavmi hakkında senden daha bereketsiz bir yavru doğduğunu sanmıyoruz. Sen bizim toplumumuzu parçaladın, işlerimizi darmadağın ettin, dinimize dil uzattın. Araplar arasında bizi rezil ettin. Hatta Araplar arasında şöyle sözler yayıldı. “Kureyş'in içinde bir sihirbaz var. Kureyş'in içinde bir kâhin var”. Allah'a yemin ederim ki biz, ancak bir gebe kadının sayhasını bekliyoruz. O zaman bir kısmımız diğerine kılıçlarla hücum edecek ve yok olacağız. Ey kişi! (Hz. Peygamber'e hitab ediyor)! Senin mala ihtiyacın varsa sana aramızda mal toplayalım da sen Kureyş'in en zengin kişisi olasın. Eğer kadınlara ihtiyacın varsa Kureyş'in hangi hanımını istersen iste onlardan on tanesini seninle evlendirelim” dedi. Rasûl-ü Ekrem (a.s.m)
“Sözün bitti mi?” diye sordu. Utbe
‘Evet' deyince Rasül-ü Ekrem
“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla! Ha, Mim. Bu kitab merhamet eden ve merhametli olan Allah'ın katından indirilmiştir” diye başlayan Fussilet suresinin birinci ayetinden onüçüncü ayete kadar olan bölümü okudu.
“De ki: İşte sizi Âd ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir azab ile uyardım” cümlesine vardığında, Utbe
“Yeter, fazla okuma! Bundan başka yanında birşey yok mu? Başka birşey söylemiyor musun?” deyince Hz. Peygamber (s.a.v)
“Hayır” dedi. Bunun üzerine Utbe, Kureyş'e geri döndü. Kureyş
“Bize ne haber getirdin?” diye sordular. Utbe
“Söylemedik hiçbir şey bırakmadım. Sizin konuşmak istediğiniz herşeyi konuştum” dedi. Kureyş sordu:
“Muhammed sana cevab verdi mi?” Utbe
“Evet, verdi” dedikten sonra şöyle devam etti:
“Hayır! Şu Kâbe'yi mabed olarak diken Allah'a yemin ederim ki ben Muhammed'in sözlerinden birşey anlamadım. Ancak o sizi Âd ve Semud'un başına inen yıldırım gibi bir yıldırımla uyarmaktadır” dedi. Kureyşliler
“Azab olasıca! Kişi seninle arapça konuştu. Sen ise ne konuştuğunu bilmiyorsun. Bu olur mu?” deyince Utbe
“Hayır, Allah'a yemin ederim ki onun söylediğinden yıldırımın zikrinden başka hiçbir şey anlamadım” dedi.[3]
- Bir başka rivayette Utbe'nin sözü “Eğer senin kafandaki düşünce reislikse, baş olmaksa senin için bayraklarımızı bağlar, sen hayatta kaldıkça bize reis olursun” şeklinde de gelmektedir.[4]
- Rasûl-ü Ekrem (a.s.m)“Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: Âd ve Semud'a isabet eden yıldırım gibi bir yıldırımdan sizi uyarırım” cümlesini okuduğu zaman, Utbe Rasûl-ü Ekrem'in ağzını eliyle kapattı ve sıla-i rahimle ona yemin verdirdi ki böyle birşey söylemesin. Bunun üzerine Kureyş'in yanına gitmeyip evine çekildi. Bu manzara karşısında Ebu Cehil, Kureyş'e hitaben şunları söyledi:
“Ey Kureyş cemaati! Allah'a yemin ederim, bizim görüşümüze göre, Utbe Muhammed'e meyletti (müslüman oldu). Muhammed'in yemeği onun hoşuna gitti. Bu da Utbe'ye isabet eden bir fakirlikten ileri geliyor. Gelin, Utbe'ye gidelim” dedi ve Utbe'nin yanına vardılar. Ebu Cehil, Utbe'ye hitaben
“Ey Utbe! Allah'a yemin olsun ki biz sana Muhammed'e meylettiğinden, onun durumu hoşuna gittiğinden dolayı geldik. Eğer senin bir malî sıkıntın varsa mallarımızdan seni Muhammed'in yemeğinden zengin kılacak miktarı derleyebiliriz” dedi. Bu sözler karşısında Utbe öfkelenerek ebediyyen lvıuhammed'le konuşmayacağına dair Allah'a yemin etti ve dedi ki:
“Siz Kureyşliler biliyorsunuz ki mal yönünden bütün Kureyşlilerden zenginim. Ben böyle birşey için değil de şunun için onun yanından dönerken size gelmedim” dedi ve Rasûl-ü Ekrem'le aralarında cereyan eden hadiseyi naklettikten sonra sözlerine şunu ekledi: Muhammed bana öyle bir cevab verdi ki, vallahi o ne sihirdir, ne şiirdir, ne de kâhinliktir” dedi ve Fussilet suresini 12. âyete kadar okudu.
“Ben onun ağzını elimle kapattım. Sıla-i rahimle yemin verdirdim ki bizim başımıza böyle bir şey getirmesin. Biliyorsunuz ki Muhammed bir şey söylediği zaman yalan söylemez. Korktum ki azab size de isabet eder”.[5]
- Kureyşliler Rasûlullah'ın önünde bir araya geldiler. Rasûl-ü Ekrem, Mescid-i Haram'da oturuyordu. Utbe b. Rabia Kureyş'e
“Bırakın, onun yanına ben gideyim, onunla konuşayım. Umulur ki ben sizden daha fazla ona şefkat göstermiş olayım” dedi. Bunun üzerine Utbe kalkarak Rasûl-ü Ekrem'in yanına gitti, oturdu ve dedi ki:
“Ey yeğenim! (Rasûlullah'ın pederiyle akraba olduğundan dolayı böyle hitab etmiştir). Sen aile olarak bizim en şerefli ailelerimizdensin. Mevki bakımından bizden üstünsün. Sen kavminin içerisine öyle bir şey soktun ki senden önce hiç kimse kavminin içine senin soktuğun şeyin bir benzerini sokmamıştır. Eğer sen bu konuşma ile mal ve servet istiyorsan hepimizden mal bakımından daha zengin oluncaya kadar bunu kavmin senin için toplayacaktır. Eğer şeref istiyorsan seni müşerref kılarız. Kavminden hiç kimse senden şerefli olmaz. Sensiz hiçbir iş yapmayız. Eğer bu sana isabet eden cin felaketi ise ve cinden kurtulmaya gücün yetmiyorsa, hazinelerimizin hepsini verip, seni tedavi ettirmek için çaba sarfederiz. Eğer krallık istiyorsan seni kendimize kral seçeriz” dedi. Bu sözler karşısında Cenabı Peygamber, Utbe'ye hitaben
“Ey Ebu Velid! Sözün bitti mi?” diye sorunca, Utbe
“Evet” dedi. Rasûl-ü Ekrem (a.s.m)rivayete göre Secde suresini secdeyi emreden ayete kadar okudu ve secde etti. Utbe de ellerini arkasına bağlamıştı. Rasûl-ü Ekrem (a.s.m)okumayı bitirdikten sonra Utbe ayağa kalktı. Kavminin cemaatine ne götüreceğini bilmez şekildeydi. Onun geldiğini gördüklerinde aralarında
“Utbe sizin yanınızdan kalkıp gittiği gibi size geliyor” dediler. Utbe gelip yanlarına oturarak şöyle dedi:
“Ey Kureyş cemaati! Bana emrettiklerinizi Muhammed'le konuştum. Konuşmamı bitirdikten sonra öyle bir söz söyledi, öyle bir konuşma yaptı ki, Allah'a yemin ederim, onun bir benzerini hiçbir zaman işitmemiştim ve ona ne diyeceğimi bilemedim. Ey Kureyş cemaati! Bana bugün itaat edin, bundan sonra -isterseniz- hep isyan edin. Gelin, o kişiyi (Rasûl-ü Ekrem'i kastediyor) terkedin, ondan uzak durun. Allah'a yeminim olsun ki o, üzerinde bulunduğu vazifeyi terketmez. Onunla diğer Araplar arasından çekilin. Eğer o galib gelirse onun şerefi sizin de şerefinizdir. Onun izzeti sizin de izzetinizdir. Eğer mağlub olursa siz onun şerrinden başkasının vasıtasıyla kurtulmuş olursunuz!” Kureyş, Utbe'ye hitaben,
“Ey Ebu Velid! Sen müslüman mı oldun? (veya sen galiba müslüman oldun)” dediler.[6]
[1] Tabarani; Buhari, Tarih (Akil b. Ebi Talib'ten)
[2] Beyhaki, (Hadisin tamamı ileride gelecektir)
[3] Abd b. Humeyd, Müsned (İbn Ebi Şeybe'den, o da Cabir b. Abdullah'tan)
[4] Beyhaki, (Hakim'den)
[5] Bidaye, 3/62, Ebu Ya'la, (Cabir'den); Ebu Nuaym, Delail, s. 75; Heysemi. 6/20, (Rivayetin ravileri güvenilirdir. Sadece Acleh el-Kindi hakkında İbn Main ‘güvenilir' derken, Nesai ‘zayıf' olduğunu söylemiştir.
[6] Ebu Nuaym, Delail, (İbn Ömer'den), sh. 76; Bidaye, 3/63, (İbn İshak'tan); Beyhaki, (İbn Ömer'den); İbn Kesir, Bidaye, 3/64, (İbn Kesir bu rivayetin ‘garib' olduğunu söylemiştir)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu's-Sahabe, sf : 1/41-45.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yaptığınız için teşekkürler