Etiketler
- ALLAH YOLUNDA FEDEKARLIK (31)
- ALLAH'A ve RASÛLÜ'NE DAVET (168)
- BİAT (34)
- Erkek sahabeler (227)
- HADİSİ ŞERİFLER (150)
- HATİM DUASI (2)
- İLMİHAL (9)
- Kadın sahabeler (82)
- Kuran Mucizeler (28)
- NAMAZ HOCASI (7)
- ORUÇ (8)
- TESBİHAT (5)
- YASİNİ ŞERİF (1)
- Yazılı resimler (1)
16 Temmuz 2017 Pazar
Şeddad bin Evs (r.a.)
Medine “Peygamber şehri” olunca mübarekliğe büründüğü gibi, artık “Medine-i Münevvere” olarak yâd edilir oldu. Çünkü Allah’ın rahmeti oraya yağmur gibi yağıyordu. Kısa zaman içinde bu şehirde oturup da iman etmeyen aile hemen hemen kalmamıştı. İşte, ailece Peygamberimizin nurlu halkasına giren bahtiyarlardan birisi de Hz. Evs’in (r.a.) ailesiydi. Peygamberimiz, Hicret’ten sonra Hz. Evs ile Hz. Osman arasında kardeşlik bağı kurmuştu. Ayrıca Hz. Evs, Peygamber şairi Hz. Hassan’ın da (r.a.) kardeşiydi. Hz. Evs ailece Müslüman olunca, küçük oğulları Şeddad da (r.a.) kendisini böyle imanlı bir çevrede buldu. Yaşının küçüklüğünden dolayı Peygamberimizle birlikte cihada katılmadı. Çünkü Bedir cihadı sırasında henüz 15-16 yaşlarındaydı. Fakat Peygamberimizin saadetli meclisinden ilim ve hikmet dersi almaktan da ayrı kalmadı.
Bir gün onu, Peygamberimiz sıkıntılı bir vaziyette bulmuştu. “Ne oluyor, yâ Şeddad?” diye hatırını sordu:
“Dünya bana dar geliyor, yâ Resûlallah!” dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz ona şu müjdeyi vererek teselli etti:
“Üzülme, Şam fetholunacak, Kudüs fetholunacak, sen ve senden sonraki çocuklarından bir cemaat inşallah orada bulunacak.”[1]
“Ebû Ya’lâ” künyesiyle meşhur olan Hz. Şeddad’ın en zevkli ve tatlı anları Peygamberimizle olan saatleriydi. Fırsat buldukça Peygamberimizin sohbetine katılır, ondan duyduğu hadisleri öğrenir, ezberine alırdı. Her yeni öğrendiğini kendi nefsinde tatbik etmeye çalışırdı.
Peygamberimizle olan bir sohbetini şöyle anlatır:
“Bir gün Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) huzurunda bulunuyorduk. Bize baktı ve ‘İçinizde yabancı, yani Ehl-i Kitap’tan birisi var mı?’ diye sordu. Biz de, ‘Hayır, yâ Resûlallah.’ dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz kapıyı kapatmamızı söyledi. Sonra bize, ‘Ellerinizi kaldırın ve Lâ ilâhe illallah, deyin.’ buyurdu. Biz bir saat müddetle bu tarzda Kelime-i Tevhid’i söyledik. Sonra Peygamberimiz ellerini indirdi ve şöyle buyurdu: ‘Allah’ım, Sana hamd olsun, beni bu kelimeyle gönderdin, onu bana emrettin, onunla bana cenneti vaat buyurdun... Muhakkak Sen vaadinden dönmezsin.’ Sonra Resûl-i Ekrem, ‘Size müjdeler olsun! Cenâb-ı Hak hepinizi mağfiret buyurdu.’ dedi.”[2]
Bu hadiseyle Pegamberimiz, Kelime-i Tevhid’e devam eden ve Allah’a hakkıyla iman edip inancını yaşayan müminlere de Allah’ın rahmet ve mağfiretini müjdeliyordu.
Hz. Şeddad, Peygamberimizin irtihâlinden sonra, hayatını Kudüs, Şam ve Humus’ta geçirdi. Hadis ve fıkıh sahasında pek çok talebe yetiştirdi, Müslümanları irşat etti. Hz. Ebû’d-Derdâ (r.a.) onun için “Her ümmetin bir fakihi vardır, bu ümmetin fakihi de Şeddad bin Evs’tir.” buyurdu.[3]
Hz. Şeddad, hadis sahasında derin vukuf sahibi bir zattı. Hadisleri anlamak hususunda üstün bir dirayeti vardı. Sahih hadis kitaplarında Hz. Şeddad’ın rivayet ettiği 50 kadar hadis vardır.
Hz. Şeddad, ilmiyle birlikte hilmi ve güzel huyu ile de meşhur bir şahsiyetti. Konuşmaları devamlı tatlı, açık ve nükteli idi. Kimseye kızmaz ve öfkelenmezdi. Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) onun meziyetlerini anlatırken, “Şeddad bin Evs anlaşılır ve açık konuşur, öfkeleneceği bir şeyle karşılaştığı zaman da hemen hislerine hâkim olurdu.”[4]demektedir.
Hz. Şeddad’ı tanıyanlar, onun ağzından hiçbir şekilde çirkin ve nahoş bir söz işitmemişlerdi. Ama bir seferinde nasılsa ondan beklemedikleri bir söz duymuşlardı. Yanındakiler, kendisinden böyle bir hareketi beklemediklerini söylediklerinde hemen uyanan Hz. Şeddad şöyle dedi:
“Ben İslam’a girdikten sonra her söylediğim söze dikkat ederek konuşurdum. Yalnız bu söz nasılsa ağzımdan çıktı?! Fakat siz onu aklınızda tutmayın, unutun da, Resûl-i Ekrem’den işittiğim şu sözleri ezberleyin!
“Bir gün Resûlullah (a.s.m.) bana, ‘Yâ Şeddad, insanların altın ve gümüş biriktirdiğini görürsen sen de şu kelimeleri biriktir: Allah’ım, Senden, işlerimde sebat ve sabır ihsan etmeni dilerim. Verdiğin nimetlere şükretmemi ve sana güzel ibadet etmeyi isterim. Allah’ım, bana selim bir kalp, doğru bir dil ihsan et.’ buyurdu.”[5]
Şeddad bin Evs’in takdir edilen en mühim bir ciheti, zühd ve takvada ileri seviyede oluşu ve Allah’tan çok korkması idi. Esed bin Veda’nın (r.a.) anlattığına göre, Hz. Şeddad uyumak için yatağa girdiği zaman tava üzerindeki tane gibi olurdu. Yatakta ayağını uzatmaktan hayâ ederdi. Uzun uzun tefekküre dalar, daha sonra, “Allah’ım, cehennem ateşi benimle uykum arasına gerildi.” der, kalkar, ibadete başlar, çoğu kere sabaha kadar namaz kılardı.[6]
Dünyanın çirkin yüzünü ve insanın heveslerine hitap eden yönlerini tahkir ederek şu hadisi okurdu:
“Akıllı kimse odur ki, nefsini alçak görür, hesaba çeker ve ölümden sonraki hayatı için güzel ameller yapar. Âciz kimse de odur ki, nefsine ve onun kötü arzularına uyar, sonra da Allah’tan mağfiret temenni eder.”[7]
Bereketli ömrünü İslam’ın ulvi hizmeti uğrunda harcayan Hz. Şeddad, Hicret’in 58. senesinde 75 yaşlarındayken Humus’ta vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
____________________________
[1]İsâbe, 2: 140.
[2]Müsned, 4: 124.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 2: 388.
[4]İsâbe, 2: 139.
[5]Müsned, 1: 264.
[6]Hilye, 1: 264.
[7]İbni Mâce, Zühd: 131.
9 Temmuz 2017 Pazar
Şeybe bin Osman (r.a.)
Şeybe intikam hırsıyla yanıp tutuşuyordu. En sevdiği varlığı, babası Osman bin Ebî Talha, Uhud cihadı’nda Müslümanlar tarafından öldürülmüştü. Hem de öldüren, Resûlullah’ın en yakın akrabalarındandı…
Şeybe, babasının intikamını almak için çırpınıyordu. Planlar kuruyor, desiseler hileler arıyordu. O doymak bilmez hırsı ancak Resûlullah’ın öldürülmesiyle tatmin olabilirdi. Bunu kafasına koymuştu. Uhud cihadı’nda bir şey yapamamanın sıkıntısını taşıyordu. Bu planı uygulamak için arkadaş arıyordu.
Huneyn cihadı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Müslümanlar zor anlar yaşıyordu. Yana yakıla birisini arayan Şeybe sonunda Safvan’ı buldu. Safvan’ın babası Ümeyye de Bedir cihadı’nda öldürülmüştü. İkisi de babalarının intikamını almak üzere kafa kafaya verdiler. Planlarına göre, Huneyn cihadı’nda Müslümanlar yenilirse Kâinatın Efendisi’ne saldıracaklardı.
cihadiyice kızışmıştı. Şeybe tekrar tekrar “Muhammed’den bugün intikam alacağım!” deyip duruyordu. Bu arada devamlı Resûlullah’ı gözlüyor, fırsat kolluyordu. Resûlullah’ın katırından indiğini görünce kılıcını sıyırdı, üzerine gitti. Tam o sırada Hz. Abbas’ı görünce vazgeçti. Sonra sol yanından üzerine varmak istedi, Resûlullah’ın amcasının oğlu Ebû Süfyân bin Hâris’i gördü. Fırsat kolluyordu. Resûlullah’ı yalnız bulunca, arkadan gizlice yanına yaklaştı. Kılıcını kaldırıp vurmaktan başka bir iş kalmamıştı. Tam o sırada arkalarında yıldırımı andıran şiddetli bir ateş yaylımı ortaya çıktı. Ateşin kendilerini yakıp kavuracağından korktu, hiçbir şey yapamadı.
Şeybe başından geçen bu hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Resûlullah’ı öldürmek üzere pusu kurdum. Kılıcımı kaldırdım, tam indireceğim sırada üzerime bir şey geldi. Kalbimi kapladı ve ben kılıcımı kullanamadım. Ve anladım ki onu öldürmek mümkün değildir…”[1]
Resûl-i Ekrem ona başını çevirdi ve gülümseyerek, “Ey Şeybe! Bana doğru yaklaş.” dedi.
Biraz önce Kâinatın Efendisi’ni öldürmek için kendisinde cesaret bulan Şeybe, şimdi tir tir titriyordu. Kalbi korkuyla çarpıyor, adım atacak mecali kendisinde göremiyordu. Sonra bir hamleyle biraz toparlandı ve Resûlullah’a yaklaştı. Peygamberimiz maddi manevi şifalar dağıtan mübarek ellerini Şeybe’nin göğsüne koydu ve, “Allah’ım! Bundan şeytanın desisesini gider.” diye dua etti.
Bu duayla birlikte Şeybe’nin kalbindeki şirk ve intikam duyguları gitti, yerine hidayet nuru doldu. Artık müşrik Şeybe gitmiş, yerine mümin Şeybe gelmişti.
Hz. Şeybe (r.a.) ebedî saadeti için dönüm noktası olan o mesut ânı şöyle ifade eder:
“Vallahi Resûlullah (a.s.m.) elini göğsüme koyduğu sırada dünyada benim için ondan daha sevgili bir insan yoktu.”
Kâinatın Efendisi’nin bazen bir bakışı, bir tebessümü, mübarek elleriyle bir teması, işte böyle âni bir inkılap yapıyor, toprak altın, kömür elmas oluyordu. Bu kutsi hakikat “Sözler”de şöyle dile getirilir:
“Bazı olur bir nazar, fahmi [kömürlü], elmas ediyor. Bazı olur bir temas, taşı iksir ediyor. Bir nazar-ı Peygamber birdenbire kalbeder, bir bedevi cahil, bir ârif-i münevver. Eğer mizan istersen: İslam’dan evvel Ömer, İslam’dan sonra Ömer. Birbiriyle kıyası: Bir çekirdek, bir şecer [ağaç]. Def’aten verdi semer [meyve]. O nazar-ı Ahmedî, o himmet-i Peygamber. Ceziretü’l-Arab’da [Arap Yarımadası’nda] fahm olmuş [kömürleşmiş] fıtratları kalbetti elmaslara, birdenbire seraser [baştan başa]... Barut gibi ahlakı parlattırdı, oldular birer nuru münevver.”[2]
Şeybe artık hidayete erdiğine göre, müşriklere karşı cihadmalıydı. Resûlullah, “Ey Şeybe! Haydi, artık kâfirlerle cihad!” dedi. Hz. Şeybe yalın kılıç, çok kısa bir zaman önce, onların hesabına harp ettiği Hevazin kabilesinin içine daldı. Öyle bir şevk ve heyecanla çarpışıyordu ki, önünde kimse duramıyordu. Artık Resûlullah’ı korumak için cihadıyordu.
Hz. Şeybe bu ânı şöyle dile getirir:
“Resûlullah’ın önünde kılıç vurup cihadıyordum. Vallahi canımla ve bütün varlığımla onu korumak istiyordum. O anda sağ olsaydı da babamla karşılaşsaydım, hiç çekinmeden onu da kılıçla vurup öldürürdüm!”
O nasıl bir imandı ki, biraz önce intikam almak için öldürmeye teşebbüs ettiği Resûlullah için, imana geldikten sonra, karşısına çıkan müşrik babasını öldürebilecek bir yüksek duygu aşılıyordu…
Hz. Peygamber’in yüce sevgisine nail olmak, Şeybe için artık dünyalara değişmeyecek bir hadiseydi. Daha önce kendisinde bulunan o korkunç intikam hırsı, bu defa İslam’a hizmet aşkına dönüşmüştü. Cahiliye Devri’ndeki hâllerini hatırlayınca çok üzülüyor, Resûlullah’tan dua istiyordu. “Benim için Yüce Allah’tan mağfiret dile, yâ Resûlallah!” derdi. Resûlullah kendisine dua eder, müjdelerdi. “İslamiyet, daha önceki hataları, günahları silip atmıştır.” buyururdu.
Hz. Şeybe, İslam kaynaklarında artık “Hâcibu’l-Kâbe” unvanıyla anılıyordu. Çünkü Kâbe’nin anahtarı onun elindeydi. Kâbe teşrifatçısıydı.[3]Hem de bu kutsi vazifeyi ona Peygamberimiz vermişti.
Annesi, büyük sahabi Hz. Mus’ab bin Umeyr’in kardeşiydi. Hz. Mus’ab ömrünün sonuna kadar İslamiyet’e hizmet ettiği gibi, Hz. Şeybe de dayısının yolunda giderek, Hicret’in 59. yılında vefat edinceye kadar İslam’ın kutsi hakikatlerini yaşadı ve onlar için mücadele etti.
Kendisinin rivayet etmiş olduğu hadis-i şeriflerden birinin meali şöyledir:
Resûlullah şöyle buyurdu:
“Sizden birisi bir meclise girdiğinde boş bir yer bulursa oraya otursun, yoksa uygun bir yer arasın [başkalarını rahatsız etmesin].”[4]
Allah’ın rahmeti üzerine olsun!
______________________________
[1]Sîre, 4: 87.
[2]Sözler, s. 662-663.
[3]Sîre, 2: 300.
[4]Üsdü’l-Gàbe, 3: 7-8; İsâbe, 2: 161; Mektûbât, s. 147.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)